AYM ve Yargıtay Kararlarına Göre ByLock Tartışmasız FETÖ Delili

T.C. AYM Genel Kurul
Esas:
2018/15231
Karar: 2020/
K.T.: 04/06/2020

Özet: Anayasal düzeni ortadan kaldırmayı amaçlayan bir terör örgütüyle ilgili istihbarat çalışmaları sırasında rastlanan ByLock uygulamasına ilişkin verilerin bu örgütle ilgili olarak yürütülen soruşturmalar/yargılamalarda maddi gerçeğe ulaşılmasına katkı sunması amacıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmesinde ilk bakışta göze çarpan bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Derece mahkemelerince ByLock’a ilişkin olarak yapılan tespit ve değerlendirmelerin olgusal temellerden yoksun olduğunu söylemek mümkün değildir.

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; ByLock isimli program verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edilmesi, mahkumiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak bu verilere dayanılması ve dijital verilerin mahkeme huzuruna getirilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/4/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca adil yargılanma hakkı dışındaki iddialar yönünden kabul edilemezlik kararı verilmiş, başvurunun adil yargılanma hakkına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

8. Birinci Bölüm tarafından niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula şevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Açıklamalar

1. Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasının Faaliyetleri ve Özellikleri

10. Türkiye’de Fetullah Gülen tarafından kurulan, 1960’lı yıllardan itibaren faaliyette bulunan ve uzun yıllar boyunca dini bir grup olarak nitelenen bir yapılanma mevcuttur. Bu yapılanma süreç içinde “Cemaat”, “Gülen Cemaati”, “Fetullah Gülen Cemaati”, “Hizmet Hareketi”, “Gönüllüler Hareketi” ve “Camia” gibi isimlerle anılmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 22).

11. Anılan yapılanma süreç içinde özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında örgütlenmiş; bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda yasal faaliyetlerde bulunmuş; bu faaliyetler dolayısıyla sahip olduğu dershaneler, okullar, üniversiteler, demekler, vakıflar, sendikalar, meslek odaları, iktisadi kuruluşlar, finans kuruluşları, gazeteler, dergiler, televizyon ve radyo kanalları, internet siteleri, hastaneler aracılığıyla sivil alanda önemli bir etkinliğe ulaşmıştır. Bu faaliyetlerin yanında bazen bu yasal kuruluşların içinde gizlenmiş olan, bazen de yasal yapıdan tamamen farklı şekilde konumlanan ve hareket eden, özellikle de kamusal alana yönelik faaliyetlerde bulunan illegal bir yapılanma söz konusudur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; Mustafa Baldır, B. No: 2016/29354, 4/4/2018, § 75).

12. Buna karşılık hareket tarzı ve icraatları öteden beri toplumda tartışma konusu olan bu yapılanmanın örgütlenmesi ve faaliyetlerine ilişkin olarak özellikle 2013 yılı sonrasında pek çok soruşturma ve kovuşturma yürütülmüştür. Bu kapsamda bu yapılanmaya mensup kişilerin -yapılanmanın amaçları doğrultusunda- suç delillerini yok etme, devlet kurumlarının ve üst düzey devlet görevlilerinin telefonlarını dinleme, devletin istihbarat faaliyetlerini deşifre etme, kamu görevine giriş veya görevde yükselme sınavlarına ilişkin sorulan önceden elde edip mensuplarına verme gibi eylemlerde bulundukları belirlenmiştir. Soruşturma ve kovuşturma belgelerinde, yapılanma “Fetullahçı Terör Örgütü” (FETÖ) ve/veya “Paralel Devlet Yapılanması” (PDY) olarak isimlendirilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 22,27).

13. Çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirlerinin uygulandığı bu soruşturma ve kovuşturmaların genelinde FETÖ/PDY’nin bir terör yapılanması olduğuna değinilmiş ve haklarında dava açılan kişilerin bir kısmının -diğer suçların yanı sıra- silahlı terör örgütü kurma, yönetme veya üyesi olma ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından cezalandırılması talep edilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 28).

14. Bu çerçevede Şemdinli, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Devrimci Karargah, Oda TV ve Şike davaları gibi kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olan birçok davanın -FETÖ/PDY’nin amaçları doğrultusunda- başta Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) olmak üzere farklı kamu kurum ve kuruluşlarındaki örgüt mensubu olmayan kamu görevlilerini tasfiye etmek ve farklı sivil çevrelerde örgütün çıkarlarına aykırı davrandığını düşündüğü kişileri etkisizleştirmek amacıyla kullanıldığı ileri sürülmüştür (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 29). Bu davaların bir kısmındaki usulsüzlük iddiaları Anayasa Mahkemesinin ihlal kararlarına da konu olmuştur (ilgili kararların bir kısmı için bkz. Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014; Yavuz Pehlivan ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2312, 4/6/2015; Yankı Bağcıoğlu ve diğerleri [GK], B. No: 2014/253,9/1/2015).

15. Yine FETÖ/PDY ile bağlantılı oldukları belirtilen savcı ve hakimler ile kolluk görevlileri tarafından bazı siyasiler ve bunların yakınları ile kamuoyunun tanıdığı bir kısım iş adamı hakkında yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla soruşturma başlatılmış ve 2013 yılının sonunda gerçekleştirilen operasyonlarda bu kişilerle ilgili bazı koruma tedbirlerinin uygulanmasına çalışılmıştır. Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak bilinen bu operasyonlar, kamu makamları ile soruşturma mercileri ve yargı organları tarafından FETÖ/PDY’nin Hükümeti devirmeye yönelik örgütsel bir faaliyeti olarak değerlendirilmiş; sonrasında bu operasyonlarda görev alan yargı mensupları ve kolluk görevlileri hakkında idari/adli tedbir ve yaptırımlara başvurulmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 30; Hüseyin Korkmaz, B. No: 2014/16835, 18/7/2018, § 76). Anayasa Mahkemesi de bu soruşturma süreçlerinde görev alan bazı emniyet görevlileri ve onların tahliyesine karar veren yargı mensupları hakkında uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukuki olduğuna dair çok sayıda karar vermiştir (ilgili kararların bir kısmı için bkz. Hikmet Kopar ve diğerleri [GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 74-87; Mehmet Fatih Yiğit ve diğerleri, B. No: 2014/16838, 9/9/2015, §§ 62-75; Abdulkerim Anaçoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15469, 17/7/2018, 46-66; Mustafa Başer ve Metin Özgelik, B. No: 2015/7908, 20/1/2016, §§ 134-161).

16. Ayrıca 1/1/2014 tarihinde Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde, 19/1/2014 tarihinde ise Adana’nın Ceyhan ilçesi Sirkeli otoyol gişelerinde Milli İstihbarat Teşkilatına (MİT) ait yüklerin bulunduğu tırlar FETÖ/PDY ile bağlantılı oldukları belirtilen savcılar tarafından verilen talimatlar doğrultusunda bu yapılanmaya mensup oldukları ifade edilen kolluk görevlileri tarafından durdurulmuş ve tırların bir kısmında arama faaliyeti gerçekleştirilmiştir (anılan olaylar hakkında ayrıntılı bilgiler için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, §§ 12-50). MİT tırlarının durdurulması ve aranması eylemleri de kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları tarafından FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu belirtilen yargı mensupları ve kolluk görevlilerinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin terör örgütlerine yardım ettiği şeklinde bir kamuoyu oluşturarak Hükümet üyelerinin yargılanmasını sağlamak amacıyla örgütsel bir faaliyet olarak değerlendirilmiş, sonrasında bu operasyonlarda görev alan yargı mensupları ve kolluk görevlileri hakkında idari/adli tedbir ve yaptırımlara başvurulmuştur. Anayasa Mahkemesi de bu soruşturma süreçlerinde görev alan bazı yargı mensupları ile kolluk görevlileri hakkında uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukuki olduğuna dair kararlar vermiştir (ilgili kararların bir kısmı için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, §§ 198-244; Gökhan Bakışkan ve diğerleri B. No: 2015/7782, 9/1/2019, §§43-60).

17. FETÖ/PDY’nin üst düzey yöneticileri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma sonucunda düzenlenen 6/6/2016 tarihli iddianameyle Fetullah Gülen’in de aralarında olduğu yetmiş üç örgüt yöneticisi hakkında silahlı terör örgütü kurdukları ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs ettikleri iddiasıyla birçok suçtan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede örgütün milli güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdide ilişkin olarak kapsamlı tespit ve değerlendirmelerde bulunulmuş, bu bağlamda FETÖ/PDY ile mücadelenin devlet için artık varlık yokluk meselesi haline geldiğine değinilmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 31).

18. Öte yandan FETÖ/PDY’nin milli güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit devletin güvenlik birimlerinin karar, açıklama ve uygulamalarına da konu olmuştur. Bu bağlamda anılan yapılanmanın ülke güvenliği için tehdit olduğuna dair değerlendirmeler Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarında da ifade edilmiştir. MGK, söz konusu yapılanmayı 2014 yılı başından itibaren sırasıyla “halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanma”, “devlet içindeki illegal yapılanma”, “kamu düzenini bozan iç ve dış legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten paralel yapılanma”, “paralel devlet yapılanması”, “terör örgütleriyle iş birliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması” ve “bir terör örgütü” olarak kabul etmiştir. Söz konusu MGK kararları basın duyuruları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY 2014 yılında, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde “Legal Görünümlü İllegal Yapılar” başlığı altında “Paralel Devlet Yapılanması” adıyla yer almış; Jandarma Genel Komutanlığı ise 8/1/2016 tarihinde FETÖ/PDY’yi mevcut terör örgütleri listesine dahil etmiştir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 33).

19. Diğer yandan başta yargı mensupları ve polisler olmak üzere çok sayıda kamu görevlisiyle ilgili olarak FETÖ/PDY ile bağlantıları dolayısıyla disiplin soruşturmaları yürütülmüş, birçok kamu görevlisi hakkında kamu görevinden çıkarma da dahil olmak üzere disiplin yaptırımları veya idari tedbirler uygulanmıştır. Ayrıca FETÖ/PDY ile irtibatlı olduğu değerlendirilen bazı ticari kuruluşlara, finans kuruluşlarına ve medya organlarına yönelik birtakım idari tedbirlere başvurulmuştur (ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 34, 35).

20. Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askeri bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hal ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hal 19/7/2018 tarihinde -yeniden uzatılmayarak- son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında FETÖ/PDY’nin olduğunu değerlendirmiştir (darbe teşebbüsü ve arkasındaki yapılanmaya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY’nin kamu kuramlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §51; Mehmet Haşan Alton (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12).

21. Yargı organları birçok kararda FETÖ/PDY’nin devletin anayasal kurumlarını ele geçirmeyi, sonrasında devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojisi doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi, oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomiyi, toplumsal ve siyasal gücü yönetmeyi amaçlayan, bu doğrultuda mevcut idari sisteme paralel şekilde örgütlenen bir terör örgütü olduğunu kabul etmiştir. Yargı organları kararlarında ayrıca FETÖ/PDY’nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi birçok özelliğinin bulunduğunu ve bu örgütün diğerlerine nazaran çok daha zor ve karmaşık bir yapı olduğunu ortaya koymuştur (FETÖ/PDY’nin genel özellikleri için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; yargı organlarındaki örgütlenme biçimi için bkz. Selçuk Özdemir [GK], B. No: 2016/49158, 26/7/2017, § 22; Alparslan Al tan [GK], B. No: 2016/15586, 11/1/2018, § 11).

22. Örgütlenme şekli olarak gizliliği esas alan FETÖ/PDY’nin üyelerine telkin ettiği yöntemler, istihbarata karşı koyma olarak nitelendirilebilecek düzeyde güvenlik önlemleridir. Bu bağlamda FETÖ/PDY’nin kurucusu ve lideri olan Fetullah Gülen’in örgüt mensuplarına “Hizmet bir namaz ise tedbir onun abdestidir. Tedbirsiz hizmet abdestsiz namaz gibidir.” şeklinde talimat verdiği ifade edilmiştir. Gizliliği sağlamak üzere örgüt tarafından başvurulan yöntemler arasında -diğer pek çok terör örgütünde olduğu üzere- kod adı kullanmak da yer almaktadır. Soruşturma ve kovuşturma makamlarının tespitlerine göre FETÖ/PDY’nin deşifre olmamak için bir tedbir olarak iletişimde başvurduğu temel yöntem yüz yüze görüşmedir, bunun mümkün olmadığı durumlarda ise kripto programlar üzerinden iletişimdir. Örgüt liderinin “Telefonla görüşme yapanlar hizmete ihanet etmiş olur.” şeklindeki talimatı nedeniyle telefonla olağan usulde örgütsel görüşme yapılması yasaktır (bu konuda detaylı bilgi için bkz. Yargıtay 9, Ceza Dairesinin -ilk derece- 28/3/2019 tarihli ve E.2018/12, K.2019/45 sayılı kararı). Bu nedenle örgütsel iletişimde kullanılmak üzere güçlü kriptolu programlar geliştirilmiştir.

2. ByLock’a İlişkin Kavramsal Açıklamalar

23. FETÖ/PDY’nin örgütsel haberleşme için oluşturduğu ve örgüt mensuplarınca kullanılan iletişim yöntemlerinden birinin ByLock uygulaması olduğu özellikle darbe teşebbüsünden sonra örgütle bağlantılı soruşturma ve kovuşturmalarda tespit edilmiştir. FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlardan yargılanan kişilerin önemli bir kısmı hakkında verilen mahkumiyet kararlarında delil olarak kullanılması nedeniyle ByLock programıyla ilgili verilerin elde ediliş şekli ile anılan programın yapısı ve genel özelliklerine ilişkin değerlendirmelerin daha kolay anlaşılabilmesi bakımından öncelikle IMEI numarası, genel ve özel İP numarası, user-İD gibi terimlerin neyi ifade ettiğinin bilinmesi gerekmektedir (bu konudaki bilgiler Yargıtay 9. Ceza Dairesinin -ilk derece- 14/2/2019 tarihli ve E.2017/45, K.2019/11 sayılı kararından ve Emniyet Genel Müdürlüğünün Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu “ByLock Örgüt İçi Haberleşme Uygulaması Analiz Raporu”ndan [ByLock Analiz Raporu] yararlanılarak ifade edilmiştir).

i. IMEI numarası; İngilizce “international mobile equipment identity” kavramının kısaltılması olup “uluslararası mobil cihaz kodu” anlamına gelmektedir. Cep telefonu, tablet ve bilgisayar gibi internete bağlanma özelliği bulunan cihazların eşsiz/tekil bir IMEI kodu vardır ve bu kod o cihazın parmak izi gibidir. IMEI kodu, 14 haneli bir sayıdan oluşmakta ve yeni nesil cihazlarda yer alan bir SV koduyla 16 haneye çıkarılabilmektedir. IMEI kodunun açılımı IMEI: AA-BBBBBB-CCCCCC-D’dir (veya DD). Buna göre;

– (A) ve (B) harfleri, tür bölüştürme kodunu (TAC) ifade eder. Bu kod, her cep telefonu ya da 3G bağlantı özelliğine sahip cihazın sadece marka ve modelini tanımladığı için eşsiz/tekil olmayan bir numaradır (örneğin iPhone 5’in TAC kodu 01-332700, Samsung Galaxy S2’nin TAC kodu ise 35-853704’tür).

– (C) harfi, söz konusu cihaz için üretici tarafından belirlenen ve eşsiz/tekil bir seri numarayı temsil eder. Cihazın asıl kimliğini 6 haneli olan bu rakam grubu oluşturur. (D) (veya DD) harfi ise genellikle yeni nesil cihazlarda IMEI numarasının 15. ve 16. hanesi olarak yer alan SV kodudur ve cihazı tanımlayıcı herhangi bir değeri bulunmamaktadır. Bu bağlamda IMEI numaralarının tespitine yönelik bazı iddiaların anlaşılabilmesi bakımından özellikle yurt dışından kaçak yollarla getirilen akıllı telefonların ülkemizde sorunsuz olarak kullanılabilmesi için eski model telefonların IMEI numaralarının bu şekilde getirilen cihazlara kopyalandığı gözardı edilmemelidir. Bu şekildeki bir cihazın operatör kayıtlarında kendi IMEI numarası değil diğer cihazdan kopyalanan IMEI numarası görünür hale gelmektedir. Dolayısıyla söz konusu telefonun ByLock programının indirilip kullanılabilecek düzeyde teknolojiye sahip olmadığı iddialarının gerçekliği, IMEI numarasının kopyalanma olasılığına göre araştırılmaktadır.

ii. IP Numarası (IP): İngilizce “internet protocol” kavramının baş harflerinden oluşmuştur. Bu adres, internete doğrudan bağlanan her bilgisayara -bulunduğu ülkeye ait IP aralığında- atanan o cihazın hangi servis sağlayıcısı veya ağı kullandığını ve internete nereden bağlandığını belirleyen, cihazın eşsiz/tekil kimlik numarasıdır. İnternet servis sağlayıcısı, internete bağlanan her cihaza benzersiz bir IP adresi tanımlar. IP adresi aynı zamanda bir dijital aygıtın bir başka dijital aygıtla da internet aracılığıyla iletişime geçmesini sağlar.

iii. Hedef IP: İnternet erişiminin yapıldığı sunucunun IP adresidir. Hedef port ise internet erişimi yapılan sunucunun erişilen port numarasıdır. Soruşturma makamlarının tespitine göre ByLock sunucusunun hedef portu 443’tür.

– IP adresleri kendi içinde statik ve dinamik olmak üzere ikiye ayrılır: Statik IP adresi -ADSL abonelerine verilenlerde olduğu şekliyle- hiçbir zaman değişmeyen kalıcı bir IP adresidir. Statik IP adresleri bilgisayara bir admin tarafından manuel olarak atanır. Dinamik IP adresi ise bir cihaza, internete her bağlanışında yeniden tanımlanan geçici bir IP adresidir. Dinamik IP adresleri bilgisayar arayüzü ya da sunucu yazılımı tarafından otomatik olarak atanır.

– IP adresleri, servis sağlayıcı tarafından statik olacak şekilde de tanımlanabilir. Ancak dinamik bile olsa bir IP, aynı anda sadece tek bir aboneye atanır. Diğer bir ifadeyle internete bağlanan bir kimseye verilmiş bir IP -teknik olarak- aynı anda bir başka aboneye verilmez, internetten çıkıldığında aynı IP ortak havuza geri döner, daha sonra bağlanan bir başka kişiye atanır ve o kişi çıkıncaya kadar da onda kalır.

iv. Genel IP: İnternet erişiminde genel ağlarda (WAN) kullanılan, farklı portlar üzerinden birden fazla cihaza atanabilen (NAT yöntemi ile) IP adresidir. Aynı genel IP adresinin aynı anda kaç farklı cihaza atanacağı hususu operatörler arasında farklılık gösterebilmektedir.

v. Özel IP: Yerel ağlarda (LAN) kullanılan, tahsis edildiği an itibarıyla her cihaz için tekil olan, internete erişimi olmayan IP adresleridir. Bunlar GSM operatörü tarafından, operatör içi ağda kullanılmak üzere her cihaza tekil olarak atanmakta ve o GSM operatörüne bağlı kullanıcıların sistem tarafından ayrıştırılmasına yaramaktadır.

vi. HTS Kayıtlan: Abonenin arama/aranma, SMS atma/alma bilgilerini içeren (CDR) ve arama/aranma, SMS atma/alma anında oluşan, kullanım bittiğinde de sona eren erişim kayıtlarıdır. Arama/aranma kayıtları, çağrının başladığı; SMS atma/alma kayıtları ise SMS işleminin yapıldığı anda kullanılan baz istasyonu bilgileri esas alınarak oluşturulur. Aboneliklerin kontrol ve teyit işlemlerinde -kişilerin bağlantı sırasında bulundukları konumu doğru bir şekilde gösteren- ses şebekesine ait konum bilgileri esas alınmaktadır.

vii. VPN (Virtual Private Network); Aralarında yerel ağ kurulması imkanı bulunmayan bilgisayarların internet üzerinden sanal olarak yerel ağ üzerinden birbirine bağlanmasını sağlayan, genellikle şifreleme ile bağlantının güvenliğini temin eden protokollerin genel adıdır. Mevcut teknolojik yeterlilik ile VPN kullanımlarının abonelik tespitlerinin yapılması mümkün görünmemektedir.

viii. NAT (Nehvork Address Translation): Bilgisayarın sahip olduğu IP adresini istenilen başka bir adresine dönüştürme yönteminin adıdır. Mevcut IP adreslerinin yetersiz geldiği durumlar için NAT protokolü geliştirilmiştir.

ix. CGNAT (Carrier Grade NAT): ByLock sunucusuna ait (hedef) IP adreslerine hangi tarihte, kaç defa ve hangi adresten bağlanıldığının bilgisidir. CGNAT kayıtlarında yer alan ve GSM operatörü tarafından kullanıcıya atanan genel IP ve özel IP adresleri eşleştirilerek kullanıcının bir hedef IP’ye sağladığı erişimin (oturumun) hangi zaman dilimi arasında devam ettiği ve kullanıcının hangi tarihlerde hedef IP’ye erişim sağladığı tespit edilebilmektedir.

24. Bu bilgilere ek olarak üyelik bilgileri (ID ve password) ile erişim sağlanabilen herhangi bir internet sitesi veya internet üzerinden (online) kullanılan herhangi bir programa ait IP adresine başarılı şekilde giriş yapıldığının kabul edilebilmesi için CGNAT kayıtlarında o IP adresine en az üç sinyal bilgisinin bulunması zorunludur. Bir bağlantı denemesinin başarıya ulaşıp ulaşmadığı ancak üçüncü sinyal bilgisinin bulunup bulunmadığına göre anlaşılabilir. Bu süreç şu şekilde işlemektedir: Birinci sinyal, kullanıcı tarafından girilen kullanıcı adı ve şifrenin sunucuya gönderildiğine dair sinyal kaydıdır. İkinci sinyal, kullanıcı tarafından sunucuya gönderilen üyelik bilgilerinin (ID ve password eşleşmesi) veri tabanında denetlenerek olumlu veya olumsuz cevabın kullanıcıya iletilmesine ilişkin sinyal kaydıdır. Üçüncü sinyal ise kullanıcı tarafından girilen üyelik bilgilerinin (ID ve password) sunucu tarafından denetlenerek kullanıcının sisteme girişine izin verilmesi ile oluşur ve bunun üzerine kullanıcı sisteme giriş yapar (bu konuda detaylı bilgi için bkz. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin -ilk derece- 7/2/2019 tarihli ve E.2017/13, K.2019/7 sayılı kararı).

