Avukat, Müvekkillerinin Çıkarlarını Hasmının Zararlarını Gözetmeden, Sert Bir Biçimde Savunmak Zorundadır.

T.C YARGITAY 4.HD
Esas
: 1974/1160
Karar: 1975/5782
Karar Tarihi: 02/05/1975

Özet: Avukat, müvekkillerinin çıkarlarını hasmının zararlarını gözetmeden, sert bir biçimde savunmak zorundadır. Çünkü meslek ödevi bunu gerektirir.


Dava: Davacı; avukat olan davalının S.Veziroğlu vekili sıfatiyle İstanbul 2. Ticaret Mahkemesinde 1973/19 esas sayılı davasını açarken verdiği 6.2.1973 günlü dilekçesi ile kendisine (sicilli bir dolandırıcı) demek suretiyle hakaret edip kişilik haklarını ihlâl ettiğinden söz ederek 30.000 lira manevi tazminatın ödetilmesini istemiş, davalı ise; anılan davada dayanak gösterilmek ve davacı hakkında açılan emniyeti suistimal ve dolandırıcılık davalarından sözedilmek suretiyle savunma hakkının kullanıldığını, hakaret kastı olmadığını ileri sürerek davanın reddi gerektiğini savunmuş,

Yapılan yargılama sonunda; mahkemece de, aynı gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.

Temyiz eden : Davacı.

Temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşuldu:

Karar: Dosya münderecatına ve tarafların beyan ve ikrarlarına göre 6.2.1973 günlü dilekçenin davalı tarafından yazıldığı yönünde uyuşmazlık yoktur. Bu itibarla kesin bir sonuca ulaşabilmek için, avukatlık mesleği, avukatların görevlerinin niteliği, hak ve yetkileri, özellikle savunma hakkının nitelik ve kapsamı üzerinde durulmasında yarar vardır.

1136 Sayılı Avukatlık Yasasının1,2 ve 34,35. maddelerinin birlikte incelenmesinden çıkan sonuç şudur: Avukatlık, kamu hizmeti niteliğinde bir serbest meslektir ve bu mesleğin amacı, avukatların hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine bağlama, tarafların hukuki ilişkilerinden doğan uyuşmazlıkların, hakka uygun olarak çözümlenmesinde ve genel olarak mahkemelerle diğer resmi mercilerde yasaların tam olarak uygulanması konusunda yardımda bulunmaktır. Çünkü avukat, sözleşme ile üzerine aldığı işin yapılmasında ne müvekkilinin buyruğu altında ve ne de onun çıkarları ve yararları peşindedir (Feridun Müderrisoğlu – Avukatlıkta Vekâlet ve Ücret Sözleşmesi – Ankara 1974 – Sayfa 9 vd.) onun ödevi, kısaca hukukun üstün tutulmasında yargı organlarına, hakemlere, resmi ve özel kurumlara yardımcı olmak ve dolayısıyla müvekkilini bu doğrultuda yararlandırmaktır.

Doktrinde genellikle kabul edilen baskın görüş, savunma durumunda olan kişilerin ya da onları savnumakla görevli olan avukatların karşşı tarafın, tanıkların, bilirkişilerin kişisel haklarını ihlal edici iddialar ileri sürmek zorunluluğunda kalabilecekleri hususudur. Özellikle avukata, mesleğini icra ederken, geniş bir serbesti tanımak lazımdır. Avukat, müvekkilinin verdii bilgiden, bunların gerçeğe uygunolup olmadıklarını bizza araştırmak zorunluluğunda olmaksızın, davada yararlanmaya izinli olmalıdır. Avukat, temsil ettiği tarafın çıkarların, öteki tarafın bundan doğabilecek zararlarını düşünmeden sert ve hatta merhametsiz bir biçimde savunmak durumundadır (A. Egger-İsviçre Medeni Kanunu Şerhi – I.Cilt- Giriş ve kişinin Hukuku – Ankara -1947-Volf Çernis çevirisi Sayfa 299, N. 61/c)(M.R. Karahasan-Tazminat Davaları – İstanbul 1970-sayfa 559) nisim İ.Franko -Şeref ve Haysiyete Tecavüzden doğan manevi zararın tazmini -Ankara 1973-Sayfa 110 vd.) Çünkü avukatın yüklendiği mesleki ve toplumsal görev bunu gerektirir. Nitekim, T.C.K.nun 486 maddesi hükmünde, bir tür (savunma dokunulmazlığı) açıkçabenimsenmiş ve savunma sınırını aşmamak, yersiz ve icapsız olmamak koşulu ile bir dava sırasında iki taraf veya vekillerince dava hakkında mahkemeye verilen dilekçelerle sözlü savunmada sarfedilen şeref ve haysiyet kırıcı sözlerden ötürü kovuşturma yapılamıyacağı, diğer bir deyimle cezai sorumluluğun benimsenmeyeceği öngörülmüştür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, savunma dokunulmazlığı denilebilecek olan bu hak mutlak ve sınırsız değildir. Nitekim, T.C.K.nun anılan maddesinin 3. fıkrasında açıkça, talep halinde manevi tazminata hükmedilebileceği yani hukuki sorumluluğun mevcut olduğu kabul edilmiştir. Hatta, Anayasa Mahkemesi 8.6.1965 gün ve 963/169 Esas, 965/36 Karar sayılı kararında anılan hükmün Anayasa’ya aykırı olmadığını kabul etmek suretiyle de bu hakka bir sınır tanındığını tescil etmiş bulunmaktadır. Kaldıki, HUMK.nun 70 ve 78. maddeleri hükümleri de dolaylı olarak böyle bir sınırın var olduğunu kabul ile avukat tarafından yapılan savunmada, kişisel hakların ihlali halinde bunun savunma nedeniyle bir mazeret teşkil etmyeceğini ve özellikle okunamayan ve münasebetsiz olan belgelerin iade edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