25. MİT tarafından 1/1/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 4. ve 6. maddeleri uyarınca yürütülen çalışmalar kapsamında ana sunucusu yurt dışında bulunan ByLock (ByLock: Chat and Talk) adlı bir mobil uygulama ve bu uygulamanın iletişim kurduğu sunucular ayrıntılı teknik çalışmalara tabi tutulmuştur. MİT’e özgü teknik istihbarat usul, araç ve yöntemleri kullanılmak suretiyle yapılan bu çalışma sonucunda, FETÖ/PDY’nin kullandığı değerlendirilen bu programla ilgili olarak birtakım veriler elde edilmiştir.

26. MİT, ByLock programıyla ilgili olarak temin edilen dijital verileri içeren sabit diski ve uygulamaya bağlantı sağlayan ByLock abone listesinin bulunduğu flash bellek ile düzenlediği ByLock Uygulaması Teknik Raporu’nu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına teslim etmiştir.

27. Bunun akabinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliğinden söz konusu (dijital) materyal üzerinde 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 134. maddesi uyarınca inceleme, kopyalama, çözümleme işlemi yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. İlgili yazıda; anılan madde gereğince bir adet Sony marka HD-B1 model, üzerinde bBW3DEK69121056 seri numaralı ve ön yüzünde 1173d7a09195cf0274ce24f0d69ede96 yazılı harddisk ve bir adet Kingston marka data traveler, uç kısmında DTIG4/8GB 04570-700.A00LF5V 0S7455704 yazılı flash bellek üzerinde inceleme yapılmasına, iki adet kopya çıkarılmasına ve kopya üzerindeki kayıtların çözülerek metin haline getirilmesine karar verilmesi istenmiştir.

28. Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliğince 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesi uyarınca talep kabul edilmiş ve “dijital materyaller üzerinde inceleme yapılması, kopya çıkarılması ve kopya üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak metin haline getirilmesi için bir kopyasının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine” karar verilmiştir. Anılan karar doğrultusunda, görevlendirilen iki uzman bilirkişi tarafından hakim huzurunda kamera kaydı da yapılmak suretiyle söz konusu hard disk ve flash bellek üzerinde imaj alma-kopyalama işlemi yapılmıştır.

29. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığına (EGM-KOM Daire Başkanlığı) gönderilen bir yazıyla Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliğince verilen inceleme, kopyalama ve çözümleme kararma istinaden gerekli araştırma ve soruşturma işlemlerinin yapılması ve ulaşılan tespitleri içerir bir rapor düzenlenmesi talimatı verilmiştir.

30. EGM-KOM Daire Başkanlığınca teslim alınan verilerin (ByLock verilerini içeren hard disk ve abone listesinin bulunduğu flash bellek) incelenmesi ve rapor hazırlanması amacıyla EGM-KOM, Terörle Mücadele (TEM), İstihbarat ve Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlıkları tarafından görevlendirilen personelden oluşan bir çalışma grubu oluşturulmuştur. Bu kapsamda ByLock verilerinin dışarı aktarılması için arayüz programı kullanılmış ve bu sayede ByLock verileri incelenmeye başlanmıştır.

31. Bu arada Yargıtay 16. Ceza Dairesince yürütülen bir yargılamaya esas olmak üzere EGM-KOM Daire Başkanlığından ByLock’un teknik özelliklerine dair bilgi istenmiştir. EGM-KOM Daire Başkanlığı tarafından bir rapor hazırlanarak anılan Daireye gönderilmiştir. Söz konusu raporda, ByLock iletişim sisteminin mahiyeti ve diğer özellikleri hakkında ayrıntılı bilgiler verildikten sonra anılan uygulamadaki kullanıcı sayısı, arkadaş grubu, mesaj ve e-posta içeriklerine dair açıklamalarda bulunulmuştur.

32. Sonraki süreçte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ByLock IP adreslerine bağlandığı belirtilenlere ilişkin listede yer alan abonelerin ByLock IP adreslerine kaç defa bağlandığına dair raporlar (CGNAT verileri) Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumundan (BTK) talep edilmiştir.

33. Bu arada MİT tarafından detaylı çalışma yapılarak güncellenen abone listesinin yeni hali tekrar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Başsavcılığın talebi üzerine Ankara 5. Sulh Ceza Hakimliğince MİT tarafından gönderilen data traveler G4 marka, DTİG4/8GB 04570-760B00LF 5V OS 7575458 seri numaralı TAİWAN ibaresi bulunan dijital materyal üzerinde 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesi gereğince inceleme yapılmasına, kopya çıkarılmasına (imaj alma) ve bu kayıtların çözülerek metin haline getirilmesine karar verilmiştir. Bu karar doğrultusunda söz konusu materyalin imaj alma (kopyalama) işlemi Cumhuriyet savcısı ve görevlendirilen iki adli bilişim görevlisinin huzurunda video kamera eşliğinde gerçekleştirilmiştir.

34. Sonrasında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından abone listesi BTK’ya bildirilmiş ve ByLock sunucusuna bağlanan güncellenmiş numaraların abonelerine ait şahıs kimlik bilgilerinin tespiti için BTK’dan bilgi istenmiştir.

35. Bağlantı yapan GSM numaralarına ait abonelik bilgileri ve ADSL numaralarına ait abonelik bilgileri de farklı tarihlerde BTK’dan alınarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir. Devamında KOM Daire Başkanlığınca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından teslim alınan abonelik bilgilerinden yararlanılarak yeni “userid_ist” (kullanıcı listesi) tablosu oluşturulmuştur.

36. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca EGM-KOM Daire Başkanlığına verilen talimat üzerine BTK tarafından gönderilen 123.111 adet GSM numarasına ait CGNAT verilerinin (ByLock sunucusuna ait IP adreslerine hangi tarihte kaç defa bağlanıldığı bilgisi) -il Cumhuriyet başsavcılıklarına gönderilmek üzere- il KOM birimlerine dağıtılmasına başlanmıştır. VPN programı kullanılarak yapılan bağlantıların Türkiye IP’si almaması sebebiyle gerçekte ByLock kullanıcısı olan kişilerin VPN programı kullanarak ByLock sunucusunun IP’lerine yaptıkları bağlantılara dair CGNAT kayıtlarına erişilememiştir. CGNAT kayıtlarına ulaşılanlar, ByLock sunucusuna ait hedef IP’lerine Türkiye IP’lerinden VPN kullanmaksızın yapılan ya da Türkiye’den VPN ile bağlantı devam ederken VPN’nin devre dışı kalması sonucunda yeniden Türkiye IP’si alınması nedeniyle tespit edilebilen bağlantılara aittir.

37. Bu arada internet üzerinde yayımlanan Morbeyin isimli adres ve uygulamaları kullananların arka plandaki kodlar vasıtasıyla doğrudan ByLock IP’sine bağlandıklarına ve ByLock dökümü bulunmayan (gerçekte ByLock kullanıcısı olmayan) bazı kişilerin haksız yere cezalandırıldığına dair kamuoyunda paylaşılan iddia ve haberlerle ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmış ve bu kapsamda Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ve BTK görevlilerinden oluşan inceleme grubu oluşturulmuştur. Başsavcılığın yaptığı soruşturmada FETÖ/PDY’nin ileride delil olması ihtimaline karşı gerçek ByLock kullanıcılarının açığa çıkmasını önlemek, ilgisiz kişileri bu programa yönlendirmek ve bu suretle delilin güvenirlik derecesini düşürmek amacıyla 2014 yılında Morbeyin isimli bir yazılım yaptırdığı; kullanıcının kıble pusulası, namaz vakti, dua dinleme, Kur’an okuma ve çeşitli sözlük uygulamalara girmesi halinde bu programın tesiriyle bilgisi ve iradesi dışında cihazının bir iki saniye kadar ByLock sunucusunun IP’lerine bağlandığının göründüğü tespit edilmiştir. Bu konuda gerçekleştirilen detaylı inceleme neticesinde bağlantı ve veri parametreleri bakımından benzer özellikler taşıyan 11.480 GSM numarasının kullanıcısının iradeleri dışında ByLock sunucusu IP’lerine yönlendirilmiş olduğu belirlenmiştir. Bunlar listelerden çıkarılmıştır.

38. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca EGM-KOM’a verilen talimat üzerine BTK tarafından gönderilen 123.111 adet GSM numarasına ait CGNAT verilerinin -il Cumhuriyet başsavcılıklarına gönderilmek üzere- il KOM birimlerine dağıtılmasına başlanmıştır.

4. ByLock Programının Yüklenmesi ve İletişimde Kullanılması

39. Soruşturma birimleri/mercileri, adli makamlara hitaben ByLock programının gizliliğini sağlamaya dönük teknik özelliklerine, kullanım şekline, şifrelenme biçimine, cihaza yüklenme yöntemine, kullanım alanlarına ve amacına yönelik olarak ayrıntılı bilgiler içeren teknik ve kronolojik raporlar düzenlemişlerdir. Bu bağlamda ByLock programıyla ilgili bazı hususların açıklığa kavuşturulması amacıyla EGM tarafından hazırlanan bir rapor (EGM raporu) da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına sunulmuştur. Bunların yanı sıra MİT de elde edilen/rastlanan verilerle ilgili olarak teknik rapor düzenlemiştir.

40. Diğer taraftan Yargıtay kararlarında, özellikle soruşturma birimlerince düzenlenen raporlardan hareketle ve soruşturma/kovuşturma süreçlerinde ulaşılan olgu ve deliller dikkate alınarak -FETÖ/PDY’nin örgütlenme şekli ve diğer özellikleri de gözönünde bulundurulmak suretiyle- ByLock iletişim programıyla ilgili bazı tespit ve değerlendirmelere yer verilmiştir. Yargıtay kararlarında ve ByLock’a ilişkin olarak soruşturma safhasında düzenlenen raporlarda yer alan ByLock uygulamasının kurulması ve kullanılması ile ilgili tespit ve değerlendirmeler aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

i. ByLock, internet üzerinden haberleşmeye imkan veren bir uygulamadır. Uygulamaya erişim sağlanabilmesi için internet üzerinden (online) bağlantı gereklidir. Kullanıcılar, internet bağlantısının olmadığı zamanlarda mesaj, e-posta ve veri aktarımı gerçekleştirememektedir.

ii. -ByLock Analiz Raporu’na göre- ByLock 2014 yılının başlarında genel uygulama mağazalarında yer almış ve 2016 yılının ilk aylarına kadar çeşitli versiyonlarla kullanılmıştır. Adli ve teknik raporlarda -açık kaynak araştırmalarından edinilen bilgilerden hareketle- ByLock yazılımının Android işletim sistemli telefonlar için Google Play ve IOS işletim sistemli telefonlar için Apple Store’dan indirilebilecek şekilde yayımlandığı belirtilmiştir. Program, Google Play’de 2014 yılının başlarında kullanıma sunulmuş ve 2016 yılının ilk aylarına kadar çeşitli versiyonlarıyla kullanımda bulunmuştur.

iii. Adli ve teknik raporlara göre ByLock uygulamasının Android işletim sistemi üzerinde çalışan 1 serisi ve 2 serisi olarak adlandırılabilecek iki temel sürümü bulunmaktadır. ByLock uygulamasına ait serilerin Google Play ve Apple Store’dan indirilmesi noktasında bir farklılık yoktur. ByLock Analiz Raporu’nda ByLock’un versiyon bilgilerine ve güncelleme tarihlerine ayrıntılı şekilde yer verilmiştir. Anılan rapora göre ByLock sürümleri arasındaki temel farklılık, giriş şifresinin basitten karmaşığa dönüştürülmesinden ibarettir. Bir kimsenin programı indirmesinin akabinde başka biriyle iletişim kurabilmesi için yapılması gerekenlerle ilgili olarak versiyonlar arasında esaslı bir farklılık bulunmamaktadır.

iv. ByLock uygulamasına kaydolmak için öncelikle programın yüklenmesi gerekmektedir. Ancak ByLock uygulamasının kullanılması için cihaza yüklenmesi yeterli değildir. ByLock uygulaması ilk kez çalıştırıldığında kullanıcının karşısına kayıt olma veya oturum açma seçeneklerinin bulunduğu bir ekran çıkmakta, kullanıcıdan kullanıcı adı ve parola üretmesi istenmektedir.

v. Kaynak kod incelemelerinden uygulamanın desen çizerek giriş şifresi oluşturma özelliğinin de bulunduğu belirlenmiştir. Bundan dolayı kullanıcı adı ve parola oluşturulmasının akabinde kullanıcının ekranda rastgele parmak hareketleri yapma gibi yöntemlerle bir kriptografık anahtar üretmesi ve bu bilgilerin uygulama sunucusuna kriptolu olarak iletilmesi de gerekmektedir. Bu şekilde ByLock iletişim sistemine dahil olan kullanıcıya sistem tarafından otomatik olarak özel bir kayıt numarası (user-ID numarası) atanmaktadır. Oluşturulan numara benzersiz (unique) bir numara olup bu sayıya ardışık olan sayılar yeni gelen kullanıcıya atanmaktadır. Böylece kullanıcı bilgilerinin ve iletişim güvenliğinin azami şekilde korunması sağlanmaktadır.

vi. ByLock’a ilişkin olarak kullanıcı hesabı oluşturulması sırasında kişiden özel bir bilgi (telefon numarası, kimlik numarası, e-posta adresi gibi) talep edilmemekte, global ve ticari nitelikteki benzer uygulamaların aksine kullanıcı hesabını doğrulamaya yönelik bir işleyiş de (SMS şifre doğrulaması, e-posta doğrulaması gibi) bulunmamaktadır. Adli makamlara göre bunlar gerçek kullanıcıların tespitini zorlaştırmak amacıyla alınmış önlemlerdir.

vii. ByLock uygulamasının parola kurtarma kısmı bulunmamakta, parolanın unutulması halinde programı kullanmak isteyen kişinin yeniden sisteme kaydolup yeni bir user-ID numarası alması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle her yeni kayıtta kullanıcıya yeni bir user-ID verilmektedir. Dolayısıyla tek kişinin birden fazla user-ID’ye sahip olması mümkündür. Örneğin ilk user-ID’si 54334 olan kişinin ikinci user-ID’si 183441 olarak tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra kişinin programı kullandığı cihaz dışında başka bir cihazda farklı kullanıcı bilgileriyle yeni bir user-ID alarak kullanması veya örgüt içinde başka bir göreve getirilmesinden dolayı sisteme yeniden kayıt olması gibi nedenlerle de aynı kişinin birden fazla user-ID’ye sahip bulunması da mümkündür.

viii. Kayıt işlemi, sistemde kayıtlı kullanıcılarla iletişim kurmak için yeterli değildir. ByLock iletişim sistemi üzerinde telefon numarası veya ad-soyadı bilgileri ile arama yapılarak kullanıcı eklenmesi mümkün olmamaktadır. Uygulama, telefondaki kişi listesi ile senkronize olmamaktadır. Diğer bir ifadeyle ByLock iletişim sisteminde -yaygın uygulamaların aksine- telefon rehberindeki kişilerin uygulamaya otomatik olarak eklenmesi özelliği bulunmamaktadır.

ix. Kullanıcıların haberleşebilmesi için öncelikle her iki tarafın çoğunlukla yüz yüze veya bir aracı (kurye, başka bir mesajlaşma programı, mevcut ByLock kullanıcısı gibi) vasıtasıyla karşılıklı olarak birbirlerinin kullanıcı adlarını/kodlarını öğrenmeleri ve her iki tarafın diğerini arkadaş olarak eklemesi gerekmektedir.

Yaygın ticari uygulamaların aksine kullanıcı adı/kodu bilinmeyen bir kişinin diğerinin kişiler listesine eklenmesi ve onayı alınmadan onunla iletişime geçilmesi mümkün değildir.

x. -ByLock Analiz Raporu’nda yer aldığı şekliyle- 68555 User-ID ile 462950 User-ID numaralı ByLock kullanıcıları arasındaki 27/12/2015 tarihli ve 21.12 saatli mesaj içeriğinin “abi bu mesajın üzerine tıklayıp indirin, son[m] dosyalardan by lock downloadsatan yüklersiniz, kendi şifrelerininzi oluşturup beni eklersiniz 176299, eklerken a secretyou both share 1234 yazarsanız” şeklinde olduğu tespit edilmiştir. Mesajdaki “a secret you both share 1234” ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla ByLock arkadaş listesinde eklenebilmek için karşı tarafın kullanıcı adını bilmenin yanında sistem tarafından atanan ya da atanması kullanıcıdan istenen bir şifrenin de bilinmesi gerekmektedir.

41. ByLock’un yüklenmesi ve kullanılması sürecine ilişkin yukarıda yer alan tespit ve değerlendirmelerle ilgili olarak adli soruşturma veya kovuşturmalarda elde edilen ifadelerin/beyanlarm ilgili kısımları aşağıdaki şekildedir:

i. Şüpheli A.A.nın 28/12/2016 tarihinde Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“2014 yılının Mart ya da Nisan ayında artık görevli şahısların ByLock isimli yazışma programını kullanılması istenildi, bu durumu bize yine Bölge ED’si [Eğitim Danışmanı] iletti ve yapılan bölge ED toplantısında bu programı internetten ya da blueto[oth] yoluyla benim telefonuma kurdu, … il birim sorumluları bu programı kuruyordu ve herkes bir alt kademesindeki görevlilere bu programı kurdu ve iletişim ağı genişledi. ByLock programı bütün herkese kurulmadı daha çok üst kademedeki görevlilere kuruluyordu. Zamanla birbirinden gören alt kademedeki görevliler de bu programı kullanmaya başladılar. Bildiğim kadarıyla bu programı hususi birimler kullanıyordu ve sonradan bölge birimlerine dağıtıldı. Bu program karşılıklı birbirlerini ekleyen şahıslar tarafından kullanılıyordu, otomatik olarak ID numarası veriyordu.”

ii. Şüpheli E.G.nin Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/8111 sayılı soruşturması kapsamında 21/10/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Son üç yıl içerisinde süreç kriz ortamına girdikçe cemaat tedbir konusunda baskısını artırmaya başladı. Bu tedbirlerin en üst seviyelerinden birisi olan ByLock’tan 7-8 ay kadar önce haberim oldu. 2015 yılından buyana Gaziantep Bölge Toplantıları tedbir amacıyla yoğun katılımlı yapılmadığı için bu toplantılara giden İl ED’leri bölge tarafından ByLock kullanımı konusunda talimattandır ilmiş, bu talimatlardan dolayı İl ED’si …bu programın kurulu olduğu hafıza kartını bayan ED [D.B.K.İ.ye] vermiş, o da bana bölgenin talimatı olduğunu, elindeki ByLock programını yüklemem gerektiğim söyleyince kendisi tarafından telefonuma kurulmak suretiyle kullanmaya başladım. Bylock programı ile birlikte telefon sıfırlama programı ve şifreli not tutma programı telefonuma yüklendi. Cemaat talimatı ile kağıtlara yazılacak dokümanların olası polis operasyonunda ele geçirilmesini önlemek için telefona kurulan bu program ile cep telefonuna yazılabileceği, dolayısıyla polis operasyonunda herhangi bir doküman bulunamayacağı söyleniyordu … [B]ayan ED [D.B.K.İ.nin] söylediğini merak edip telefonuma kurulan bu programı uyguladığımda saniyeler içinde telefonumun kendini sıfırladığını, programın da kendisini de sildiğini, telefonun fabrikadan alınan ayarına geriye döndüğünü gördüm … Program kurulduğu zaman kurulan telefona bir İD verir. Bir kişi eklemek istenirse Ekleme sekmesi açılır, kaydedilecek kişinin İd’sinin girilmesi istenir, eklenecek kişinin 6 haneli rakamlardan oluşan İd’si yazılır, alttaki satırda ‘ekleyeceğiniz kişinin adı’ bölmesine hatırlayım isim yazılır, cemaat kod isim kullandığı için genelde bu sistemde kişinin kod adı girilir. Bir alttaki satırda da ‘ekleyeceğiniz kişiyle aranızdaki anahtar kelime’ ibaresi yazılı haneye müşterek bir rakam yazılması isteniyor. Öyle ki bize bu rakam ne kadar uzun tutulursa sistemin çözülme ihtimalinin o kadar zor olacağı söyleniyordu. Bu rakam da girildikten sonra en alt butonda ‘davet et’ butonuna basınca eklenecek olan kişinin telefonuna mesaj ulaşıyor. Mesaj açılınca ‘doğrulama gir’ butonu ile anahtar kelimenin girilmesi isteniyor. Anahtar kelime de müşterek belirlendiği için program eklenecek olan telefona anahtar kelime girilerek eklenmiş olunuyor.

ByLock programı öğrendiğim kadarıyla daha önce özel hizmet birimleri tarafından yani askeri personel, emniyet personeli, hakim ve savcı ya da adliye personeli tarafından kullanılıyormuş, sivillere geçişi bir yıl kadar önce olmuş. Bu program telefonumuza kurulurken cemaat bize ‘bizim ahilerin geliştirdiği bir program, güvenli’ dedi. Bu programın Whatsapp gibi grup kurma özelliği mevcut olduğundan bir dönem krizden dolayı cemaatin tedbiri sebebiyle Gaziantep bölge toplantıları yapılamadı, bir defasında bölge ED ’leri il ED’leri ile daha önce saat vermek suretiyle belirlenen saatte bu şekilde toplantı dahi yaptılar, ben buna şahit oldum. Telefonunda ByLock programı olan kişinin cemaat içerisinde belli bir konumda olması, yani üst görevde olması gerekir. …

ByLock kurulu olan telefon makinesinde sim kart olmasına gerek yoktu, cemaat zaten bu konuda da ikaz ediyordu. İnternet hattı olan modem wi-fı aldırdılar, onu da başkasının adına aldırdılar, bir süre öyle bağlandık, hatta tedbir konusunda daha ileri giderek modem wi-fiyi de kullanmamamız, internet cafelerya dawi-fisi açık olan işyerlerinden bağlanmak suretiyle kullanmamız bile söyleniyordu. ByLock yazışma programı olduğu için cep telefonu dışında masa üstü, tablet gibi bilgisayarlara da yüklenebiliyor diye biliyorum. Birde şimdi hatırladım ByLock yüklenen flashta bir program daha vardı, o da VPN yazılı bir programdı, onu da telefona yükleyince ByLock’a girilmeden önce bu programı açınca telefonun ekran üst kısmında bir anahtar resmi çıkıyor, o programın çalıştığını gösteriyor, sonra hangi ülke ismi girilirse, internete o ülkeden girilmiş gibi gösteriliyor. Bize verdikleri programlar içerisinde bu da vardı.”

iii. Şüpheli E.K.mn Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/6898 sayılı soruşturması kapsamında müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“ByLock kullanımı 2014 Nisan ayı gibi başladı. ByLock programının kullanılacağı ‘gündem’ olarak geldi. O dönemde BBTM [örgüt yapılanmasında Büyük Bölge Talebe Mesulü] idim. Yanlış hatırlamıyorsam eğitim danışmanımız (ED) [A.A.] söylemişti. Büyük ihtimalle ben de gündemi BTM’lerine [örgüt yapılanmasında Bölge Talebe Mesulü] iletmiştim … ByLock ilk zamanlarda Play Store’den indirilip yükleniyordu. Sonrasında uygulama paylaşması yöntemi ile telefondan telefona aktarılarak yüklendi. Ben de Play Store’den indirip telefona yüklemiştim. Program ilk çalıştırıldığında otomatik bir ID numarası görünüyordu. Şifre belirleyip telefona girilerek program çalıştırılıyordu. ByLock’un çalışması için herhangi bir VPN programının da yüklenip çalıştırılması gerekiyordu. VPN yüklü de olsa çalıştırılmamış ise ByLock çalışmıyordu. Programın kurulması için GSM numarası, kimlik numarası, isim vb. gibi herhangi bir bilgi girilmesine ihtiyaç duyulmuyordu. Haberleşmek istediğimiz kişiye ID numaranızı veriyordunuz. Karşıdaki kişi de kendi id numarasını size söylüyordu. Karşı taraf sizin id numaranızı girdiğinde sizin telefonunuza herhangi bir uyan ve bildirim gelmiyordu. Sizin de diğer tarafın İD numarasını girmeniz halinde iletişim sağlanabiliyordu. Karşı tarafın ID numarası bilgisi ile birlikte programın rehberine istenilen isim girilerek rehber kaydı sağlanıyordu. Rehberinizde kayıtlı bulunan kişilere toplu mesaj gönderme olanağı bulunuyordu. Yalnızca yazılı mesajlaşmaya izin veriyordu. Cep telefonu yanında tablet bilgisayarlara da yükleyip kullananlar vardı. Cep telefonuna takılı GSM hattına ait ya da WI-FI sayesinde ADSL gibi başka bir internet servis sağlayıcısına bağlanılarak internete girilmek suretiyle mesajlaşmaya izin veriyordu. … 2015 sonlarına kadar bu program kullanıldı. Program vasıtasıyla gelen mesajlar 3 gün sonra otomatik olarak siliniyordu … Kendi ID numaranız ve şifreniz ile ByLock kurulu bulunan başka bir telefon ya da tablet bilgisayar vasıtasıyla ByLock sistemine girmeye ve mesajlaşmaya izin veriliyordu. … 2015 sonlarında ByLock’a girmek istediğimiz halde giremedik. ByLock’un kaldırıldığı söylendi. Kim kaldırdı, neden kaldırıldı kimse söylemedi.”

iv. Şüpheli A.M.nin Siirt Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/154 sayılı soruşturması kapsamında 8/12/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Hatırladığım kadarıyla 2014 yılı Eylül ayında bu şahıs benim telefonuma ByLock isimli programı bluetooth ile benim telefonuma yükledi … Hatırladığım kadarıyla 2015 yılı Mart – Nisan ayında [E.] bize ByLock programının deşifre olduğun\\i\, güvenli olmadığını söyleyip, telefonlarımızdan Bylock’u sildirdi … ByLock o dönem cemaate mensup herkese yüklendi.”

v. Şüpheli H.K.nın Siirt Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/3196 sayılı soruşturması kapsamında 27/11/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“[A.] kod ismini kullanan [A.] … 2015 yılı içerisinde bana ‘biz artık bu program ile iletişime geçeceğiz, telefon kullanmayacağız’ diyerek… cep telefonumu alarak bir program yükledi …Bu programda ekleyeceğim kişilerin telefon rehberimde kayıtlı olup olmaması önemli değildir. Bendeki programda birini ekleyeceğim zaman programdaki (+) işaretine bastığımda bu programdaki kayıtlı adını soyadı ya da kodu ne ise o yazılır, sonraki aşamada kimi ekleyeceksek o kişinin şifresini de yazmamız gerekir. istenen bilgileri girdikten sonra en son onaylama kodu olarak 1 yazılır. Bu aşamadan sonra kaydetmek istediğim kişiye de onay mesajı gider. O kişi de onaylama kodu olarak 1 yazınca ByLock listelerinde birbirlerini eklemiş olurlar.”

vi. Şüpheli E.E.nin Kırşehir Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/184 sayılı soruşturması kapsamında 13/1/2017 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Hatırladığım kadarıyla 2015 yılında Memur mütevelli heyeti başkanımız [S.B.nin] yönlendirmesi ve talimatı verdi… [S.] bize Google play store’dan telefona güvenlik amaçlı hatırladığım kadarıyla ‘Süper VPN’ diye bir programı indirtti, daha sonra yine Google play store’dan ByLock programını indirtti, öncelikle ‘Süper VPN’ programım aktive ediliyor, daha sonra ByLock ilk açıldığında bir şifre oluşturuluyordu, kendine bir nickname oluşturulur, sonra ekrana rastgele bir şekil çiziliyor ve program açılıyor, programda grup oluşturma işlemi; bir barkod okuma işlemiyle, birde nickname girilerek yapılırdı, kişiler eklenir, mesaj gönderileceği zaman teke tek veya toplu grubun hepsine mesaj gönderilebilirdi, bu programın çözülemeyen şifreli bir program olduğunu karşılıklı birbirimize mesaj gönderebileceğimizi, kimsenin bu programı çözemeyeceğini söylendi.”

vii. Şüpheli M.K.nın Giresun Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/5772 sayılı soruşturması kapsamında 23/10/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“2015 yılı içerisinde [R.Y.] isimli şahıs … [b]ana ‘rahat konuşamadığımız durumlar için bir program var. Bunu senin programıma yükleyeceğim’ dedi. Ben de olur dedim. Bu şahıs kendi telefonundan benim telefonuma bluetooth yoluyla ismini yüklendikten sonra öğrendiğim BYLOCK programının setup’ını gönderdi. Kurulumunu da benim telefonum üzerinden kendisi yaptı … İlk olarak benim bu programı üzerinde görüşme yapmam için bu şahıs kendisini ekledi… Bu program üzerinden sadece beni bir yerlere çağırdıkları zaman konuşuyorduk. Bunun haricinde rutine binmiş bir konuşma, sohbet ortamı gibi bir durum yoktu. [R.Y.] isimli şahsın bahsettiği gibi takip edilmemek üzere kurulmuş ve görüşme yapılan bir programdı. … Bu programı kullanmak (İ)çin ilk önce konuşacağın kişinin ID’sini eklemek gerekiyordu. Sonrasında ise konuşmak için karşılıklı olarak iki kişinin bildiği bir kod vardı. Bu kodu bir kez girdikten sonra bu kişiyle sürekli olarak görüşme yapılabiliyordu. Görüşmeler ise 24 saatte bir [s]iliniyordu.”

viii. Şüpheli A.M.nin Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 17/10/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“17/25 Aralıktan sonra sohbetlerin azaltılması üzerine üyeleri motive etmek ve kopmalarını engellemek için BYLOCK isimli bir program ortaya atıldı. Bununla ilk defa [H.] Yurdunda bir toplantıya gittiğimizde bana anlatıldı. 2014 yılında [Y.C.] tarafından ildeki sorumlular [H.] Yurduna çağrıldı. Burada 14 tane çeşitli kuramlardan sorumlu cemaat yöneticisi olarak toplanmıştık … Bize burada daha önce tanımadığım bir kişi BYLOCK sistemini anlattı. Telefonlarımızı alarak bize Bluetoothdan bir link gönderdi. Benim … hattıma bahse konu program[ı] yükledi. Daha sonra çeşitli işlemler yaparak giriş şifresini verdi. Bize yükledikten sonra başkalarını nasıl ekleyeceğimizi, sisteme nasıl dahil edeceğimizi anlattı… Toplantıdan sonra bize güvendiğiniz kişilere bunu yükleyiniz dediler … Burada yazışma olduğunda rumuz adı görünür ve yapılan konuşma 24 saat [i]çerisinde otomatik olarak kendiliğinden silinirdi.”

ix. Şüpheli E.D.nin Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/8112 sayılı soruşturması kapsamında 27/8/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“2013 yılında … il Emniyet İmamı olan [S.] Bey bana cemaatteki şahıslara internet ortamında bulunan ByLock isimli programı kurmasını ve bu program üzerinden görüşülmesi talimatını verdi. Ben o dönemde Google Play’dan bu programı indirerek kurdum. Bu program ilk etapta kullanıcı adı ve şifre oluşturmanızı ister. Bunları yaptıktan sonra program kurulur ilk açılışta parmağınız ile ekrana belirli bir süre desen çizer gibi hareket ettirmeniz sonrasında program aktif hale gelir ve açılır. Program açıldıktan sonra görüşmek istediğiniz kişinin kullanıcı adını ve karşılıklı eşleştirilecek şifre belirlenir ve bu şifre karşı tarafa da verildikten sonra kişiler birbirini ekleyerek görüşme sağlanır. Bu program görüntüden ziyade yazışma amacıyla kullanılır.”

x. Şüpheli A.I.nın Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 26/10/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“2014 yılının başında eşim … BYLOCK isimli şifreli mesajlaşma programını kurdu. Bu programı eşim kendi telefonuna da kurdu. Eşim bu programı Google Play üzerinden indirerek kurdu. Program mavi renkli prizma şekline benziyordu. Kullanılmak istendiğinde kullanıcı adı ve şifre istiyordu. Kullanıcı adını ve şifresini kendim belirledim. Harf ve rakamlardan oluşan en az 8 hane olarak girilmesi gereken bir şifreydi. Bu şifreyi ve kullanıcı adını kendim değiştirebiliyordum. Bu programı Hizmet içindeki irtibatı sağlamak, Fetullah GÜLEN’nin sohbet notlarını, bam teli programından notları, aramızdaki iletişimi sağlamak kısacası örgüte has konula[rı] buradan paylaşırdık … Benim bu yapı içerisinde olduğum zamanlarda üst konumumda bulunan [N.] isimli şahıs bana artık aramızda BYLOCK isimli program vasıtası ile irtibat sağlayacağız normal telefon üzerinden görüşmelerin sıkıntı yaratacağını söyleyerek programı kullanmamız gerektiğini söyledi.”

xi. Şüpheli İ.Y.nin Bayburt Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/1530 sayılı soruşturması kapsamında 9/1/2017 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Bayburt[‘t]a 2009 yılından 2015 yılına kadar fetullahçıların sohbet toplantılarına katıldım. Bu sohbetler esnasında Polis okulunda çalışan komiser yardımcısı [İ.A. ve M.Ç. nin] ByLock bulandıklarını duyuyordum … cep telefonuma Gülen cemaati [i]çerisinde bulunduğum guruptan sorumlu adını [H.] olarak bildiğim özelde bir öğretmen olan şahıs kendi cep telefonundan buluetooth yoluyla cep telefonuma simgesi vatsap olan özel [i] letişim programı yükledi … Bu program normal [Wh]atsap[p] programından farklıydı dışa kapalıydı sadece özel olarak yükleyen kişiler görüşürdü.”

xii. Şüpheli E.E.nin Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/8111 sayılı soruşturması kapsamında 27/12/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“2014 yılı Mayıs ayı dönemlerinde okuma salonları sorumlusu olan … [Y,] okuma evlerindeki sorumlu olan yukarıda adlarına da belirttiğim kişilerin toplantı sırasında telefonlarını topladı ve program kuruyoruz artık birbirimizle bu program üzerinden haberleşeceğiz dedi ve orada bulunan arkadaşlara ByLock programını yükledi ve bu programı açmak için herkese ayrı ayrı program açma şifre verdi. Bu programda herkese ait bir ID numarası vardır, karşı tarafı eklemek için bu ID numarasını girerek o kişiye istek gönderilir karşı taraf bu isteği açabilmesi için isteği gönderen kişinin ekleme şifresini de bilmesi gerekiyor, bu ekleme şifresini girdikten sonra kimin istek gönderdiğini görebilir ve kabul edebilir. Bu şekilde liste oluşturulur.”

xiii. Şüpheli M.A.nın Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/8111 sayılı soruşturması kapsamında 22/11/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı aşağıdaki şekildedir:

“Cemaat yapılanması içerisinde bulman şahıslar ilk etapta Line, Coco, Whatsapp kullanıyordu. Son zamanlarda Cemaat içerisindeki bazı şahıslarda BYLOCK programı vardı … 2015 yılı [M]ayıs ayı içerisinde ben de akıllı telefon alınca [A.] İlçe imamı … benim telefonumu eline aldı ve PLAY STORE dan BYLOCK programını indirdi. Bunun yanı sıra BYLOCK programı[nı] açmak için de adını hatırlamadığım bir program daha indirdi… bu programı nasıl kullanacağım anlattı ve kendi adresini kayıt etti. Benim BYLOCK programına girmek için şifre oluşturmam gerektiğini söyledi ve şifre oluşturarak BYLOCK programına giriyordum. Bu şahıs telefonuma BYLOCK programını indirirken nasıl indirdiğini ve başkaca kullandığı teknik konuların olup olmadığını bilmiyorum.”

xiv. Şüpheli U.S.nin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/90080 sayılı soruşturması kapsamında 4/9/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Bu programı indirmemizi [M.Ö.] katıldığımız bir sohbette … deşifre olmamak adına ByLock isimli programı kullanmamız gerektiğini söyledi. [M.Ö.] ile yerini hatırlamadığım bir yerde buluştuk, bana kendi telefonundan bluetoo[i]h yolu ile bana bu programın APK dosyasını attı. APK dosyasını telefonumda açtığımda direkt kurulum ekranı geldi. Kurulumu yaptıktan sonra ekran açıldı, bir şifre belirlemem gerektiği için bir kullanıcı adı işe şifre belirledim…

1- Öncelikle bu programı kuracağınız kişi ile yan yana bulunmanız gerekiyor.

2- Bu programı kuracağınız şahısla yan yana geldikten sonra programın APK dosyasını blueetooth üzerinden gönderiyorsunuz.

3- Şahıs APK dosyasını kurduktan sonra siz bu şahsa kendinize ait ID numarasını söylüyorsunuz.

4- Şahıs ID numarasını da girdikten sonra kendisi bir şifre belirliyor ve bu şifreyi irtibat kurmak istediği şahsa söylüyor, irtibat kurulmak istenen şahısta kolay bir rakamı (ekseriyetle 1 kullanılır, bu numaranın belirlenmesinde bir özellik yoktur) size gönderir, siz bu şahıstan gelen talebi onaylama ekranını açtığınızda şahsın belirlediği şifreyi ve kullanıcı adını girerek bu şahısla iletişimi başlatabilirsiniz.

5- Sonuç itibari ile ID numarası ve şifreyi bilmeyen aynı zamanda APK dosyası da olmayan kimse bu programı kullanamaz.

6- Sisteme kaydedeceğiniz kişiye bir kullanıcı adı vermeniz gerekiyor, kullanıcı adı size bu şahsı öneren şahsın kaydettiği şekilde olmak kaydı ile yeni bir isim de verilebilmektedir.”

xv. Şüpheli Y.U.nun Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 12/8/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“ByLock yazışma programı 17-25 Aralık olaylarından sonra Fetullah GÜLEN cemaati içerisinde yaygınlaşan bir programdır. 17-25 Aralık olaylarından önce bu programın adım hiç duymamıştım. Ayrıca böyle bir programın kullanıldığını ne cemaat içerisinde ne de dışarıda duymamıştım. 17-25 Aralık olaylarından sonra O. Eğitim A.Ş’nin sorumlu müdürü ve [Ö.] öğrenci yurtlarının gayri resmi sorumlusu olan [S.B.] bana bundan sonraki cemaat içi görüşmelerin tedbir açısından ByLock programı üzerinden yapılacağını söyleyerek telefonumun Bluetooth’unu açmamı istedi. Ben de telefonumun Bluetooth’unu açtım, kendi telefonundan Bluetooth üzerinden benim telefonuma bir data dosyası gönderdi… Program açılınca kullanıcı adı ve şifre belirlenmesini istedi, yeni bir kullanıcı adı ve şifre belirleyerek giriş yapınca program otomatik olarak hatırladığım kadarıyla 5-6 rakamdan oluşan bir İD numarası verdi … Bu programa kişi eklemenin bu şekilde yapıldığı[nı] öğrendim. Bu programın sadece internet üzerinden yazışmalarda kullanıldığını, sesli ve görüntülü görüşmenin yapılamadığı bir program olduğum, bu programın internetten hiçbir şekilde indirilemediğini, programın sadece Bluetooth üzerinden data dosyası olarak gönderilerek kurulabildiğini bana bizzat göstererek anlattı. ByLock programı telefonun ekranı üzerinde \G]mail’ olarak gözüküyordu ancak [G]mail programına tıklandığı zaman ByLock programı olarak açılıyordu. Bu programın Fetullah GÜLEN cemaati tarafından oluşturulduğunu sadece cemaat mensuplarınca bilinip kullanıldığını söyledi. Bende bu şekilde programın nasıl kurulduğunu ve çalıştığını öğrendim.”

xvi. Şüpheli A.K.nın Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 20/8/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Cemaat içerisinde önemli üst düzey görev yapan kişiler, eyalet imamları, büyük bölge imamları, rehberlik servisinde görev yapan kişiler BYLOCK programını kullanırlardı. Benim gibi alt kademede bulunan Bölge İmamları ile normal telefon ile görüşürlerdi ancak bir ara [H.Y.] tüm Bölge İmamlarına telefonlarına BYLOCK programım yüklemelerini söyledi. Bölge İmamları telefonlarına bu BYLOCK Programını yükledi. Bu programı yüklemem için

H. Y. bana referans oldu, telefonuma bluetooth üzerinden kuruldu.”

xvii. Şüpheli İ.S.nin Samsun Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 23/10/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Ben [S.] iline kadar örgüt içi gizli haberleşmede kullanılan BYLOCK programından haberdar değildim, Zaten ByLock Programı 2014 yılı Mart aylarında ilk olarak örgüt içerisinde kullanılmaya başlandı. Bu programı benim cep telefonuma ilk olarak [İ.T.], kendi telefonundan bluetooth aracılığı ile yüklemişti, bana artık telefon ile haberleşmenin yapılmayacağını, tüm görüşmeleri bu program üzerinden yapacağımı söyledi, daha sonra ben grup imamlığına getirildiğimde de grup üyelerime bu programı yüklemem söylendi, bunun üzerine grup üyelerime artık telefon ile görüşmeyeceğimizi, örgüt içerisinde görüşmelerimizi yapmamız için BYLOCK programının geliştirildiğim söyleyerek, bu programı telefonlarına yüklemeyi teklif ettim.”

xviii. Şüpheli A.A.nın Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/14839 sayılı soruşturması kapsamında 15/2/2017 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Hatırladığım kadarıyla 2015 yılının yaz aylarında … Askeri Lise öğrencilerinden sorumlu olmam görevinin verilmesiyle BYLOCK programını telefonuma yükledim. Toplantı esnasında [S. A.nın] telefonunu [F. U.] aldı ve blu[etooth] üzerinden … telefonuma kurulum dosyası gönderdi. Benim telefonum [P.]daydı. Gelen dosya üzerinden … kurulumu gerçekleştirdi ve telefonu bana verdi, programa tıklayınca kullanıcı adı ve şifre istiyordu. Bu bilgileri girdikten sonra program açılıyordu. Benim kullanıcı adım ilk önce kod adım [A.] askeri öğrenciler ile ilgilenmeye başladıktan sonra yeni kod adım olan [Z.I.] Bir başkasıyla haberleşmek için referans kodu gerekliydi. Bu referans kodunu listeye görüşmek için eklenecek şahsa önceden bildirmek gerekliydi. Bu şekilde bir başkasına BYLOCK üzerinden görüşme üzerinden gönderildiğinde karşı taraf daha önceden görüşülüp belirlenen referans kodunu girerek görüşme isteğini kabul eder ve bundan sonra BYLOCK üzerinden haberleşmeye başlanırdı. ByLock ile beraber telefonuma VPN adı verilen bir program yüklendi. ByLock programını açmadan VPN’yi açıp VPN üzerinden [B]yLock programını giriyorduk. Bu konuyu [F.U.] bana bu şekilde daha güvenli olduğunu söyledi.”

xix. Şüpheli M.T.nin Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/14839 sayılı soruşturması kapsamında 18/1/2017 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“BYLOCK’u2016 Ocak sonuna kadar kullandık… BYLOCK kullanımı esnasında benim öğrenebildiğim kadarı ile program şöyle çalışıyordu, her kullanıcının bir kodu vardı, bu kod program rehberine tanımlanıyordu, [A., C., H.] ve grubumdaki [polislerden [E.] benim program rehberimde tanımlıydı, bu rehberden kimin ile mesajlaşmak istiyorsam program mesajlaşmaya başlarken bir kod oluşturuyordum, bu kodu karşıdaki kişiye veriyordum, karşıdaki kişi bu kodu girdiğinde mesajlaşma başlıyordu.”