O halde, kesin olarak denilebilir ki, savunma dokunulmazlığının da bir sınırı mevcuttur ve bu sınır, Egger’in de açıkça belirttiği gibi (age-299) haklı yararları korumanın çizdiği sınır ile sınırlıdır. Diğer bir deyimle dava ile korunan çıkarın haklı gösterdiğinden öteye gitmeyen, bir taşkınlık teşkil etmeyen, hakkın korunması için gerekli bulunan ve yersiz biçimde saldırgan olmayan, objektif bir usûpla yapılan savunma, hukuka aykırı değildir. (Karahasan – age 559). Buna karşılık, avukatın, temsil ettiği tarafın çıkarlarının korunmasının gerektirdiği ölçüyü ve objektifbir tartışma sınırını aşan, yersiz ve icapsız olarak karşı tarafın kişiliğini hedef tutan, onu küçük düşürmeye ve dürüst olmayan bir kişiolarak göstermeye yönelik saldırılar hukuka aykırıdır ve avukatın sorumluluğunu gerektirir. Başka bir deyişle, karşı tarafın kişisel ilişkilerini rencide edebilecek savunmasını, davanın amacı haklı gösterdiği, bu savunma gerçekten esasa yararlı v etkili olduğu hatta zaruri bulunduğu takdirde hukuka aykırılıktan söz edilmesi olanaksızdır. Bu bakımdan, savunma sınırının saptanmasında herşeyden önce, iddia ve savunmaların karşı tarafın kişiliğini ihlal edici görülen bölümlerinin bağımsız olarak değil, bütün içindeki yerine göre ve bu çerçeve içinde değerlendirilmsi ve bu yol ile savunmanın hukuka aykırı olup olmadığı yönünün belli edilmesi gerekir.

Davaya konu edilen 6.2.1973 günlü dilekçe incelendikçe; davalının müvekkilini Sedat adına İstanbul Asliye 2. Ticaret Mahkemesine açtığı 1973/19 olumsuz tespit davasının dilekçesi olduğu ve bu dilekçenin 3. paragrafında aynen (Kısaca arz olunan bu vakıayı müteakip adı geçen davalı B.Karadayı hakkında yapılmak zaruretinde kalınan tahkikat neticesinde, maalesef kendisinin sicilli bir dolandırıcı olduğu anlaşılmıştır. Filhakika Resmi Gazetenin 21 Nisan 1971 günlü nüshasında, İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 970/275 sayılı kararı olarak yapılan ilânda, bu davalının 8 adet çeşitli suçlardan mahkûmiyeti olduğu anlaşılmıştır. Halen davamıza mevzu yapılan hadise sebebiyle de İstanbul 3. Asliye Ceza Mahkemesinde 972/669 dosya numarası ile ve sanık sıfatiyle B.Karadayı aleyhine emniyeti suistimal ve dolandırıcılıktan kamu davası açılmış ve derbest bulunmaktadır) dendiği anlaşılmıştır.

Gerçekten mübrez resmi Gazetenin 15. sahifesindeki İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen ve ilân edilen kararla, davacının muhtelif suçlardan ötürü 8adet kesinleşmiş mahkumiyeti bulunduğu ve 5677, 113 ve 134 sayılı Af Yasalarına dayanılarak (memnu haklarının iade edildiği) sabittir. Sedat vekili sıfatiyle davalı avukat tarafından açılan olumsuz tespit davası nitelikçe, sahte olarak düzenlenmiş bononun istirdadı ve böyle bir bono ile borçlu olmadıklarının tespitine ilişkindir. Bu nitelikteki davalarda tarafların kişiliklerinin önemli olduğu yolundaki davalının kanısı objektif bir düşünceye dayanabilir. Nitekim davalı, davacının kişiliği hakkında tahkikat yapıldığını ileri sürerek aynen (maalesef, kendisinin sicilli bir dolandırıcı olduğu anlaşılmıştır) şeklindeki sözleri ile ve belgelerini de ibraz ederek, vekil sıfatiyle takip ettiği davanın amacına ve esasına yararlı ve etkili hatta zorunlu olduğu kanısiyle objektif bir savunmada bulunmuştur. Bu yön savunma hakkının ceza yasasınca da benimsenen sorumsuzluğu ve üstünlüğü ilkesinin bir sonucudur. Yazının yazılış şekil ve tarzı, davalının amacının yalnız ve sadece davacının kişisel haklarını ihlal kastı ile hareket etmediğini göstermektedir. O halde mahkemenin de kararında belirttiği gibi, davalının bu davranışı hukuka aykırı görülmemiş ve davanın reddine ilişkin kararın yazılı nedenlerle onanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

Sonuç: Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle ONANMASINA ve aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine 2.5.1975 gününde oybirliği ile karar verildi.

Son Gönderiler

Yorum Yap