XX. Şüpheli S.D.nin Karaman Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 24/10/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Play Storeden bu programı indirerek kurdum. İlk önce VPN yi çalıştırıp daha sonra ByLock Programına girdim… Bylock programı yapı içerisinde sohbet yapılacak yer ile ilgili veya öğrenci isimleri ile ilgili gibi gizli görüşmeler buradan yazışma şeklinde yapılıyordu. Bize her türlü yazışmayı buradan yapabileceğimiz söylendi. Bu programı 2015 yılı içerisine kadar kullandık. 2015 yılında ise güncelleme geldi. Ama bu güncelleme Play Store den inmiyordu, APK olarak örgütün üst düzey sorumluları alt kısımda bulunan şahıslara veriyordu. Bana da aynı şekilde [A. Y.] kendi telefonundan Bluetooth vasıtasıyla benim telefonuma yükledi. Bana da kendi aranızda bu şekilde yükleme yapın demesi üzerine benim sorumluluğumda olan yukarıda adı geçen şahıslara tekrar yükleme yaptım. Bu işlemden 1 ay kadar sonra WhatSapp görünümlü ByLock Programının geldiğini [E. (K) A. Y.] bana söyledi. Aynı şekilde benim telefonuma yükleme yaptı. Bende arkadaşlarıma aynı şekilde yükledim. Sorumlu olduğum kişilere bu programı yüklemek yasaktı…Bu programı BTM’ler, İLCİLER ve daha üst mertebelerde bulman şahıslar yükleyebiliyordu. 2015 yılı Aralık ayında VPN ile de bu programa girilemiyordu. [E. (K) A. Y.] bana programın deşifre olduğunu artık kullanmayacağımızı söyledi.”

xxi. Şüpheli A.B.nin Denizli Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/4259 sayılı soruşturması kapsamında 13/2/2017 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“[Ç.] isimli şahıs benim … telefonuma yanlış hatırlamıyorsam Blueto[o]th üzerinden yükledi. Tüm ku[ru]lumu şi[f]re alma işlemlerini kendileri yüklediler ben hangisinin programı aktif ettiğini bilmiyorum. Ben yanlarına gittiğimde benim elime bir kağıt verdiler üzerinde kullanıcı adı ve şifre vardı … [İ. K. ile Ç.] isimli şahıs ilçede BYLOCK programım örgüte yakın olan kişilere kuran şahıslardır. Tüm ilçedeki şahıslara BYLOCK programım bu kişiler kurmuştur… Bu program ilk zamanlarda il ve ilçe a[b]ileri gibi üst seviye olan kişiler tarafından kullanılmakta idi. Sonrasında gündem dediğimiz bir bildiri geldi D. ilindeki kişilerin gevşek olduğunu her şeyin telefon üzerinden konuşulduğunu bu nedenle bu programın yüklenmesinin istenildiğini söyleyerek bu program telefonuma yüklendi … Telefona yüklenen programın ikonu mavi renkli idi üzerinde bir yazı yazdığını hatırlamıyorum ancak altında BYLOCK ibaresi vardı. Bu ikona tıkladığı zaman bir ekran açılır USERNAME ve altında PASWORD ibaresi çıkıyordu. Buradan bana verilen şifreyi girerek programı çalıştırıyordum. Düz bir ekran çıkıyordu. Sayfanın üstünde ekranı siler gibi sağa sola birkaç kez parmağımı gezdirince program açılıyordu. Kullanıcılar karşıma çıkıyordu… BYLOCK isimli program her iki tarafta da yüklü olsa bile BYLOCK isimli program üzerinden bir soru sorulsa bile karşı taraf cevap vermez ilk önce soruyu soran kişi KAKAO isimli program üzerinden karşı tarafı arar uzun uzun çaldırır karşı taraf meşgule alarak BYLOCK üzerinden cevabı yazardı …İl merkezinde özellikle üst düzey olan kişiler tarafından telefonlarında iki ayrı BYLOCK programı yüklü idi. Biri içerisinde açıklayabileceği tanıdığı örgütle alakası olabilecek ancak açıklayabileceği kişiler bulunur. İkinci BYLOCK programında ise görevi ve görev [i]le ilgili kişilerin bulunduğu ikinci bir program yüklüdür. Polis yakaladığı zaman birinci programı gösterir isimli bayan bize iki ayrı BYLOCK programı kurmamızı ve bu şekilde kullanmamızı tavsiye ettiği için biliyorum.”

xxii. Antalya 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 1/11/2017 tarihli ve E.2017/275, K.2017/83 sayılı kararında yer aldığı şekliyle M.O.nun kovuşturma evresindeki savunmasının ilgili kısmı şöyledir:

“[B ]en ByLock programını kullandım, bu programı 2014 yılı yaz aylarında Google play store dan indirdim, Gmail hesabımı yazar ak ByLock yazdığınızda bu program cep telefonuna indiriliyordu, cep telefonuna indirilip kurulduktan sonra bu program bana bir ID numarası verdi, bir başkasıyla yazışabilmek için o kişinin ID numarasını bilmek ve programa işlemek gerekiyordu … bu programı indirdiğim dönemde cemaat içerisinde o dönemde böyle bir program kullanıldığını cemaatten arkadaşlardan duydum. ByLock programından bu şekilde haberdar oldum, anlattığım şekilde internetten indirdim, kurdum ve kullandım … 2 ayrı cihazda farklı ID numaraları ile farklı şekilde [B]yLock kullanılırsa 2 ayrı isim verilmiş olunur.”

xxiii. Samsun 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 23/3/2018 tarihli ve E.2017/52, K.2018/103 sayılı kararında yer aldığı şekliyle F.M.nin soruşturma aşamasında alınan ve kovuşturma aşamasında da içeriğini kabul ettiği ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“2010 yılı Aralık ayında, hususi birim diye nitelendirilen [A. ilinde] Emniyet içerisinde Akademili Amirlerden 94’lü devrelerin grup imamlığı yapmak itere [A.K.] tarafından görevlendirildim … ByLock programı kullanılmaya başlandıktan sonra … [F.nin] telefonuna ByLock programını yükledim ve bu program üzerinden haberleşmeye başladık … ByLock programı ilk çıktığı zamanlarda Google Play’de yoktu, [A.] bu programı benim telefonuma Bluetooth üzerinden yükledi, ben de [F.nin] telefonuna yine aynı şekilde yükledim, ancak bu programı biraz kullandıktan sonra [A.] bana programın Google Play üzerinden de indirilebileceğini söyledi, benim cep telefonumda bu program olduğu için ben hiç indirmedim, bu programın çalışma sistemi ise programı kurduktan sonra program otomatik olarak bir ID numarası veriyor, [b]en bu ID numaraları görüşeceğim kişi ile karşılıklı olarak kaydettiğimiz zaman birbirimiz ile görüşmeye başlıyoruz, bir kişi ile görüşmek için karşılıklı ID numaraları kaydedilmeden asla görüşme yapılamaz.”

5. ByLock Programının Genel Özellikleri

42. ByLock uygulamasına ilişkin olarak soruşturma birimlerince düzenlenen raporlar ve Yargıtay kararlarından hareketle anılan programın özellikleri şöyle özetlenebilir:

a. Mesajlaşma Özelliği

43. ByLock üzerinden anlık mesajlaşma yapmak mümkündür. Bu özellik, uygulama içinde birbirini arkadaş olarak ekleyen kişilerin aynı zaman diliminde ve karşılıklı mesajlaşmalarını sağlamaktadır. ByLock arkadaş listesinde eklenebilmek için karşı tarafın kullanıcı adının/kodunun bilinmesi gerekmektedir. Dolayısıyla kullanıcılar -yukarıda belirtilen yöntemle- başka bir örgüt mensubunu kişi listesine ekledikten sonra uygulama karşı taraftan onay istemekte, onayın verilmesi halinde bağlantı ve mesajlaşma mümkün hale gelmektedir.

44. Arkadaş ekleme ekranında nickname isimli bir alan daha yer almaktadır. Bu kısım, arkadaş olarak eklenen bir kişiye başka bir takma isim verilmesine imkan sağlamaktadır. Yargı kararlarında ifade edildiğine göre teknik raporlarda yer alan ve roster isimli tabloda saklandığı belirtilen veriler, kullanıcıların bu kısımda belirledikleri nicknamelerdir.

45. Yaygın kullanılan diğer mesajlaşma uygulamaları internet bağlantısı olduğu sürece arka planda çalışmaya devam etmekte ve mesaj geldiğinde kullanıcıya bildirimde bulunmakta iken ByLock uygulamasında -kullanıcının internet bağlantısı mevcut olsa dahi- mesajın alınabilmesi için cihazdaki programın açık (çalışır) halde olması gerekmektedir. Teknik ve adli raporlar ile yargı kararlarında ifade edildiği üzere kullanıcıya yük getiren ve kullanım zorluğu oluşturan, ayrıca işlevsel de olmayan bu özellik programın ticari kaygılarla hazırlanmadığına işaret etmektedir. Ayrıca anılan özelliğin gizliliği esas alan bir örgüt olan FETÖ/PDY’nin kendini ve üyelerini saklama çabasının bir yansıması olduğu değerlendirilmiştir.

46. Oluşturulan arkadaş listelerinde örgütle ilişkili kişiler yer almaktadır. Örneğin -ByLock Analiz Raporu’nda yer aldığı şekliyle- T.A. (user-lD:5176) isimli kişinin arkadaş listesinde bulunan 240 kişiden önemli bir bölümünün örgütün üst düzey yöneticisi olduğu, listede ByLock kullanıcısı olan eşi dışında dördüncü dereceye kadar herhangi bir akrabasının bulunmadığı tespit edilmiştir.

47. Soruşturma birimlerince çözümlenen mesaj içerikleri incelendiğinde mesajlarda örgüt mensuplarının tedbire ve gizliliğe önem vermelerinin istendiğine dair yazışmaların olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda çözümlenen mesajların neredeyse tamamının günlük konulara değil FETÖ/PDY’ye ait örgütsel temas ve faaliyetlere ilişkin olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca mesaj içeriklerinde ve arkadaş listelerinde, kişilerden genellikle örgüt içindeki kod adlarıyla bahsedildiği görülmüştür. Bu kapsamdaki mesaj içeriklerinin bir kısmı aşağıdaki hususlara ilişkindir:

i. Örgüt lideri Fethullah Gülen’in talimat ve görüşlerinin paylaşılması.

ii. FETÖ/PDY üyelerinden kimlere operasyon yapıldığına ve kimlerin deşifre olduğuna ilişkin bilgilerin paylaşılması, ayrıca yapılacak operasyonların da önceden bildirilmesi. Örneğin ByLock Analiz Raporu’nda yer aldığı şekliyle;

– 180428 user-ID ile 78138 user-ID arasında geçen 26/8/2015 tarihli ve 17.42 saatli mesajın “Kurumlara yönelik ekipler oluşturulduğunu duyduk Bu operasyon o operasyon mu acaba? “,

– 97204 user-ID kullanıcısı tarafından gönderilen 6/1/2016 tarihli ve 00.51 saatli mesajın “1 kasımda operasyon yapacaklarmış”,

– 359010 user-ID ile 482423 user-ID arasında geçen 16/12/2015 tarihli ve 00.07 saatli mesajın “ahi bu birimde bilgi alacak bir kişi varmış duyulursa orayı dağıtırlar diyorlar. [Ç]ok hassas abi”,

– 359931 user-ID ile 235342 user-ID arasında geçen 6/12/2015 tarihli ve 22.27 saatli mesajın “yarın operasyon olacak medyaya ihtiyaç olacak ona göre hazırlığınızı ancak operasyon olacağını kimseye söylemeyin”,

– 154559 user-ID ile 177112 user-ID arasında geçen 15/1/2016 tarihli ve 08.07 saatli mesajın “Değerli abiler, TR’deki gözaltına alınmalarında farklı farklı kişilerde 1 $’lar çıkınca nedenini sorguladıkların da meselenin Büyüğümüzden geldiğiyle ilgili olduğunu çözmüşler. Dolayısıyla bize bakan yönüyle özellikle TR’ye gidip gelen arkadaşlar bu konuda hassas olsalar ve cüzdanlarında $ ve HE [Hoca Efendi] imzalı saatlerle girip çıkmasalar iyi olur, makul şüpheden dolayı problem çekmesinler İnşallah” şeklinde olduğu tespit edilmiştir.

iii. Operasyon yapılması ihtimali olan yerlerde bulunulmaması ve bu yerlerde olup örgüt için önemli dijital verilerin arama-tarama mesulü (ATM) olarak adlandırılan kişilerce önceden temizlenmesi. Örneğin 324030 user-ID ile 144401 user-ID arasında geçen 30/12/2015 tarihli ve 21.29 saatli mesajın “arkadaşlar İzmir de her tarafta ciddi araba ve üst – baş araması yapacaklar, bir hafta devam edecek, çok dikkatli olalım telefonlarımızın maillerinin sey[a]hat anında açık olmamasına, yanımızda hizmet adına hiçbir evrağın bulunmamasına dikkat edelim. Ayrıca cd ve pırlanta [Fetullah Gülen’in kitapları] olmasın” şeklinde olduğu tespit edilmiştir.

iv. Örgüt mensuplarının yurt içinde saklanması için yer temini ile yurt dışına kaçışı için yapılan organizasyonlar.

v. FETÖ/PDY’ye yönelik olarak yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanıkların hakim ve Cumhuriyet savcılarınca serbest bırakılmasının sağlanması (bu yöndeki bir karar süreci için bkz. Mustafa Başer ve Metin Özçelik; Hüseyin Korkmaz). Örneğin ByLock Analiz Raporu’nda yer aldığı şekliyle 76026 user-ID kullanıcısı olan eski hakim F.K.nın 203391 user-ID kullanıcısı sivil kişi S.G. ile görüşerek soruşturma dosyalarıyla ilgili bilgi verdiği tespit edilmiştir. Buna göre;

– 16/12/2015 tarihinde 21.35 ile 22.58 saatleri arasında atılan mesajların “Abi dosya yarın sevk edilecek”, “savcısı [İ.Ş.]”, “hakim yarın [H.] bey itirazına ben bakacağım”, “dosyada bilirkişi raporu yetersiz”, “1 aralık rövanşı çevre illerde de bekleniyor”, “inşallah bir sorun çıkmaz”… “3-5 tutuklu kalırlarsa yattıkları süreyi dikkate alıp bırakabilirim. Eğer diğer hakimlerdeki kanaat bugünkü gibi olursa hiç sorun olmaz”, “itiraz mutlaka bana gelecek” / “[A. ilinde] başka oper[a]syon görünüyor mu abi” / “Yarın sevk edilirse öbür türlü cuma zaten ben nöbetçiyim” / “bunlar bunu ayarlayıp ayarlamadığını göreceğiz abi” / “abi en ciddi dedikleri buymuş”, “[M.] hepsini bıraktı. [M.A] bey birisi hakkında tutuklamaya yönelik yakalama çıkaracak” / “savcı kimdi abi”, “bununla alakalı bir belgeye ulaşmamız mümkün mü”/ “Nasıl bir belge abi”…”

-18/12/2015 tarihli ve 21.54 saatli mesajın “Abi gelişmeleri yazabilir misiniz?”

– 20/12/2015 tarihinde 16.14 ile 19.34 saatleri arasındaki atılan mesajların “Abi …”, “1- Tutuklanan 5 kişi terör örgütünden mi …yoksa sahtecilik ve dolandırıcılık sucundan mı tutuklanmış 2- Serbest kalan kişiler hakkında savcılık tutuklanması için size mi itiraz etti”,

– 21/12/2015 tarihinde 00.40 ile 21.38 saatleri arasında atılan mesajların “abi tutuklamalar örgütten”, “bırakılan kişiler ile ilgili savcılık itirazı elimde yine örgütten tutuklama isteniyor. Bugün mutlaka karar vermem lazım, dosyalar inceleyip red ederim”, “abi yakalama talebini red ettim, talep eden iki kişiyi tahliye ettim, akşam üzeri idi tepkileri alamadım”, “bakalım yarın tepkiler nasıl olacak bu dosya sanırım benim odadan çıkmay[aca]k” şeklinde olduğu tespit edilmiştir.

vi. Kamu kuramlarında FETÖ/PDY aleyhine görüş bildiren veya yapılanmayla mücadele edenlerin fişlenmesi. Örneğin ByLock kullanıcısı olduğu tespit edilen şüpheli A.K.nın gönderdiği 14/2/2016 tarihli ve 22.27 saatli mesajın “… Hangi ilde hangi başsavcı, başsavcı vekili, savcı ve hakimler bu konuda şehvetli oldukları ve motivasyon kaynakları kimler olduğu tespit edilmelidir … Bunları da tespit etmek lazım ve gerekiyorsa deşifre etmek lazım” şeklinde olduğu belirlenmiştir.

vii. Deşifre olduğu düşünüldüğünde ByLock iletişim sisteminin kullanımına son verileceği ve Eagle, Dingdong ve Tango gibi alternatif programlara geçiş yapılacağının haber verilmesi.

viii. Himmet (FETÖ/PDY’nin mensuplarından düzenli olarak aldığı para için kullanılan tabir) toplantılarının gerçekleştirilmesi, görevinden uzaklaştırılan veya kamu görevinden ya da meslekten çıkarılan örgüt mensuplarına para temin edilmesi, ayrıca örgüt üyelerinin buluşma adreslerinin değiştirilmesi.

ix. Türkiye’yi terörü destekleyen ülke gibi göstermek amacına (örgütün bu amacına yönelik bir girişim için bkz. Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri) yönelik olarak faaliyette bulunan birtakım internet adreslerinin paylaşılması ve bu sitelerdeki anketlerin desteklenmesi.

x. FETÖ/PDY mensuplarının savunmalarında kullanabilmeleri amacıyla hukuki metinler hazırlanması ve bu kişilere müdafi temin edilmesi. Örneğin 14444 user-ID ile 18491 user-ID arasında geçen 1/1/2016 tarihli ve 14.33 saatli mesaj “Y16. CD 21.01.2016ya tutukluluk halinin devamına karar vererek duruşma günü vermiş … Süreci uzatma adına; 1- Reddi hakim, tahliye ve verilen kararlara yönelik itiraz mahiyetinde talepler ile heyeti karar veremez ve çalışamaz hale getirmek [B.] veya [Ö. ile] daha önce beraber çalışan heyette birileri varsa aramızda samimiyet veya husumet var, bunu reddediyorum denebilir [v]eya heyetteki her üye için ayrı ayrı ve farklı zamanlarda ‘siz örgütlü suçlarda çalışmadınız, çalışsanız şunu bilirdiniz, bunu bilmeyecek ne var’ gibi savunma dokunulmazlığı kapsamında sayılacak sözler sarf edilse, heyet hakaret suçu yönüyle suç duyurusunda bulunduktan sonra aramızda husumet oluştu sizi reddediyoruz denebilir. 2- İddianamenin tamamını (gerekirse TRT spikerine) savcıya okutmak. Bu bile epey zaman alacaktır 3- Talimatla dinlenen tanıklara soru sorma imkanı sağlanmadı, heyet huzurunda ve hazır bulunduğumuz sırada doğrudan veya segbis aracılığıyla dinlenilmesi talep edilmeli 4- Hakimi reddi için başvuran taraf avukatlarının tanık olarak dinlenilmesini istemek gerekir 5- Örgütle ilgili taşradaki tüm dosyaların incelenip onaylı suretinin bu dosyaya eklenmesi ve bur[a]daki bilgi ve belgelere karşı savunma yapmak için süre talep edilmeli 6- Tutuklamaya sevk için işlem yapan HSYK başmüfettişi ve bu olayın gelişimi sırasında bulunan tüm hakim ve savcı aktörlerin tanık sıfatıyla beyanlarının alınması istenmeli, (Somut olarak şu kişinin şu konuyla ilgili dinlenmesini istiyoruz denmeli) 7- Heyetin mahkeme kararlarının uygulanmaması ile ilgili belirleyeceği hukukçu bilirkişi tespit edilip tüm dosya tevdi edilerek yargısal karar nedeniyle hakim tutuklamanın hukuki bakış açılarının tespiti talep edilmelidir. 8- Talep reddedildiği takdirde biz bir sonraki duruşmaya hukukçu profesör … bilirkişiyi dinletmek istiyoruz denebilir. Duruşmaya gelip bu konuda bilirkişilik yapacak (avukat, öğretim üyesi, (yard. Doç. Dahil) en az 10 celse 10 farklı bilirkişi dinletilebilir. 9- Tüm beyanlar ve delilleri değerlendirmesi için yazılı uzman hukukçu bilirkişi almak için süre talep edilebilir. 10- Davaya konu olayla ilgili görsel ve yazılı medyada çıkan tüm yazı ve görüşler çıktı olarak alınarak dosya arasına girmesi sağlanmalı (Dosyayı daha da şişirme adına) 11- Dış basın ve yabancı hukuk derneklerinin davaları takibini sağlama adına aktif çalışma yapmak ve savunma pozisyonunda, balyozcuların, Ergenekoncuların ve Adnan hocacıların savunma argümanlarını yeni bir sıkıntıya sebebiyet vermeden, kolay lokma olunmadığım gösterme adına uygulamak gerekir kanaatindeyim ” şeklindedir.

xi. Hükümetin illegal şekilde nasıl devrileceğine, bunun için örgütle bağlantılı yargı mensuplarının ve güvenlik birimlerinin nasıl kullanılacağına, üst düzey kamu görevlilerinin nasıl istifaya zorlanacağına, medya organlarının ve sivil toplumun nasıl kontrol altına alınacağına dair planlamalar yapılması. Bu çerçevede bazı üst düzey örgüt mensuplarının kendi aralarında-Yargıtay 16. Ceza Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 24/4/2017 tarihli ve E.2015/3, K.2017/3 sayılı kararda yer aldığı haliyle- şu şekilde mesajlaştıkları tespit edilmiştir: “2000 kişiyi almadan düzelmez bu işler” seçimle falan olmaz” demiş HE [Hoca Efendi] / “Saraya yürüyüp O adamı taşlayıp indirmeden düzelmez” / “Aslında bir sabahlık işi var hepsinin” / “3 savcı yazacak iddianameyi, kolluk gücü olarak asker makul şüphe gözaltı yapacak” / “Hakimlerde 2.günü ayarlanıp iş bitecek” / “Kurul [Hakimler ve Savcılar Kurulu] üyelerini de alacan, medyayı da” / “1 günde toplar geçersin” / “1 hafta da her şey değişir” / “Gerisi artık ülkeyi ele almış olacaksın” / “17/25 i [17-25 Aralık soruşturmaları] niye yaptık o zaman” / “Hazırlık var şu an” / “Toplanacakların listesini oluşturuyorlar” / “Tam o tarz mı bilmiyorum belki direk asker girer” / “Yok ya kim çatışacak” / “Mısırdaki kadar bile olmaz” / “He [Hoca Efendi] aleyhim Allah Korusun ABD karar verirse tüm dünyada işler ciddi sıkıntıya girer” / “Geçen bahsettiğim bunları bir sabah” / “Toplayalım meselesini” / “Emn çi he ye [Hoca Efendiye] sunulması için proje haline getirip gönderdi”, “Bence son gücümüzle bir çıkış yapmak lazım” / “Kaç yıldır oraya çalışıldı” / “Bugün girmeyecekse” / “Ne yansıması burası çözülsün de” / “Beklemeye devam yani” / “Emn [Emniyet] kalsa asker girmeden biz bile hallederiz diyo[r]” / “Gözaltı olamayacakları güvenlik açısından ablukaya alacaksın” / “Sonra istifa ve y. [yurt] dışı” / “Hsyk üyeleri de öyle” / “İlk günü tüm medyaya kayyım” / “Manşetler uçurumdan dönüldü, kaos bitti vs manşet atacak” / “Şu andan 100 kat daha hukuki” / “Olmadı devlet benim kardeşim der geçersin” / “1 yıla toparlanır abi” /”Asker demek biz demek şu an abi” / “Harici kumsal bir ses yok orda”/ “Ama yine de he [Hoca Efendi] istese olur”, “1000 kişi toplansanız sabah yeter”, “Gözaltı yapılamayacakları da bakan vs” / “Can güven[li]ği açısından ablukaya alacaksınız tedbiren yani” / “Darbe olmamış olacak” / “Savcı verecek gözaltı kararlarını”, “Garnizonlara yazacak direk” / “1 savcı yeter” / “Gerisi kolluk gücünün işi” / “Bu çalışmayı detaylı yazıp gönderdim” / “3 dosya” / “İşid vatana ihanet ve 17-25 aralık” / “CB [Cumhurbaşkanı] bile kanunen gözaltı yapılabiliyor” / “Sonra istifaları islenir abluka altında iken” / “Kabul etmeyenler ya imralıya y. [yurt] dışı” / “Aynı saatlerde tüm medyaya da kayyım atanacak”/ “17 25 kimin olacaktı”, “Tam olsaydı” / “Hizmet bu sürecin tarafı değildir, bu tamamen hukuki bir davadır der geçeriz” / “A haber akşam tr uçurumdan döndü kurtuldu vs haber yapacak, adamın sarayı altınları paraları ortaya dökülecek…” / “Y.içinden bu adamlara yapılacak bir şey yok demiş he [Hoca Efendi]”/ “3 ihtimal var aslında” / “1.projeyi uygulamak 2. sükut edip inayeti ilahiyeyi beklemek. 3. süde küçük kriminalize bir grup olarak 80 li yıllar gibi yola devam etmek “

48. ByLock üzerinden elektronik posta ile haberleşme, anlık (kısa) mesajlaşmaya nazaran daha uzun metinlerin paylaşılmasına imkan veren özelliktir. Uygulamanın bu fonksiyonu kapalı devre olarak nitelenebilir. Bu özellik, hazırlanan e-postaların tek veya toplu olarak sadece program kullanıcıları arasında gönderilmesine veya yönlendirilip iletilmesine (fonvard) izin vermektedir. Soruşturma organları, ByLock uzantılı bir hesaptan Yahoo, Hotmail, Gmail, Outlook vb. uzantılı hesaplara e-posta gönderildiğine veya (bu hesaplardan e-posta) alındığına dair bir veri elde edememiştir.

49. Programın bu özelliğinin daha çok FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen’in talimatlarının, görüşlerinin, gördüğü iddia edilen rüyalarının paylaşılması ve örgüt üyelerinin motive edilmesi için kullanıldığı değerlendirilmiştir. Mesaj ve e-postalarda örgüt mensuplarının ifadelerinde beyan etmiş oldukları örgütsel bazı kısaltmalara da (DCE-ders çalışma evi abisi/ablası, BTM-bölge talebe mesulü, BBTM-büyük bölge talebe mesulü, ED-eğitim danışmanı, T-hakim ve savcıların kodu meslek yıllarına göre T1, T2….T5 ‘katman’ A-avukatlıktan hakim savcılığa geçen kod Al, A2 …) yer verilmiştir. Bu kapsamda tespit edilen örgütsel iletişime ilişkin e-posta içeriklerinin bir kısmı aşağıdaki hususlara ilişkindir:

i. Türkiye Cumhuriyeti devletinin uluslararası düzeyde zora düşürebilmek için terörü destekleyen ülke gibi gösterilmesi.

ii. Bu amaca yönelik faaliyette bulunan birtakım internet adreslerinin paylaşılması ve örgüt mensuplarının VPN kullanarak yani yurt dışından e-posta atılıyor gibi göstererek bu internet sitelerinde bulunan anketleri desteklemesi.

ili. Terör örgütü yöneticisinden alınan bilgi, motive edici sözlerin ve talimatların kullanıcılar arasında fonvard edilmesi. Bu bağlamda e-posta ile örgütsel iletişime dair -Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesinin 15/5/2019 tarihli ve E.2019/302, K.2019/583 sayılı kararında yer verildiği şekliyle- örgüt yapılanmasında il imamı olduğu tespit edilen, terör örgütü kurma ve yönetme suçundan hakkında mahkumiyet kararı verilen H.B.ye ait ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı’nda yer alan ve birçok kez forward edilen bazı e-postalar aşağıdaki şekildedir:

– “Kırıkkale de bir işçi abinin gördüğü rüya. Kırıkkalede işçi ahilerle bir salondayız Hoca Efendi sohbet ediyor. Sinevizyonda yeşil bir listede Bankasyaya ve zor zamanda hizmetlere sahip çıkanların ismi var… İşte bunlar cennetlik liste diyor … Bir de kırmızı liste vardı, bunlarda süreçte ayrılanlar … bunlar üzerine sohbet etti… sohbetin sonunda ‘sorusu olan var mı’ diye sordu … Bir abimiz süreç ne zaman bitecek diye sordu … gülümsedi bu soruyu bekliyordum dedi… Bu sorunun cevabını yan odada davanın sahibi var O (s.a.v.) versin dedi.. Yan odadan Efedimiz’in (s.a.v.) sesi duyuldu: ‘Dışarıdakiler içerdekilerle aynı seviyeye gelene kadar devam edecek’ dedi… (Manevi hayat açısından)”

– “Abiler, kurumlara kayyım atanması meselesi ciddi olarak gündemde ve hızlıca gelmeye başladılar. Bu süreçte, 1 Soğukkanlı olup panik havası oluşturmadan aşağıdaki konulan dikkatle takip etmeliyiz. 2 Tüm şirket ve kurumlar da acilen genel temizlik yapılmalı. 3 Kurumlarda gayri resmi hiç bir iş ve işlem olmamalı. 4 Kurum iş ve işlemleri dışında hiçbir görüşme ve toplantı yapılmamalı. 5 Fiili ve resmi olarak kurumda vazifeli olmayan hiçbir kimse kurumu çalışma ofisi olarak kullanmamalı. 6 Kayyım nezdinde kurumu ve hizmeti zor durumda bırakabilecek, gayri resmi belgesiz hiçbir para giriş ve çıkışı olmamalı, 7 şirket yönetim kurulu üyeleri, kurucu temsilcisi ve ortaklar avukatlar ve kurum mali müşavirleri tarafından bilgilendirilmeli”

– “5y[Lock] da isimler yazılırken hiç bir zaman gerçek isimler yazılmasın. Herkes kendi anlayacağı şekilde yazsın. Ele geçme durumunda kimseye ulaş damasın. Çok önemli. Hemen düzeltelim.”

– “100 yıllık bir filmin finalindeyiz. Finalde Allah’ın size biçmiş olduğu role bakın. Finale yakışır duruş sergileyin! Bu süreç (yaz sonu itibariyle) BİTTİ!!! Artık İMTİHAN /aslındayız; ta ki bütün karakterler iyice gün yüzüne çıksın, hamlar haslardan tamamen ayrılsın. Bu belanın tamamen def olması ise esbab olarak çekilen ızdırap ve külliyet kesbeden duanın karşı tarafın duasına galebe çalmasına bağlı’ ‘Şu anda dünyadaki yedi milyar insanın en bahtiyarları bu süreçte hizmette sabit duran, yer değiştirmeyenlerdir!!! Ötede size neler kazandırdığını bir bilseydiniz sevinçten çıldırırdınız!!! Hele bir de tutuklananların derecesini bilseydiniz, kendinizi tutuklatmak için gider kendinizi ihbar ederdiniz!!!Ama zalimin işini kolaylaştırmak Cenabı Hakka karşı terbiyesizlik sayılır.”

– “HE [Hoca Efendi] özel görüşmede Selam Tevhid ve Tahşiye davaları ile ilgili genel bilgi aldı. ‘Her duamda mutlaka medresei Yusufiye’dekilerine dua ediyorum’ dedi. ‘Az kaldı bu süreç bitecek’ dedi, ‘Bu benim şahsi değerlendirmem değil, ABD, Rusya ve iç dinamikler bunların gitmelerinde anlaştı’ dedi.”

– “Arkadaşlar şu ana kadar gözaltından tutuklamaya geçiş daha çok yakalanan evrak, kurban, burs, bağış, himmet, mütevelli ve ders grubu listeleri, yanlış ifade, panik yapmak, avukat gelmeden ifade vermeye başlamak, teknik bilişim malzemeleri (CD, bilgisayar, laptop vb) yakalatma ve şikayet etmelerden kaynaklı. Dikkat ederseniz çoğunluğu da bilgi, belge, teknik malzemeler… Yani iyi bir arama tarama yapılmamasından kaynaklı deliller oluşturuluyor. Bu, Neden kaynaklanıyor; hangi düşünceler bizi ele veriyor…; Bize birşey olmaz düşüncesi. Ben gerekli temizliği yaptım kanaati. Bundan ne çıkar ki… Bize gelinceye kadar o hooo… Ben ölürüm ama bunlardan ayrılamam söylemi. (HE [Hoca Efendi] ile fotoğraf gibi) Bana bunlar özel hatıra… Bunlar çok kıymetli, siz bunun değerini bilmezsiniz… Gelecek sene hizmet için bunlar lazım olacak… Bir yerde listeler dursun, unutmayayım… Birkaç defa aradılar birşey bulunmadılar ki… Ben, razıyım. Hapisse hapis… Biz, bu işi yolda bulmadık… Bu hizmet ne emeklerle buraya geldi… Siz, kendinize bakın. Ben temizim zaten… İdam da etseler razıyım ben… Benim sakladığım yerde cinler bile bulamaz… Yakında bu süreç bitecek zaten… Benim filan yerde tanıdığım var. Ona söylerim bize yardımcı olur… Arkadaşlar; ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor; ateş hepimizi yakıyor.”

– “Önemli listelerin cevşenlerin içinde flash bellekte saklandıkları şeklinde bilgiler elde etmişler. Ev aramalarında cevşenlerin içine muhakkak bakıyorlarmış, Boyunlarda takılanlar dahil. Genel bir uyarı yapılmasında fayda var.”

– “[B]ank Asya için diğer bankalardan alınan kredileri araştırıyorlar ve 6 tane kimin olduğu karışık laptop da almışlar orada sıkıntı çıkacak duruyor yapacak birşey var mı”

– ”[A]bi bu gelinen kurumlar neler… Delil olarak nelere el konuldu…Sıkıntı oluşturacak bir şey var mı[ydı?] Basın geldi mi? Görüntü alındı mı? Haberi yapılacak mı? Ayrıntılı bilgi alabilir miyiz? “

– “1 ünitelerin bütçeleri illerde bağımsız ve müstakildir.2 ünitelerin bütçeleri il hadimi ile ünite mesulü tarafından yapılır anlaşamazlarsa bölge hadim ve ünü mes ile kararlaştırılır. Elaman değişimi ünite ve hdm ve personelcinin onayıyla olur. Hedefler il hadimi ve üntecinin birlikte kararıyla olur. İllerin dışında ünitelerin illerden gelirleri toplayıp kasa oluşturmaları olmayacak İllerde üniteler üzerindeki yazdan beri mutabık olduğumuz bütçelerinin fazlası il hadimlerine verilecek Ülkeler de sadece ödemelerinde il hadimlerini mesul bilecekler. Ülkeler birçok muhataptan da kurtulmuş olacaklar. Bu kurallara herkes uyacak. Farklı uygulama olursa suhuletle, konuşarak düzeltilecek.”

– “[Y]alebecilerin bilgisayarlarının harddisklerini acil çıkardık ve kırdık. Yeni flash lar almamız lazım ve yeni harddiskleri bilgisayarlara takmamız gerekiyor. Bununla ilgili harddisk 150 TL Flash da 150 TL. Toplam her bir kişi için 300 TL bütçe vermemiz gerekiyor. Bu yeni sistemi de hiç kimseye söylemeyeceklerine ve vermeyeceklerine dair söz ve yemin aldık. Talebe sisteminin dışında hiçbir yere vermememiz gerekiyor.”

c. Grup Oluşturma Özelliği

50. Grup olarak da haberleşme özelliği bulunan ByLock uygulamasında, kurulan grupların isimleri (Bölge Bayan, Etütcüler, Ev ahileri, İmamlarım, Okulcular, 8 ahiler, 8 birimciler, 8 büyük bölge, Bölgeciler, II Mezuncular, Talebeciler, Üniversiteciler, Zaman Gönüllüler, Mesul, Mesuller, İzdivaç gibi) örgütün sıkça kullandığı kendisine has literatürüyle ve hücre tipi hiyerarşik yapılanmasıyla uyumludur. Öte yandan örgüt üyelerinin ByLock’ta kurduğu grup isimleri ile ByLock dışındaki delillerde geçen sınıflandırmaların benzer olduğu anlaşılmıştır. EGM-KOM Daire Başkanlığınca hazırlanan “FETÖ silahlı terör örgütü emniyet mahrem yapılanması raporu”da açıklandığı üzere örgütün eğitim sistemini baz alarak belirlediği genel müdür-müdür-öğretmen-rehber-zb (zümre başkanı) gibi ifadelerin/kodlamaların ByLock programında kurulan grup isimlerinde de kullanıldığı anlaşılmıştır.

d. Sesli Görüşme Özelliği

51. ByLock programıyla ilgili olarak elde edilen verilerden -ses dosyası bulunmamakla birlikte- sesli görüşmelere ait loğlara ilişkin kayıtlar tespit edilmiştir. Uygulamanın kaynak kodları içinde Türkçe sesli arama şeklinde ifade de bulunmuştur. Soruşturma organları bünyesindeki teknik birimler, bu verilerden hareketle ByLock uygulamasının kullanıcılara, aralarında sesli konuşma yapabilme imkanı tanıdığı sonucuna varmışlardır. Elde edilen dijital verilerde, birçok kullanıcının uygulama üzerinden yaptığı görüşmelerin tarih ve saati ile arama işleminin başarılı olup olmadığına dair bilgilere ulaşılmıştır.

e. Görüntü/Belge Gönderebilme Özelliği

52. Uygulamaya ait verileri inceleyen teknik birimler, programın görüntü ve/veya belge gönderebilme özelliğinin de bulunduğu sonucuna varmışlardır. Bu özellik sayesinde örgüt mensupları, örgütsel mahiyetteki görüntü ve belgeleri başka herhangi bir haberleşme aracına ihtiyaç duymadan iletebilmişlerdir.

53. Örgüt üyelerinin ByLock uygulamasını kendi ikonuyla değil yaygın programlara (özellikle WhatsApp, Google gibi) ait ikonla görülebilmesini sağlamaya yarayan.apk uzantılı dosyalar paylaştıkları tespit edilmiştir. Adli organların değerlendirmesine göre bunun amacı veri ve belge gönderimi sırasında ByLock uygulamasının örgüt mensubu dışındaki kişiler tarafından görülmemesi ve ByLock uygulamasının gizli bir amaç için kullanıldığının ortaya çıkarılmamasıdır.

6. ByLock Programının Yaygın Diğer Uygulamalardan Ayrılan Yönleri

54. Yargıtay kararlarında ByLock programı diğer yaygın mesajlaşma programlarıyla karşılaştırılmış, programa ilişkin bütün unsurlar hep birlikte değerlendirilmiştir. Yargı organları, ByLock uygulamasının yapısını ve genel özelliklerini -verilen ifade ve toplanan diğer delillerle birlikte- değerlendirdikten sonra bu programın global bir uygulama görüntüsü altında münhasıran FETÖ/PDY mensuplarının kullanımına sunulduğu sonucuna ulaşmıştır.

a. Uygulamanın Kurumsal ve Ticari Mahiyeti

i. ByLock programı ticari bir amaç güdülerek hazırlanmamıştır. Bu çerçevede programın tanıtılmasına yönelik bir girişimin olduğu tespit edilemediği gibi kullanıcı sayısının artırılması için çaba gösterildiği yönünde bir veri de mevcut değildir. İnternet tabanlı yaygın anlık mesajlaşma uygulamalarının birçoğu olabildiğince çok kullanıcıya erişerek marka değerlerini ve kazançlarını artırmayı hedeflerken ByLock uygulamasında bunun yerine anonimlik temelinde belli sayıda kullanıcı amaçlanmıştır. Çözümlenebilen mesaj içeriklerinde, programın üçüncü kişilerden gizlenmesinin ve ByLock sunucularına yapılan bağlantıların tespitinin engellenmesinin istendiği saptanmıştır.

ii. Başka bir ülkede sunucu kiralanmak suretiyle kullanıma sunulan uygulamaya ilişkin olarak gerçekleştirilen iş ve işlemlere (sunucu ve IP kiralama gibi) ait ödemeler anonim yöntemlerle yapılmıştır. Ayrıca uygulamayı geliştiren ve kullanıma sunan kişinin daha önce yaptığı işlere ilişkin referansları ve erişilebilir iletişim bilgileri bulunmamaktadır.

b. Kullanıcı Bilgilerinin ve İletişimin Güvenliğinin Korunması

i. Kullanıcıların iletişime geçmeleri için kişiye özel birtakım bilgilerin bilinmesini ve bu bilgiler üzerinden tarafların karşılıklı şekilde birbirlerini arkadaş olarak eklemesini gerektiren ByLock, gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarı ile şifrelenmesi üzerine oluşturulmuş bir programdır. Bu şifreleme, kullanıcıların kendi aralarında bilgi aktarırken üçüncü kişilerin bu bilgiye izinsiz şekilde (hack) ulaşmasını engellemeye yöneliktir.

ii. ByLock iletişim sistemi 46.166.160.137 IP adresine sahip sunucu üzerinden hizmet vermiştir. Başka bir ülkede sunucu kiralama hizmeti veren bir firmaya tahsisli dokuz IP adresinin ByLock uygulamasının çeşitli sürümlerinde de kullanıldığı tespit edilmiştir. Adli makamlara göre birden fazla IP adresinin kiralanması, kullanıcıların tespitini zorlaştırmak amacına yöneliktir.

iii. ByLock üzerinden iletişime geçmek için karşı kullanıcının adının/kodunun bilinmesi gerekir. Dolayısıyla yaygın ticari uygulamaların aksine kullanıcı adı/kodu bilinmeyen bir kullanıcının kişiler listesine eklenmesi ve onayı alınmadan onunla iletişime geçilmesi mümkün değildir.

iv. ByLock sistemi, ilgisiz kişilerin uygulamadan haberdar olmasını veya gelen mesajları okumasını engellemek için mesajların uygulamanın açılmasıyla birlikte alınmasını sağlayacak şekilde tasarlanmıştır. ByLock uygulamasında e-posta özelliği de kapalı devre çalışmakta ve yalnızca ByLock kullanıcıları arasında gerçekleştirilebilmektedir. Mesaj ve e-postalarda, çok büyük oranda örgütsel içerikli yazışmalar yer almaktadır.

v. ByLock, yaygın mesajlaşma uygulamalarının aksine kullanıcılarına hızlı iletişim imkanı sunan bir uygulama değildir. İletişime geçmek için programın yüklenmesi yetmemekte, ayrıca belli bir şekilde ve gizlilik içinde yürütülen kurulum ve onay süreçlerinin de tamamlanması gerekmektedir. Uygulamaya kayıt esnasında gerçek isimlerin kullanıcı adı olarak belirlenmemesine özen gösterilmiştir. Kaydolacak yeni kullanıcı için doğrulama kriterlerinin kullanılmaması kullanıcının kimliğinin tespitini zorlaştırmaktadır. Diğer bir ifadeyle kayıt sırasında kişiye ait özel bir bilginin talep edilmemesi anonimliğin sağlanması ve kullanıcı tespitinin zorlaştırılması amacının güdüldüğüne işaret etmektedir.

vi. ByLock üzerinden gerçekleştirilen haberleşme, belirli sürelerin sonunda cihaz üzerinden otomatik olarak silinmektedir. Kullanıcı, verileri silmeyi unutsa dahi ByLock sistemi gerekli tedbirleri alacak şekilde tasarlanmıştır. Böylece olası bir adli işlem neticesinde cihaza el konulması halinde, kullanıcı listesindeki isimlere ve uygulamadaki haberleşmelere ilişkin geçmiş verilere erişimin engellenmesi temin edilmiştir.

vii. Uygulamaya ait sunucu ve iletişim verileri, uygulama veri tabanında kriptolu olarak saklanmaktadır. Bu husus, kullanıcı tespitinin önlenmesi ve haberleşme güvenliğinin sağlanması için alınan ilave bir güvenlik tedbiridir.

viii. Türkiye’den erişim sağlayan kullanıcıların kimlik bilgilerinin ve iletişimlerinin gizlenmesini sağlamak amacıyla kullanıcılar VPN vasıtasıyla uygulamaya erişmeye zorlanmıştır.

c. Programın Global Bir Uygulama Olup Olmadığı

i. ByLock uygulamasının kullanıcılarının çok büyük bir kısmının Türkiye menşeli olduğu tespit edilmiştir.

ii. ByLock uygulama sunucusu yöneticisi, Ortadoğu’dan gelen bazı IP adreslerinin uygulamaya erişimini engellediğini duyurmuştur. Buna karşın ByLock’a yönelik engellemelerin tamamına yakınının Türkiye IP adreslerine ilişkin olduğu belirlenmiştir. Bu sebeple Ortadoğu bağlantılarından kastedilen özellikle Türkiye’den gelen bağlantılardır. Bu durum uygulamanın global bir kullanıcı kitlesine hitap etmediğini göstermektedir.

iii. Uygulamaya ait kaynak kodlar içinde birtakım Türkçe ifadeler yer almaktadır. Bu kapsamda sisteme ait kaynak kodları içinde “yetkiniz yok”, “dosya”, “posta” ve “sesli arama” gibi Türkçe ifadeler bulunmaktadır. Yine program içindeki kullanıcı adları, grup isimleri ve çözümlenen şifrelerin büyük çoğunluğu da Türkçe ifadelerden oluşmaktadır. Dahası ByLock üzerinden gerçekleştirilen iletişimin çözümlenebilen içeriklerinin neredeyse tamamı Türkçedir.

iv. ByLock programına Türkiye IP adreslerinden erişimin engellendiği tarih itibarıyla arama motorları üzerinden yapılan sorgulamalarda büyük bir artış olmuştur.

v. ByLock ile ilişkili internet kaynaklı yayınlar, çoğunlukla sahte hesaplar üzerinden yapılmış ve burada FETÖ/PDY lehine paylaşımlarda bulunulmuştur. Örgüt mensuplarınca yaygın şekilde kullanılan uygulama, 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesinde Türk kamuoyu tarafından ya da yurt dışında bilinmemektedir.

vi. Program global bir uygulama görüntüsü altında genel uygulama marketlerine dahi konulmuşsa da özel bir kurulum gerektirmekte ve bu konuda bir kullanım klavuzu bulunmamaktadır. FETÖ/PDY 2014 yılı başlarında genel uygulama mağazalarından indirilmesine izin verdiği ByLock’un kullanıcıların adli makamlarca tespit edilebileceği endişesiyle bu mağazalardan indirme yerine telefon veya elektronik/mobil cihazlara harici bellek, hafıza kartları veya bluetooth gibi vasıtalarla yüklenmesini zorunlu kılmıştır. Bu konuyla ilgili olarak 135707 user-ID’nin gönderdiği 9/12/2015 tarihli ve 21.17 saatli mesajın “SA, Ablalarımız telefonlarına Bylocku kurarken google playden girip indiri[y]orlarmış. Abla kesinlikle yanlış ve bu işlemi yapanların telefonlarını formatlamaları gerek. Bylock yada turquazın bluetooth vasıtasıyla atılması gerek Çünkü playden indirenler takip listesine alınıyor.” şeklinde olduğu tespit edilmiştir.

vii. Yaygın ticari mesajlaşma uygulamaların aksine ByLock’ta, kullanım kılavuzu, sık sorulan sorular, geri bildirim alanı gibi bölümlere rastlanmamıştır. Adli birimlerin değerlendirmesine göre bu durum ByLock programının herkese değil örgüt içi kullanıma açık olduğunun bir göstergesidir.

7. ByLock Programının Örgütsel Özellikleri

55. ByLock programı ile ilgili olarak yapılan çalışmalar sonucunda soruşturma birimlerince hazırlanan raporlarda ve Yargıtay kararlarında, uygulamanın FETÖ/PDY ile bağlantısına ve örgütsel yönlerine ilişkin bazı tespitlere yer verilmiştir. Bunlar özetle şöyle ifade edilebilir:

i. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında ifadeleri alınan bazı şüpheliler ile yargılaması devam eden sanıklar 2014 yılının başlangıcından beri ByLock’un münhasıran FETÖ/PDY üyeleri tarafından örgütsel haberleşme aracı olarak kullanıldığını ifade etmişlerdir. Bu bağlamda 43284 user-ID ile 43273 user-ID arasında geçen 28/1/2016 tarihli ve 18.32 saatli e-posta içeriğinin “1. bylock, mail yerine whatsapp kelimesini kullanalım, 2. Raviler özel bir maslahat gözetilmiyorsa silinerek forward edilmeli 3. foto gönderimi sakıncalı, cihaz hafızasında kalıyor. 4. umuma acık yerlerde kamera adlarına girmeden kullanalım (özellikle büyük ekran kullananlar) 5. vazife değişimlerinde yeni hesap açılması tavsiye edilir 6. whatsaby açık seyahat etmeyelim (hgs ve hts eşleşmesi mevcut bir teknoloji) varacağımız yerde ve geceleri acık tutalım 7. dua, makale, köse yazısı, tavsiye, notlar dikey paylaşılmalı yatay paylaşımla temiz bir kaynak olan burası kirletilmemeli 8. teknoloji sıradan insanlar gibi kullanılmalı (sıradan bir insanda aile hattı, tedbir telefonu, data hat ve cihazı, powerbank bir arada gezmez, bir tablet bir telefon veya sadece telefon (tedbir teli) olabilir, üç beş cihazla trafo gibi dikkat çekmeyelim, hem teknik olarak hem fiziki olarak 9. son sürüm olan cc kurulmamış cihaz kalmasın hasseten whatsaby kullandığımız cihazlar 10. mesajlaşmada sadece whatsaby kullanılacak başka hiçbir program kullanılmamalı başka bir program veya normal hat üzerinden mesajlaştığı tesbit edilen arkadaş çok ağır bir itham olan tedbirsizlikle itham edilir. 11. whatsaby, cc, vpn, kakao benzeri progr[a] mların apkları bluetooth ile transfer edilmemeli sd card veya whtasaby kull\a\anılabilir transfer için 12. whatsaby kullandığımız cihaza asla google play hesabı, yandex benzeri harita programı kurulmamalı whatsapp ve whatsaby ayni telde asla olmamalı 13. dikey bir şekilde kullanılsın denilmeyen hiç bir uygulama kullanılmasın …” şeklinde olduğu tespit edilmiştir.

ii. Mesajlaşma ve e-postalarda örgüt mensuplarının ifadelerinde beyan etmiş oldukları örgütsel bazı kısaltmalara ve örgüte ait literatüre yer verilmiştir. İletişim kurabilmek için her iki kullanıcının birbirini eklemesinin gerekmesi, programın örgütsel hücre tipine uygun şekilde kurgulandığına işaret etmektedir. Bu çerçevede FETÖ/PDY üyesi olma suçundan hakkında mahkumiyet kararı verilen Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) eski bir üyesi savunmasında, ByLock programının 2014 yılı Kasım ayında telefonuna başka bir örgüt mensubunca kurulduğunu, 2014 yılında yapılan HSK seçimleri sırasında örgütün ByLock programını kullandığım ve taşrayla iletişimlerinin bu program aracılığıyla yapıldığını bildiğini beyan etmiştir (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2/7/2019 tarihli ve E.2019/9.MD-312, K.2019/514 sayılı kararı).

iii. Uygulamanın başlangıçtan itibaren örgüt mensuplarınca oluşturulup geliştirildiğine, yönetildiğine ve örgütsel amaçlarla kullanıldığına dair başka tespitler de bulunmaktadır. ByLock Analiz Raporu’nda belirtildiği şekliyle ByLock sunucularındaki veri tabanında bulunan ilk yüz (100) user-ID numarasına ait verilerin incelenmesi sonucunda;

– ilk otuz user-ID’nin beş tanesinin kullanıcısı tespit edilebilmiştir.

– User-ID:3 kullanıcısının TÜBİTAK çalışanı bilgisayar mühendisi olduğu tespit edilmiştir. Bu kişi ByLock kullanımının yanı sıra ele geçirilen diğer bazı deliller doğrultusunda FETÖ/PDY üyeliği suçundan yargılanmaktadır.

– User-ID:2, user-ID:3, user-ID:5 kullanıcılarının kullanıcı adı ve şifrelerinin birbirleriyle uyumlu olduğu, “dede” şeklinde oluşturulan kullanıcı adı nedeniyle kullanıcının Türk olduğu, her üç user-ID’nin kullanıcısının da aynı kişi olabileceği değerlendirilmiştir.

– User-ID:4 ve user-ID:6 kullanıcılarının da şifrelerinin “samanyolu” olduğu, bu tabirin örgüt terminolojisinde sembolik bir anlam taşıdığı, bu tabirden de kullanıcının Türk olduğunun ve uygulamanın Türk kökenli kişilerce kullanıldığının anlaşıldığı belirtilmiştir.

– Yine ByLock veri tabanındaki ilk yüz (100) user-ID içinden 53 user-ID’nin kullanıcısı tespit edilebilmiştir. Bunlar arasında bulunan 15 user-ID kullanıcısının emniyet teşkilatı istihbarat biriminde değişik rütbelerde görev yapan ve usulsüz dinleme davalarında yargılanan kişiler olduğu belirlenmiştir. 3 user-ID kullanıcısı hakkında emniyet mahrem sorumlusu oldukları iddiasıyla soruşturma/kovuşturma yapılmıştır.

– Bunlar haricinde kalan ilk yüz (100) user ID içindeki diğer kullanıcıların mesaj/e-posta içeriklerinde yapılan çalışmalarda, user-ID:49’un (M.Y.) FETÖ/PDY lideri Fetullah Gülen’in özel kalemi olduğu, örgüt lideri ile görüşmek isteyenleri organize ettiği, bunlara ilişkin bilgi ve bilgi notlarını örgüt liderine aktardığı, aldığı talimatları örgüt mensuplara ilettiği; user ID: 63’ün (M.K.) ve user ID:100’ün (M.P.) FETÖ/PDY’nin üst düzey emniyet mahrem sorumlusu olduğunun değerlendirildiği ve haklarında kovuşturma yapıldığı anlaşılmıştır.

– Adli ve teknik raporlarda, ilk yüz (100) user-ID ile ilgili yapılan tespitler dikkate alındığında da bu uygulamanın baştan itibaren sadece FETÖ mensuplarının kullanımında olduğu değerlendirilmiştir. Adli makamlar, söz konusu user-ID’lere ait verileri gözönünde bulundurarak bunların kullanıcılarının ByLock uygulamasının kurucusu, geliştiricisi ya da yöneticisi oldukları kanaatine varmışlardır.

iv. Bunların yanı sıra ByLock uygulaması içeriklerinin ve kullanıcı bilgilerinin incelenmesi sonucunda; haklarında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda FETÖ’nün üst düzey yöneticisi olduğu tespit edilen 175 kişinin, kamuoyunda Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk vb. adlarla bilinen bazı soruşturma ve kovuşturmalarda görev alan 52 hakim ve Cumhuriyet savcısından 23’ünün; örgütün emniyet teşkilatındaki mahrem yapılanmasına yönelik soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli ya da sanık olan 8.723 kişiden 5.922’sinin de ByLock kullanıcısı oldukları tespit edilmiştir.

v. ByLock’un örgütsel bir iletişim aracı olarak oluşturulduğu ve kullanıldığı yönündeki tespitlerle uyumlu birçok mesaj içeriği saptanmıştır. 336365 user-ID kullanıcısı D.K. tarafından gönderilen 30/1/2016 tarihli ve 00.29 saatli “[C]emaatin [B]yLock kulland[ığı]n[ı] biliyorlar” ve 112875 user-ID kullanıcısı K.A. tarafından gönderilen 11/1/2016 tarihli ve 19.29 saatli “[B]ylock bizim kendi [y]apt[ı]ğ[ı]m[ı]z bi[r] sistem… [A]cil durumlarda fişi çekiliyo[r] her şey siliniyo[x]” şeklindeki mesajlar bunlara örnek gösterilebilir.

vi. ByLock uygulamasındaki mesaj ve e-postalar incelendiğinde bunların gündelik faaliyetler yerine örgütsel amaç ve temaslar içerdiği görülmektedir. Programda terör örgütünün bir unsuru olan hiyerarşik yapıyı gösterir gruplar oluşturulmuştur. ByLock kullanıcıları FETÖ/PDY ile ilgili paylaşımlarında örgütle ilişkili kuruluşların adları başta olmak üzere örgüte dair birçok bilgiye de yer vermişlerdir. Paylaşımlarda örgüt mensuplarının intikam ve manevi olarak inanmışlık seviyelerini yükseltici/tetikleyici, üMİT verici, itaat etmeye yönlendirici, örgüt liderini övücü sözler seçilmiştir.

vii. ByLock kullanıcıları da kendilerini gizlemek amacıyla birtakım önlemler almışlardır. Bu çerçevede kullanıcılar, haberleşme içeriklerinde ve uygulamadaki arkadaş listelerinde kişilerin gerçek bilgileri yerine örgüt içindeki kod adlarına yer vermiş, ayrıca çok haneli parolalar belirlemişlerdir (bu çerçevede Anayasa Mahkemesi kararlarında bu yapılanma ile bağlantılı olan kişilerin kod adı kullandıklarına dair tespit ve ifadeler için bkz. Alparslan Altan, §§ 11, 25, 134, 137; Erdal Tercan [GK], B. No: 2016/15637, 12/4/2018, §§ 16, 34, 151, 152, 153; Recep Uygun, B. No: 2016/76351, 12/6/2018, § 15; Mustafa Mendeş, B. No: 2018/1349, 30/10/2018, § 17).

56. ByLock’un örgütsel özelliklerine yönelik yukarıda yer alan tespit ve değerlendirmelerle ilgili olarak adli soruşturma veya kovuşturmalarda elde edilen ifadelerin ilgili kısımları aşağıdaki gibidir:

i. Şüpheli A.A.nın 28/12/2016 tarihinde Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“ByLock üzerinden birim sorumluları kendisine bağlı olan birimlerde gelişen olayları aldıkları haberleri duyumları paylaşıyordu. Örneğin emniyet sorumlusu cemaat mensubu bir şahısla ilgili herhangi bir sıkıntı varsa bunu ByLock üzerinden iletiyordu, mesela cemaat mensubu şahsın takip edilip edilmediği telefonunun dinlenip dinlenmediği hususlarında bilgi verebiliyordu bu bilgilere nasıl ulaştığını bilmiyorum.”

ii. Şüpheli E.G.nüı Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/8111 sayılı soruşturması kapsamında 21/10/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Bu programlar üzerinden … motive edici mesajlar geliyordu, bu mesajların gönderilmesinin sebebi de gönderilen bu mesaj konularını alt tabana anlatmamızdı.”

iii. Şüpheli H.K.nın Bayburt Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/1530 sayılı soruşturması kapsamında 30/9/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Bu programdan sohbet konuları ve toplanma bilgileri yazılırdı. Başka kişilerde vardı ama onların kod isimleri olduğu için gerçek adları nedir bilmiyorum. Sohbet konuları F. GÜLEN kitapları, F. GÜLEN videoları, risaleler ve dini konulardı.”

iv. Şüpheli F.G.nin Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/8111 sayılı soruşturması kapsamında 25/8/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“[G.] Polis Merkez Amirliğinde görevli Y.D. ile birlikte sohbetlere başladık, buluşma günleri ve saatlerini bize burada ismini ByLock olarak öğrendiğim program üzerinden [A.nın H. veya Y.] Komisere bildirmesi ve bu bilgiyi alanında bizlere iletmesi şeklinde oluyordu, yine bu program üzerinden zaman zaman bizlere Fethullah GÜLEN’in kitaplarından ve risalelerden kesitler gönderiliyordu.”

v. Şüpheli U.S.nin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/90080 sayılı soruşturması kapsamında 4/9/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Konuşma içeriklerini gelecek olursak; gözaltına alınan, tutuklanan şahıslar hakkındaki bilgileri buradan paylaşıyorduk, ayrıca gözaltına alınma durumunda nasıl hareket edeceğimiz konusunda ortak bir fikir alış verişinde bulunuyorduk.”

vi. Şüpheli M.K.nın Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 5/9/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Bu süreçte … cemaat içerisinde yapılan faaliyetlerin açığa çıkmasından korkulduğu için daha gizli olması düşüncesi ile bizim telefonlarımıza … BYLOCK isimli bir program daha yüklememiz istendi. … BYLOCK isimli bu programı yükledikten sonra bize söylendiği üzere cemaat faaliyetlerimiz ile ilgili tüm görüşmelerimizi ve haberleşmelerimizi bu program üzerinden yapmaya başladık.”

vii. Şüpheli M.T.nin Samsun Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 13/10/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“[H.] kod adl[ı] bu şahısla öğrenci evinde karşılaştığım bir gün kendisinin ByLock [i]simli programı kullandığını, öğrenci evlerinde kalan arkadaşları ile bu program üzerinden mesajlaştığını, bu programı sadece cemaat mensubu insanların kullandığını söyledi ve istersen bu programı sana da yükleyim dedi… bluetooth üzerinden ByLock isimli programı yükledi ve programı kurdu.”

viii. Şüpheli A.A.nın Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/14839 sayılı soruşturması kapsamında 15/2/2017 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“[B]yLock üzerinden haftalık toplantıların yeri ve saati, il de bulunan üniversite öğrencilerinin ve evlerin durumu, ilgilenilen askeri öğrenciler hakkında görüşmeler yapılıyordu ayrıca Fetullah GÜLEN’den geldiği söylenen mesajlar ve notlar paylaşılırdı. Yine Amerika’da bulunan Fetullah GÜLEN’in mollaları olarak adlandırılan kişilerin rüyalarında gördüğü abartılı, örgüt üyelerinin motivasyonunu arttırma ve örgütten kopuşlarını engelleme amaçlı ’güzel günler yakındır. Peygamberimizi gördüm size müjdeleri var’ tarzı rüyalar paylaşılıyordu.”

ix. Şüpheli M.T.nin Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/14839 sayılı soruşturması kapsamında 18/1/2017 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“BYLOCK’tan genellikle örgütün üyelere vermek istediği mesajlar, sohbetlerde okunacaklar, örgüt üyelerinden istenecekler yazılıyordu, irtibatta olduğumuz üst sorumlular[dan] … bizlere iletiliyordu, bizler de alt gruplara BYLOCK olanlara yazıyorduk, olmayanlara da sohbetler esnasında söylüyorduk…Gelen mesajlar içinde siyasi nitelikteki mesajlar da vardı.”

x. Şüpheli A.S.K.nın Karaman Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında 5/12/2016 tarihinde müdafinin hazır bulunmasıyla alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Bu program üzerinden benim pozisyonumda olan yani guruplara sohbet veren birkaç kişi ve il sorumlusuyla görüşüyorduk, ayrıca sohbete gelen kişilerden bir ya da iki kişi ile de bu program üzerinden görüşüyorduk. Sohbete gelen kişilerden gurup abisi olan kişiyle bu program aracılığı ile görüşüyorduk.”

xi. Kırıkkale 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 15/9/2017 tarihli ve E.2017/255, K.2017/244 sayılı kararında yer aldığı şekliyle İ.S.K.nın kovuşturma evresindeki savunmasının ilgili kısmı şöyledir:

“Bu programı kurmam gerektiği bana şöyle anlatılmıştı. Hizmete o dönem ismiyle söylüyorum hizmet hareketine düşman olup, yok etmek isteyen devlet içi bazı güçler olduğu, kullandığımız dijital ortamlarda, internette veya telefonumuzda herhangi bir manipilasyonla suçlu duruma düşürülme riski olduğu, bu programı kullanarak bundan korunmamız gerektiği ifade edilerek [B]yLock programını yüklemem söylendi. … [B]w program üzerinden doğal ve dini içerikli mesajlar gelirdi. Ayrıca genelde yaşanan bu çatışma süreciyle alakalı motive edici mesajlar gelirdi. Yani mesele az kaldı, bitecek, inşallah daha rahat olacaz tarzında mesajlar gelirdi. Bu şekilde motive edici mesajlar gelirdi.”

57. Öte yandan ByLock programının örgüt açısından taşıdığı önem gereği bu programın kullanılması nedeniyle yapılacak olası adli işlemlere karşı örgüt mensuplarınca çeşitli savunma stratejileri geliştirilmiştir. Bu bağlamda ByLock Analiz Raporu’nda belirtildiği şekliyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/68532 sayılı soruşturması kapsamında ele geçirilen ByLock dışı diğer dijital dokümanlar üzerinde yapılan inceleme sonucunda örgüt mensuplarından ByLock kullandığı tespit edilenlerin adli birimlere ne şekilde ifade vermeleri gerektiğinin çeşitli senaryolarla anlatıldığına dair talimat metni olduğu tespit edilmiştir. ByLock Analiz Raporu’nda yer alan söz konusu metin şu şekildedir:

“BYLOCK KULLANDIĞINIZ TESPİT EDİLDİ GİBİ S[Ö]YLEM VE SORULARI KESİN BİR DİLLE YALANLIYORUZ. BEN [Ö]YLE BİR PROGRAM KULLANDIĞIMI HATIRLAMIYORUM DİYORUZ … GENEL PRENS[İ]B[İ]M[İ]Z HERŞEYİ İNKAR OLMALI … AVUKAT ABİLERİN SOYLEDİ[Ğ]İ ŞEY: CEBİMİZDE USB BULSALAR İNKAR EDİYORUZ. ÖNÜMÜZE KONULAN HERŞEYİ KABUL EDERSEK İŞİMİZ VAR DEMEKTİR… TELAŞA KAPILMADAN HATIRLAMIYORUM DENİLECEK.

… [B]ylock gibi bizim program hala duruyor olabilir o yüzden acil temizlik yapmak gerekli, ne yapacaksınız peki; >playystore da solda 3 çizgi var ordan uygulamalarim var ordan açılan sekmede Y[Ü]KLENEN ve T[Ü]M[Ü] diye iki sekme var tümünde o kurduğunuz tüm programlar var orada cover me [B]yLock vs programlar varsa silinmeli, … tabiki telefonu sıfırlama yapınca yeni mail ile kurulum yaparsanız gelmiş geçmiş temiz olur.

… Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki adı geçen programlardan (eagle, bylock, tango) ve ara yüzü bu olan, bu türevdeki programlarımızın hiç birinin içeriği, yazılan mesajlar teknik bir takiple ya da herhangi bir yöntemle hala deşifre edilememiştir. Teknik olarak bu konuda gerekli önlemler alınmıştır. Basında yer alan mesajlar birkaç hainin kullandıkları programların şifrelerini de açarak mesajları alçaklara göstermelerinden veya talihsiz şekilde telefonu açık yakalatan kişilerin yazışmalarından ibarettir. … BYLOCK IP tespiti yapılan kişilere kuvvetle muhtemel adli işlem yapılacaktır. Bu aşamada yapılması gereken hususlar aşağıda sıralanmıştır.

1.Öncelikle tespit edilen İP adreslerimiz ve bu ip adreslerine bağlı cep telefonu numaralanmadır. Hangi cep telefonu ile girdiğimizin bizleri tespit etmeleri açısından çok bir önemi bulunmamaktadır. Her ne kadar belirtilen server’a giriş yapıldığı tarihteki cep telefonumuzun takılı olduğu İMEİ numaralarının bu tarz bir adli soruşturmada dosyaya eklenmesi beklenen bir husus olsa da hala o dönemdeki cep telefonunu kullananlar telefonu başka birine satma, verme cihetine gitmeden direkt imha etmelidirler. Bu husus ilerleyen aşamada savunmamıza bir argüman oluşturacaktır. (Telefonum çok değerli diyenler bulunmayacak bir yerde saklayabilirler. Ancak bulunursa sorumluluk kendilerine aittir) Burada esas amaç, o dönem haltınızı kullandığınız cihazın polisin eline geçmemesidir. Burda imaj çalışmasında [B]ylock uygulamasına ulaşmaktan ziyade, bu IP çalışmasının bir kumpas olduğu gibi argümanlar geliştirilmesi hedeflenmektedir. Hal böyle iken sizin 2014’de [B]ylock kullandığınız cihazın karşı tarafın eline geçmesi, dosyalarına ek delil sağlayacaktır.

2. Mevcut şu an kullandığımız cep telefonlarında o dönemdeki gibi VPN’siz giriş yapmadı ise bir sorun bulunmamaktadır. Bu şekilde telefonu olan arkadaşlar her zamanki gibi telefonlarını full şifre ile koruma altına almalı, olası bir gözaltı durumunda … telefonun kendi fabrika ayarlarına dönme işlemini yaparak telefonu ilgililere vermelidirler.

İFADE AŞAMASINDA YAPILMASI GEREKENLER: NOT: Bize yöneltilecek suçlama örgütsel gizlilik içerisinde örgüte ait haberleşme sistemlerini kullanma ve örgüt üyeliği/yöneticiliği olacaktır.

3. Öncelikle ifadede RESMİ TİB yazısını ve hangi IP’nin hangi tarihte kime hangi numaraya ait olduğunu gösterir belgeyi incelemek olacaktır. Bu aşamadan sonra bize … nolu IP’ye ait ve tarafınızca kullanılan/tarafınıza ait olan 0532 nolıı cep telefonu ile FETÖ/PDY’ye ait örgütsel gizliliğe haiz mesajlaşma programı olan BYLOCK isimli programı kullandığınız tespit edilmiştir. Bu programı hangi amaçla kullandınız, bu program ile hangi talimatları aldınız ya da ilettiniz?…

CEVAP: -SENARYO 1: Öncelikle tarafıma a[TF]edilen örgütsel mesajlaşma iddiasını reddediyorum. Ben böyle bir program kullanmadım. Elinizdeki belge Cumhurbaşkanımızın ‘FETÖ’ye ait güvenilirliği yok kaldırılacak’ dediği TİB [Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının kısaltması] isimli kuruma ait belge[dir], İşin traji-komik tarafı ise ben de bu kurumun tespit ettiği belge ile yine FETÖ mensubu olmaktan gözaltına alındım. Bu suçlamaları kati bir dil ile reddediyorum. Bu kurum tarafından FETÖ mensubu olmayan kişilerin bilerek mağdur edildiğini düşünüyorum. Kaldı ki bana ismini söylediğiniz programın yazılımı yapımı hangi somut deliller ile FETÖ/PDY yapılanmasına ait bunu öncelikle ispat etmeniz ardından güvenilir tarafsız/bağımsız bir kurumdan benim bu programa bağlandığımı tespit ederek beni suçlamanız gerekmez mi? Bu kadar FETÖ mensubu alınıyor yıllardır hepsi de eminim Whastap, kakao programı kullanıyor dur. Sizin mantığınız ile Whatsapp programını yapan firma da Kakao kullanan bir çok Koreli de FETÖ’cü mü? Önüme somut hukuki bir delil koyamadınız. Kaldı ki bana ait cep telefonuna el koydunuz (bu aşamada hedef saptırıyoruz) varsa bö[yle bir program bu cep telefonundan bulursunuz. … Bunun yanı sıra ben hayatımda whatsap dışında da başka bir mesajlaşma programı kullanmadım. Teknoloji ile de aram yoktur…

-SENARYO 2: (NOT: Bu senaryo bilgisayar, sosyal medya ve yazılım ile donanım işi, hobisi bu olan arkadaşlar tarafından tercih edilir ise daha inandırıcı olur. Bu senaryoda çok önemsemez tavır ile program sil/yükle çok sık yapılan bir işlem gibi anlatılması gerekir). Bana söylediğiniz programı hatırlamıyorum. Teknolojiye çok merakım vardır. Yeni çıkan programlan ilgili sitelerden takip ederim Çıktığı günden itibaren akıllı telefon kullanıyorum ve kullandığım telefonu verimli faydalı kullanmak için teknolojiyi yakından takip ediyorum. Yemek tarifinden alışverişe, sosyal medya programlarına kadar bir çok program indirir eğer hoşuma gitmez ise silerim. Dediğiniz programı hatırlamıyorum. Bana yazılımını kimin yaptığını söylerseniz yorum yapabilirim ama milliyetçi bir yapım olduğu için Türkler tarafından yapılan programları bu arkadaşlar da para kazansın mantığı ile sırf faydam olsun diye genelde indiririm. Muhtemelen bu dediğiniz program da böyle bir programdır. Kaldı ki bana örgütsel diye iddia edeceğiniz ve benim bu programda ne mesaj attığımı bile bana gösteremediniz…

-SENARYO 3: NOT: Bu senaryo[yu] denemekte fayda var. Bö[y]le bir programı yüklediğimi hatırlamıyorum. Ancak programın ismi adı sanı çok duyulmamış bir şey sanırım. Herkes gibi Chat programı kategorisinde merak edip yükleyip indirmiş sonra silmiş olabilirim. Örgütsel mesajlaşma iddiasını komik ve gerçekdışı buluyorum…

-SENARYO 4: Kesinlikle bö[y]le bir program kullanmadım. Kullansam hatırlarım. Bana IP tespiti üzerinden cep telefonumu tespit eden belge sunuyorsunuz bu belge ne kadar güvenilir. Kaldı ki doğru bile olsa cep telefonumu eline alan herhangi biri kendisi bu programı indirip mesajlaşıp silmiş de olabilir. Buyrun telefonum sizde bakıp inceleyin. Bana bu programda attığım tek bir mesaj bile gösteremiyor, güvenirliliği muamma olan bir kurumun yazısını delil olarak sunuyorsunuz. Kesinlikle kabul etmiyorum.

SENARYO 5: EĞER ÖN[Ü]MÜZE KONAN BELGE TİB TARAFINDAN RESMİ YAZI İLE YAZILAN İLGİLİ MAHKEME KARARI İLE OLAN BİR YAZI DEĞİL DE ONUN YERİNE MİT/İSTİHBARAT TARAFINDAN HAZIRLANAN ANALİZ RAPORUNU İÇEREN BİR BELGE OLURSA TEKBİR CEVAP VERECEĞİZ: BANA SUNDUĞUNUZ BELGENİN HİÇ BİR HUKUKİ TARAFI YOK BU ALT TARAFI BİR İSİTİHBARAT RAPORU. KALDI Kİ BEN BÖYLE BİR PROGRAM DA KULLANMADIM İSTİHBARAT RAPORUNA DAYALI HUKUKİ OLMAYAN BU İDDİALARI REDDEDİYORUM. NOT: BU AŞAMDA BİZLERE BAŞKA SENARYO OLARAK TEKLİF EDİLEN VE YURT DIŞINDAN BİR ARKADAŞIMIN ÖNERİSİ İLE ONUNLA MESAJLAŞMAK İÇİN YÜKLEDİM KELİMESİ KANAATİMİZCE HER ŞEYİ BERBAT EDER. KESİN BU ÜLKE ABD’DİR VE SENDE ORDAN ÖZEL BİRİ İLE [MESAJLAŞMAK İÇİN] İŞTE BUNU YÜKLEDİN İDDİASI İLE İŞLEM YAPILIR. HEM O KİŞİNİN İSMİ İLE KENDİLERİNCE ÖRGÜTSEL BAĞI KURMUŞ OLURLAR … UNUTMAYIN BÖ\Y}LE BİR PROGRAM YÜKLEDİĞİMİ HATIRLAMIYORUM HATIRLASAM KULLANSAM KESİN BİLİRDİM TEZİ İLE HAREKET EDECEĞİZ HER CEVABIMIZDA.”

8. ByLock Verilerinin Niteliği, Anlamlandırılması ve Kişilerle Eşleştirilmesi

58. Suç isnadı altındaki kişilerin adli soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında el konulan cihazlarında tespit edilen ByLock programına dair kurulum dosyası gibi dijital veriler dışında ByLock verileri esas olarak iki kaynağa dayanmaktadır: Bunlardan ilki, MİT Başkanlığı tarafından elde edilen ByLock kullanıcıları, user-ID’ler, mesaj, e-posta, sesli görüşme bilgileri ile bu bilgilere ait log kayıtlarını içeren ham kütük verileridir. ByLock sunucusundan elde edilen bu ham veriler, sunucudaki verilerin tamamını değil bir kısmını oluşturmaktadır. Diğeri ise ByLock IP’lerine Türkiye’den erişimleri gösteren internet trafiğine ait CGNAT verileridir.

59. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilen ham ByLock verisinin imajı alınarak bir kopyası incelenmek üzere KOM Daire Başkanlığına gönderilmiş, diğer bir imajı da adli emanette -kilitli kasada- muhafaza altına alınmıştır. EGM Raporunda yer aldığı şekliyle ham veriye ait imajın HASH değeri 32el7a8f36e426f4qf83cce32a0f508Tdir. Bu imajlar kilitli kasalarda muhafaza edilmektedir. Adli birimlere göre CGNAT verileri de -farklı kaynaklardan teyidi mümkün olduğundan- değiştirilmesi ve bütünlüğünün bozulması mümkün olmayan verilerdir.

60. Soruşturma birimlerince düzenlenen raporlarda ifade edildiğine göre ByLock verileri KOM Daire Başkanlığı tarafından teslim alındıktan sonra il birimleriyle paylaşılmış ve eşleştirilen aboneliklere ait gerçek kullanıcı tespitlerinin yapılması sağlanmıştır. İl birimlerince, ByLock uygulamasına bağlanan ADSL/GSM numaralarını gerçekte kimin kullandığına yönelik analiz ve saha çalışmaları yapılmaya başlanmıştır. Bu çalışmaların ByLock verilerindeki profil bilgileri (kullanıcı adı, şifre, ad, genel mesaj) üzerinden roster (başka kullanıcıların verdiği isim), grup bilgileri ve mesaj içeriklerinin incelenmesi suretiyle yapıldığı belirtilmiştir. Bu şekilde şüpheli/sanıklar hakkında tespit edilen ByLock verilerinin tamamının raporlanarak dosyalarına gönderildiği ve kurtarılabilen tüm verilerin bu raporda yer aldığı ifade edilmiştir.

61. Yine aynı raporlarda belirtildiği üzere MİT tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilen ham verinin okunabilir olmaması sebebiyle arayüz programı yardımı olmaksızın user-ID bazlı ayrıştırılması mümkün olmamıştır. ByLock veri tabanına ait ham veriler, veri tabanı sistematiğinde ayrı tablolar halinde dizinlenmiş; tablolarda yer alan veriler, içeriğindeki kodlar kullanılarak tablolarla ilişkilendirilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla geliştirilen arayüz, bir user-ID’ye bağlı tablolarda yer alan tüm verilerin sistemsel olarak çekilmesi ve bu verilerin oluşturulan ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı’nda yer alması esasına göre çalışmaktadır. Bu tutanaklar user-ID’nin kullanıcısı olduğu tespit edilen kişiye ilişkin olarak yürütülen soruşturma ve kovuşturma dosyalarına eklenmektedir. Henüz çözümlenemeyen verilere yönelik çalışmalar devam etmektedir. Bu süreçte herhangi bir tespit olması halinde ilgili il Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmektedir.

62. Bu doğrultuda ilgili raporlarda Türkiye ile ByLock sunucusunun bulunduğu ülke olan Litvanya’nın aynı saat diliminde olduğu ve bu sebeple ByLock uygulamasına Türkiye’den bağlantı sağlayan aboneler açısından ByLock veri tabanının tarih/saat bilgisi ile kullanıcılara ait tarih/saat bilgisinin senkronize olduğu vurgulanmıştır. Söz konusu raporda, ByLock verilerinin dijital ortamda incelenmesine dair-yargı kararlarında da değinilen- teknik çalışmalar şu şekilde açıklanmıştır:

“ByLock verileri MySQL veri tabanında saklanmaktadır. MySQL açık kaynaklı bir ilişkisel veri tabanı yönetim sistemidir. Verilerin açılabilmesi için ilk olarak MySQL veri tabanının ve veri tabanı yönetim araçlarından (phpMyAdmin, MySQL Workbench, Heidi Sql vb.) biri yüklü olmalıdır. MySQL veri tabanı yönetim araçlarından herhangi bir tanesinin yüklenmesiyle ByLock verilerine ait tablolar görünür hale gelecektir. Tablolar ‘ACTION’, ‘A TTA CHMENT’, ’CALLJHSTORF, ‘CHAT’, ‘CLIENT’, ‘EKCEPTION’, ’SETTING’, ‘FİLE’, ‘FILEJRANSFER’, ‘GROUPJTEMBER’, ‘LOG’, ‘MAİL’, ‘ROSTER’, ‘USER’, ‘USER GROUP’tan oluşmakta olup bu tablolar milyonlarca satırlık verilerden oluşmaktadır. Tablolar içerisinde tutulan veriler İD (program tarafından verilen sayı) bazlıdır. ByLock veri tabanında İD’nin kullanıcısının tespitine yarayan bilgiler parçalı bir şekilde yer almakla birlikte ID’lerin kimin tarafından kullanıldığı yapılan araştırmalar sonucu tespit edilmektedir.

Sonuç olarak, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla geliştirilen PHP tabanlı arayüz ile arka planda ByLock veri tabanına ait tablolara komutlar gönderilerek ID’ye ait tüm veriler çekilip verilerin analizi ve birleştirilmesi işlemi gerçekleştirilmektedir. Böylece rapor förmatında çıktı alınmasına, İD ’ler arasında bağlantının ortaya çıkarılmasına, içerik araştırması yapılarak ID ’lerin kullanıcı tespitine olanak sağlanmaktadır. Aynı zamanda İD ile şahıs arasında yapılan ilişki tespiti sonucuna bağlı olarak şahısla ilgili yapılan sorgulamalarda şahsa bağlı tüm veriler raporlanmaktadır.”

63. ByLock verilerinin değerlendirilmesi açısından ByLock abone listesinde yer alan ilk tespit tarihi, abonelerin ByLock uygulamasının sunucusuna Türkiye’den ve VPN’siz olarak gerçekleştirdikleri ilk bağlantı tarihini ifade etmektedir.

64. Diğer yandan yine EGM raporunda ByLock uygulamasına ait verilerin mesaj ve e-posta içerikleri, profil bilgileri ile arama/aranma bilgilerinden oluştuğu belirtilmiştir. Rapora göre veri tabanında yer alan verilerin yansıtıldığı Tespit ve Değerlendirme Tutanağı’nın Tespit Edilebilen İlk Log Tarihi bölümünde yazılı bulunan tarih, ByLock sunucusuna Türkiye’den gerçekleşen bağlantılara ait kurtarılabilen ilk log tarihidir. Söz konusu raporda ByLock veri tabanındaki verilerin kurtarılabilen verilerden ibaret olması (tamamının kurtarılmaması) sebebiyle 1) bu verilerin CGNAT kayıtları ile kısmen farklılık göstermesinin, 2) ByLock sorgu sonucu, CGNAT kayıtları, ByLock tespit ve değerlendirme tutanakları gibi belgelerde yazılı log tarihlerinin ilk ve son log tarihi aralıkları arasında kısmen farklılıklar bulunmasının veya 3) mesaj ya da e-posta alınıp gönderildiği tespit edilen bir zaman diliminde log tablosunda sisteme giriş kaydı görülmemesinin mümkün olduğu, dolayısıyla veriler arasında bir çelişkinin bulunmasından bahsedilemeyeceği belirtilmiştir.

65. Bu durumda ByLock veri tabanında, kurtarılamaması nedeniyle belirli tarih ya da tarihlerde yapılan bazı işlemlere ilişkin log kayıtları raporlanamayan kişinin o tarihlerde bu işlemler sırasında sunucuya yaptığı bağlantılara ilişkin CGNAT kaydı tespit edilebileceği gibi VPN kullanarak işlem gerçekleştiren kişinin CGNAT kaydı bulunmadığı halde ByLock veri tabanında işlem kaydının raporlanmış olması mümkündür. Her iki kaynaktaki verilerin tamamının elde edilememesinden kaynaklanan bu farklılığın veriler arasında uyumsuzluk bulunduğu biçiminde yorumlanamayacağı ifade edilmiştir.

66. Bununla birlikte teknik raporlarda, ByLock programı yöneticisi tarafından 15/11/2014 tarihinden önceki log kayıtlarının silinmesi amacıyla bazı işlemler yapıldığı belirtilmiştir. Soruşturma birimlerinin tespitlerine göre özellikle silme ya da veri üzerine başka bir veri yazma gibi yöntemler uygulanmadığı sürece bilişim sistemindeki verinin tamamen kaybolmaması mümkündür. Adli soruşturma sürecinde EGM Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığınca ByLock veri tabanı üzerinde yapılan veri kurtarma işlemleri başarılı olmuş ve 15/11/2014 tarihinden öncesine ait log verileri de tespit edilebilmiştir. Yine ByLock sunucusunun yöneticisi olduğu değerlendirilen kişinin 15/11/2014 tarihinde bazı Ortadoğu IP adreslerinin ByLock sunucusuna erişimini engellediğini bildirmesine karşın kurtarılabilen veri tabanı üzerinde yer alan log kayıtlarında ve Türkiye’den erişimlere ilişkin CGNAT verilerinde bu tarihten sonraki dönemlere ait bağlantıların varlığı da belirlenmiştir.

67. Yargıtay kararları ile adli ve teknik raporlardaki değerlendirmelere göre bir örgüt mensubunun ByLock programım başarılı bir biçimde kullanabilmesi için başka bir örgüt mensubunca ByLock programının varlığı, kullanılması, gizliliği ve örgütsel önemi konusunda bilgilendirilmesi gerekmektedir. EGM raporunda da belirtildiği üzere ByLock programında kullanım kılavuzu, sık sorulan sorular ve geri bildirim alanı gibi bölümler bulunmamaktadır. Uygulama mağazalarında veya bazı internet sitelerinde programın farklı versiyonlarına rastlasa bile bir kimsenin kendiliğinden bu programı kullanmasına ve başka kişileri bu programda arkadaş olarak ekleyip onlarla iletişim kurmasına imkan yoktur. ByLock Analiz Raporu’nda bu uygulamanın ilk user-ID numarasından itibaren örgütün kullanımında olduğu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da ByLock’u sadece indirdiği gerekçesiyle kimse hakkında bugüne kadar soruşturma yürütülmediği belirtilmiştir.

B. Başvurucuya İlişkin Süreç

68. Başvurucu 1977 yılında Bolvadin’de doğmuş olup bireysel başvuruya konu olayların geçtiği tarihte Foça Açık Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memuru olarak görev yapmaktadır.

69. Darbe teşebbüsü sonrasında FETÖ/PDY mensubu oldukları iddiasıyla gözaltına alınan kişilerin adliye ve ceza infaz kurumu işlemlerinin sekteye uğratılması amacıyla örgütle bağlantılı olan zabıt katipleri ve infaz koruma memurlarının iş yavaşlatma, yangın çıkarma gibi provokatif eylemler gerçekleştireceği şeklinde bilgi elde edilmesi üzerine aralarında başvurucunun da bulunduğu 144 ceza infaz kurumu ve denetimli serbestlik personeli hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır.

70. Öte yandan başvurucu, terör örgütlerine veya devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna MGK’ca karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla irtibatı olduğu gerekçesiyle 3/10/2016 tarihli ve 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevinden çıkarılmıştır.

71. Süreç içinde başvurucunun soruşturmaya konu eylemlere İştirak ettiğine dair delil bulunmaması üzerine başvurucu hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçu yönünden soruşturmaya devam edilmiştir. Soruşturma sırasında elde edilen delillere göre başvurucu hakkında ByLock kaydına rastlanmıştır.

72. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tamamlanan soruşturma sonunda hazırlanan 22/5/2017 tarihli iddianamede, EGM-KOM Daire Başkanlığınca yapılan 28/2/2017 tarihli sorgu sonucuna göre başvurucunun bizzat kullandığını kabul ettiği GSM hattı üzerinden dört ayrı cep telefonuyla ilk defa 13/8/2014 tarihinde olmak üzere ByLock iletişim programını kullandığı iddia edilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğundan bahisle silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu işlediği kanaatine vararak İzmir 15. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır.

73. EGM-KOM Daire Başkanlığınca Mahkemeye sunulan 30/6/2017 tarihli Yeni ByLock CBS Sorgu Sonucu başlıklı raporda, iddianamede belirtildiği şekliyle başvurucunun kendi adına kayıtlı GSM hattı üzerinden IMEI numaraları tespit edilen dört ayrı cep telefonu vasıtasıyla ve ilk kez 13/8/2014 tarihinde ByLock iletişim programını kullandığı belirtilmiştir.

74. KOM Daire Başkanlığınca başvurucu hakkında düzenlenip dosyaya sunulan 5/6/2017 tarihli ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ‘na göre başvurucu adına kayıtlı ve başvurucunun kullanımında olan söz konusu GSM hattı kullanılarak ByLock sunucusuna yapılan bağlantı sonucunda oluşturulduğu belirtilen veriler aşağıdaki şekildedir:

i. user-ID numarası “114205”, kullanıcı adı ”serhatl299″, şifre “P1121212@”, adı “Serhat”, mesaj “Allah var gam yok !!!”, son online tarihi “14.01.2016, saat: 20.43.40”.

ii. “114205 ID’ye Bağlı İstatistik” başlığı altında “veri” ve “log” olarak kategorize edilen tespitlere göre yazışma ve e-posta durumunun aktif olduğu, gönderilen e-posta sayısı 68 log, toplam e-posta sayısı 1.052 veri, gelen arama sayısı 30 veri, giriş sayısı 159 log, alınan e-posta sayısı 74 veri ve 190 log, giden arama sayısı 14 veri, eklediği arkadaş sayısı 4 log, alınan mesaj sayısı 4 veri ve 172 log, okunan e-posta sayısı 108 log, toplam e-posta sayısı 1.052 veri, alınan dosya sayısı 2 log, gönderilen mesaj sayısı 7 veri ve 258 log ile silinen e-posta sayısının da 3 log olduğu görülmektedir.

iii. “114205 ID’yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)” başlığı altında 24 veri bulunduğu, gerçek kullanıcıları tespit edilen ve bu ID’yi listesine ekleyenlerden bir kısmının da başvurucu gibi infaz koruma memuru olduğunun belirtildiği, söz konusu user-ID’ye bir kısım kullanıcı tarafından “serhat” ve “murat sungrr” şeklinde adlar verildiği gözlemlenmektedir.

iv. “114205 ID’nin Eklediklerine Verdiği İsimler (Roster)” başlığı altında 25 veri bulunduğu, bu bölümde de user-ID numarası kendileriyle eşleştirilen kişilere ait user-ID, ad-soyadı, T.C. kimlik numarası ve meslek bilgileri ile henüz kime ait olduğu belirlenemeyen user-ID numaralarına yer verildiği, bu kişilerin bir kısmına başvurucu tarafından isimler verilerek kişi listesine eklendiğinin belirtildiği görülmektedir.

v. “114205 ID’nin Katıldığı Gruplar ve Grupların Kişi Listesi” başlığı altında toplam 5 grup bulunduğu, bu beş grupta da gruplara dahil olan user-ID numaralarına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine; “114205 ID’ye Bağlı Kişi Listesi” başlığı altında 27 adet user-ID numarasına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine; “114205 ID’ye Bağlı Mail Listesi” başlığı altında 24 adet user-ID numarasına ve bu numaraların tespit edilebilen kullanıcılarına ait kimlik bilgilerine yer verildiği anlaşılmaktadır.

vi. “114205 ID’ye Bağlı Yazışmalar” başlığı altında 244869 user-ID numaralı kullanıcıyla 9/9/2015 tarihinde ve 17.38.09 ile 18.10.24 saatleri arasında yapılan; sahibinin [S.A.] olduğu belirlenen 329688 user-ID numaralı kullanıcıyla 6/6/2015 tarihiyle (saat 23.55.07’den itibaren) 29/10/2015 tarihi (saat 20.23.08’e kadar) arasında yapılan mesajlaşma içeriklerine yer verilmiştir.

vii. “1142051 ID’ye Bağlı Mailler” başlığı altında, başka kullanıcılar tarafından bu user-ID numaralı kullanıcıya gönderilen, içeriği belirlenmiş veya -şifresinin çözümlenememesi nedeniyle- içeriği henüz belirlenememiş e-postalara yer verildiği görülmektedir. İçeriği belirlenebilen e-postalarda örgütle bağlantılı özel işletmelerden mal ve hizmet alımı yapılarak bu işletmelere destek olunmasının istenildiği, söz konusu işletmelere yönelik hukuki inceleme süreçleriyle ilgili örgüt mensuplarına bilgiler verildiği ve örgüt evi olarak kullanılacak yerlerle ilgili planlama yapıldığı görülmüştür. Ayrıca yaygın mesajlaşma programlarının devlet tarafından takip edildiği ve bu programlarla yapılan tüm İşlemlerin kayıt altına alındığı yönünde uyarılarda bulunularak söz konusu programların kullanılmaması tavsiye edilmiştir. E-postalarda, örgüt üyesi kişiler hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturma süreçleriyle ilgili bilgiler verilerek bu kişilerin örgütsel eylemlerinden ve tavırlarından övgülerle bahsedilmiş; örgüte yönelik soruşturmalar sırasında adli soruşturma birimlerinin yöntemleri hakkında bilgiler aktarılarak bu yöntemlere karşı ne şekilde savunma yapılması gerektiğine dair tavsiyelerde bulunulmuştur. Örgütsel motivasyonun artırılması için örgüt lideri Fetullah Gülen’in talimatlarının aktarıldığı ve örgüt liderinin konuşmalarının yayımlandığı internet sayfalarının takip edilmesi istenilmiştir.

viii. “114205 ID’nin Arama Kayıtları” başlığı altında, söz konusu program kullanılarak farklı ByLock kullanıcılarıyla yapılan 44 arama kaydına dair tespitlere; “114205 ID’ye Bağlı Log Tablosu” başlığı altında, Android işletim sistemli cihaz kullanılarak 8/11/2014 ile 14/1/2016 tarihleri arasında ByLock iletişim sistemine yapılan 159 adet “login” işlemine; “114205 ID’ye Bağlı Tüm Log Tablosu” başlığı altında da, 08.11.2014 ila 14.01.2016 tarihleri arasında ByLock iletişim sistemine yapılan toplam 926 adet “/ogm” işlemine yer verildiği anlaşılmaktadır.

75. Mahkemece, başvurucunun kullanımındaki GSM hattının ByLock sunucusuna ait hedef IP numaralarına bağlanıp bağlanmadığına, bağlanmışsa bu süreçteki baz istasyonu bilgilerinin neler olduğuna (CGNAT kayıtları) ve ilk ByLock kullanım tespitinden itibaren söz konusu GSM hattının hangi IMEI numaralı cihazlarla kullanıldığına yönelik araştırma yapılmıştır. Bu araştırmanın sonucu Mahkemece şu şekilde açıklanmıştır:

“Bilgi Teknolojileri Kurumu’na yazılan müzekkereye cevap verildiği, … ilk bağlantının 13/8/2014 tarihinde saat 13:34:43’de olduğu cep telefonunun İsmet İnönü Mah Menemen/İzmir adresindeki baz istasyonundan sinyal aldığı, yukarıda yazılı [B]yLock uygulamasının hizmet sunduğu IP adreslerinden birden fazlası ile çok kez bağlantı kurulduğu tespit edilmiştir.”

76. UYAP ortamına kaydedildiği şekliyle BTK tarafından tespiti yapılan veriler şöyledir:

i. ByLock programına ait IP adresleri, başvurucu adına kayıtlı ve kendisinin kullandığını kabul ettiği hatta ilgili GSM operatörü tarafından tanımlanan her bir IP numarası tarafından yapılan bağlantı bilgileri (her bir bağlantı için ayrı ayrı olmak üzere genel IP, özel IP, hedef port, bağlantı yapılan cihazın IMEI numarası, tarih, saat ve baz istasyonu bilgilerini de içerecek şekilde).

ii. Başvurucuya ait GSM hattına bağlı internet aracılığıyla 13/8/2014 tarihi ve 13.34.43 saati ile 14/1/2016 tarihi ve 22.15.46 saati arasında ByLock sunucusuna ait İP adreslerine toplam 12.166 bağlantı yapıldığı, söz konusu tarihler arasında hattın İsmet İnönü Mah. …Menemen/İzmir adresindeki baz istasyonu ile İzmir’in Foça veya diğer ilçelerindeki ya da farklı illerdeki baz istasyonlarının kapsama alanında kaldığı bilgileri (Başvurucu, ikamet adresini Mahkemeye İsmet İnönü Mah. … Menemen/İzmir olarak beyan etmiştir).

iii. ByLock sunucuna ait IP adreslerine bağlantı yapıldığı tespit edilen tarih aralığında başvurucuya ait GSM hattının EGM-KOM ByLock sorgu sonucu raporlarında belirtilen IMEI numaralı cihazlarla kullanıldığı bilgisi.

77. Başvurucu hakkındaki yargılama iki celsede tamamlanmıştır. Başvurucu ilk celsede yaptığı savunmada suçlamayı kabul etmediğini, memuriyete girerken veya görevi sırasında bu örgüt mensuplarınca kendisine herhangi bir konuda yardım edilmediğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca ByLock kaydı bulunan GSM hattını kendisinin kullandığını, ByLock iletişim programını kullanmadığını, ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı’nda kendisinin eklediği ya da kendisini ekleyen olarak belirtilen hiç kimseyi tanımadığını, ByLock sunucusuna bağlantı sağlandığına dair CGNAT kayıtlarına bir diyeceğinin olmadığını, yakalandığında teslim ettiği telefondan önce Samsung 3, General Mobile ve LG marka üç ayrı telefon kullandığım beyan etmiştir.

78. Başvurucu müdafi ise ByLock programına dair tespitlerin dijital delil niteliğinde olduğunu, bu delile her aşamada müdahale edilebileceğini, bunların hukuka aykırı şekilde elde edildiğini, ByLock programının örgüt kullanımına sunulmadığını, açık kaynaklardan indirilebilir olduğunu ve mesajlaşma programlarının neredeyse tamamının uçtan uca şifreleme yöntemi kullandığını ileri sürmüştür.

79. Yargılama sırasında başvurucuya ait GSM hattı ile ByLock sunucusuna bağlantı sağlanırken kullanılan dört ayrı IMEI numarasının e-devlet projesi kapsamında hazırlanan www.turkiye.gov.tr adlı site üzerinden sorgulanması neticesinde bu numaraların başvurucunun savunmasında belirttiği üç ayrı model telefona ait olduğu tespit edilmiştir.

80. Başvurucu, Mahkemenin 8/11/2017 tarihli kararıyla silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 7 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum edilmiştir. Mahkumiyet gerekçesinde, başlangıçta terör kavramının hukukumuzdaki yeri açıklanmış; sonrasında hem FETÖ/PDY’nin kuruluşu, amaçları ve yapılanmasıyla ilgili olarak hem de ByLock iletişim programına, bu programa dair verilerin hukuka uygun delil olduğuna ve programın örgütün kullanımına sunulmuş, örgütsel amaçlarla kullanılan bir program olduğuna dair açıklamalara yer verilmiştir. Mahkumiyete gerekçe olarak başvurucu hakkında EGM-KOM tarafından düzenlenen ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ile başvurucunun kullanımındaki GSM hattına dair CGNAT verilerinin birbiriyle uyumlu olduğunun ve başvurucunun FETÖ/PDY mensuplarının kullanımına sunulan ByLock iletişim programını “serhatJ299” kullanıcı adıyla kullandığının tespit edilmiş olması esas alınmıştır.

81. Anılan hükme yönelik istinaf başvurusu İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesince 31/1/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir.

82. Yargıtay, temyiz edilmesi üzerine Mahkemenin 28/2/2019 tarihli mahkumiyet hükmüne yönelik olarak verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararını onamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükümleri

83. 2937 sayılı Kanun’un 4. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan halinin ilgili kısımları şöyledir:

“Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri şunlardır;

a) Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, Anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkında milli güvenlik istihbaratını Devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ile gerekli kuruluşlara ulaştırmak.

i) Dış istihbarat, milli savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmak.”

84. 2937 sayılı Kanun’un 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“Milli İstihbarat Teşkilatı bu Kanun kapsamındaki görevlerini yerine getirirken aşağıdaki yetkileri kullanır:

a) Yerli ve yabancı her türlü kurum ve kuruluş, tüm örgüt veya oluşumlar ve kişilerle doğrudan ilişki kurabilir, uygun koordinasyon yöntemlerini uygulayabilir.

b) Kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kurum ve kuruluşlar ile diğer tüzel kişiler ve tüzel kişiliği bulunmayan kuruluşlardan bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilir, bunlara ait arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim alt yapısından yararlanabilir ve bunlarla irtibat kurabilir. Bu kapsamda talepte bulunulanlar, kendi mevzuatlarındaki hükümleri gerekçe göstermek suretiyle talebin yerine getirilmesinden kaçınamazlar.

….

d) Görevlerini yerine getirirken gizli çalışma usul, prensip ve tekniklerini kullanabilir.

g) Telekomünikasyon kanallarından geçen dış istihbarat, milli savunma, terörizm ve uluslararası suçlar ile siber güvenlikle ilgili verileri toplayabilir.”

85. 5271 sayılı Kanun’un “Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma” kenar başlıklı 134. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hali şöyledir:

“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkanının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin haline getirilmesine hakim tarafından karar verilir.

(2) Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere elkonulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.

(3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır.

(4) Üçüncü fıkraya göre alınan yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır.

(5) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının kopyası alınabilir. Kopyası alınan veriler kağıda yazdırılarak, bu husus tutanağa kaydedilir ve ilgililer tarafından imza altına alınır. “

86. 5271 sayılı Kanun’un “Delillerin ortaya konulması ve reddi” kenar başlıklı 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hallerde reddolunur:

a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.

…”

87. 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı 217. Maddesi şöyledir:

“(1) Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir.

(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”

88. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “‘Silahlı örgüt” kenar başlıklı 314. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.”

89. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun “Terör tanımı” kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

“Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak; Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”

90. 3713 sayılı Kanun’un “Terör suçlusu” kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:

“Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.

Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır.”

2. Yargıtay Kararları

91. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/16.MD-956, K.2017/370 sayılı kararında FETÖ/PDY’ye ilişkin olarak şu açıklamalara yer verilmiştir:

“FETÖ/PDY silahlı terör örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı haline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarım motive eden; ‘Altın Nesil’ adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra kasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.

İstişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü ve finans kaynaklarını örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm anayasal kurumlarım ele geçirme amacı taşıyan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ‘gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkar etmek üzerine kuruludur.

Talimatlar yoluyla kollektif bir şekilde mobilize olan, kamu erkinin kritik bürokratik alanları başta olmak üzere, kamusal alanı ele geçirme refleksi ile hareket eden, mülkiye, adliye, emniyet, eğitim, istihbarat ve ordu içerisinde kendi özel hiyerarşisi ile illegal şekilde kadrolaşan, devletin tüm kurumlarına yerleştirdiği örgüt mensupları ile devlet teşkilatını kendisine hizmet eder hale getiren ve adeta devlet içinde ayrı bir devlet yapısı oluşturan örgütün lideri Fethullah Gülen tarafından;

‘Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın!; bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin!’

‘Adliye, mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır.’

‘Zaman henüz uygun değil. Bütün dünyayı omuzlayıp taşıyabileceğimiz zamana dek, tamam olacağınız ve koşulların uygun olacağı zamana dek beklemelisiniz! Bilhassa, haber alma hususunda her zaman hasım cephenin çok önünde olunmalıdır.’

‘Yani siz hakim değilsiniz başka kuvvetler var. Bu ülkede değişik kuvvetleri hesap edecek dengeli, dikkatli, tedbirli, temkinli yürümekte yarar var ki geriye adım atmayalım…’

‘Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır. (…) bunca kalabalık içinde ben bu dünyayı ve düşüncemi sözde mahremiyet içinde anlattım. (…) sırrınız sizin sırrınızdır. Söylerseniz siz esir olursunuz.’

‘Daima tedbirli olmalıyız, daima istişare içerisinde karar alın, ana istişare organı olan Başyüceler ne karar aldıysa onu uygulayın (Kaldı ki; Başyüceler’in lideri de kendisidir) bütün güç merkezlerine ulaşmalıyız …’

‘Bir gün bana Ankara ‘da bin evimiz olduğunu söyleyin, devletin paçasından şöyle bir tutacağım, devlet uyandığında yapacağı hiçbir şey kalmayacak.’ şeklinde değişik yer ve zamanlarda örgüt mensuplarına verilen talimatlarda gizliliğe atfedilen önem görülmektedir.

Örgüt, kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirdiği personelin aile yaşamlarına dahi müdahale ederek şahısların kiminle evleneceğine de karar vermektedir.

Örgüt, kamu kurumlarında sayısı beş kişiyi geçmeyen bir örgüt abisine bağlı hücreler şeklinde yapılanmıştır. Hücreler birbirinden haberdar değildir. Bu şekilde bir hücre açığa çıksa bile diğer hücrelerin faaliyetlerine devam ederek deşifre olmaları engellenmektedir. İçlerinde katı bir askeri disiplin hakimdir.

Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hakim ve önder Fethullah Gülen olup, örgüt içerisinde kainat imamı olarak görülmektedir. Diğer yöneticiler onun verdiği yetkiyle onun adına görev yaparlar.

Kainat imamı inancı ve yedi katlı piramidal yapılanmaya sahip FETÖ/PDY silahlı terör örgütünde, örgüt içi hiyerarşide itaat ve teslimiyet katı bir kuraldır. Teslimiyet hem örgüte hem de liderin emrine ona atfen verilen göreve adanmışlıktır.

Örgütün hiyerarşik yapılanması tabaka-kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkün ise de, dördüncü kattan sonrasındaki geçişleri önder belirlemektedir. Katlar şu şekildedir:

a) Birinci Kat (Halk Tabakası): Örgüte iman ve gönül bağı ile bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların bir çoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir.

b) İkinci Kat (Sadık Tabaka): Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. Bunlar örgüt, sohbetlerine katılan, düzenli aidat ödeyen, az veya çok örgüt ideolojisini hilen kişilerdir.

c) Üçüncü Kat (İdeolojik Örgütlenme Tabakası): Gayri resmi faaliyetlerde görev alan, örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı çevresine propaganda yapan kişilerdir.

d) Dördüncü Kat (Teftiş Kontrol Tabakası): Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgütte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar.

e) Beşinci Kat (Organize Eden ve Yürüten Tabaka): Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanan ve devletteki yapıyı organize edip yürüten kişilerdir.

f) Altıncı Kat (Has Tabaka): Örgüt lideri Fethullah Gülen tarafından bizzat atanan ve lider ile alt tabakaların irtibatını sağlayan, örgüt içi görev değişiklikleri yapıp azillere bakan kişilerdir.

g) Yedinci Kat (Kurmay Tabaka): Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen ve on yedi kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir.

….

Örgütün deşifre olmaması ve Devletin örgüt yapısını çözmekte zorlanması için örgüt hücre tipinde yatay yapılanmaya özen göstermiştir. Hücreler genellikle en fazla beş kişiden oluşan ve bir abla veya abiye bağlı birimlerdir. Hücredeki kişi sayısı bazı kurumlarda üç, TSK gibi bazı kurumlarda ise birebirdir. Her hücreden sorumlu bir imam vardır.

FETÖ/PDY’nin Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Teşkilatına ve MİT’e sızan militanları, şeklen kamu görevlisi gibi gözükse de, bu kişilerin örgüt aidiyetleri diğer tüm aidiyetlerinden önce gelmektedir. FETÖ/PDY’nin devletin tasarrufunda bulunması gereken kamu gücünü, kendi örgütsel çıkarları lehine kullanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ/PDY’nin bir neferi olarak TSK, Emniyet Teşkilatı ve Milli İstihbarat Teşkilatında meslek hayatlarına başlayan örgüt mensupları, sahip oldukları silah ve zor kullanma yetkilerini FETÖ/PDY’deki hiyerarşik üstünden gelen emir doğrultusunda seferber etmeye hazır olacak şekilde bir ideolojik eğitimden geçirilmektedir. Bu durum, örgüt lideri tarafından hizmet insanı başlığı altında ‘örgüte bağlı kişinin azimli, kararlı, hizmete karşı itaatkar, her şeyin sorumluluğunu alması gereken, darbe yediğinde azmi bozulmayan, yüksek rütbelere geldiğinde kendi rütbesi değil de hizmetin rütbesini ön planda tutan, hizmet içerisinde yapacağı görevlerin zor olabileceğine inanan ve bütün varlığını, canını, sevdiklerini hizmet için feda etmeye hazır olması’ şeklinde açıklanmaktadır.

Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK’da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatları ile hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir.

Söz konusu terör örgütü, nihai amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personelin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirmiştir.

…..

Bir suç örgülü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüm dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.”

92. Anılan kararda ByLock iletişim sisteminin özelliklerim ilişkin olarak ise şu açıklamalara yer verilmiştir:

“Kullanılması için indirilmesi yeterli olmayıp özel bir kurulum gerektiren ByLock iletişim sistemi, güçlü bir kriptolama yoluyla internet bağlantısı üzerinden iletişim sağlamak üzere, gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarı ile şifrelenerek iletilmesine dayanan bir tasarıma sahiptir. Bu şifrelemenin, kullanıcıların kendi aralarında bilgi aktarırken üçüncü kişilerin bu bilgiye izinsiz şekilde (hack) ulaşmasını engellemeye yönelik bir güvenlik sistemi olduğu tespit edilmiştir. 2014 yılı başlarında işletim sistemlerine ait uygulama mağazalarında yer alıp bir süre herkesin ulaşımına açık olan ByLock’un, bu mağazalardan kaldırılmasından sonra örgüt mensuplarınca harici bellek, hafıza kartları ve bluetooth yoluyla yüklenildiği yürütülen soruşturma ve kovuşturma dosyalarındaki ifadeler, mesaj ve e-postalardan anlaşılmıştır.

ByLock iletişim sistemi 46.166.160.137 IP adresine sahip sunucu üzerinde hizmet sunmaktadır. Sunucu yöneticisi, uygulamayı kullananların tespitini zorlaştırmak amacıyla ayrıca 46.166.164.176, 46.166.164.177, 46.166.164.178, 46.166.164.179, 46.166.164.180, 46.166.164.181, 46.166.164.182, 46.166.164.183 no’lu IP adreslerini de kiralamıştır.

ByLock iletişim sistemi, Litvanya’da sunucu kiralama hizmeti veren … şirketinden kiralanmak suretiyle kullanma sunulmuş, sunucu ve IP kiralama işlemlerine ait ödemeler anonimlik içeren yöntemlerle (Paysera) yapılmıştır. Uygulamayı geliştiren ve kullanıma sunan kişinin erişilebilir iletişim bilgileri ile daha önce yaptığı işlere ilişkin referansları bulunmamaktadır. Uygulamanın tanıtılmasına yönelik girişimlerde bulunulmamış, böylelikle kullanıcı sayısının artırılması ve ticari değer haline gelinmesi hedeflenmemiştir.

Global ve ticari anlık mesajlaşma uygulamalarının ‘otorite imzalı SSL sertifikası’ kullandığı, bu sertifika ile kullanıcı bilgilerinin ve iletişim güvenliğinin sorumluluğunu ücreti mukabilinde bu otoriteye bıraktığı, buna karşın ByLock iletişim sisteminde otorite imzalı SSL sertifikası bulunmadığı bilinmekte, böylelikle kullanıcılara ait bir takım bilgilerle haberleşme trafiğinin ByLock sunucusu harici bir noktaya akışı engellenmektedir.

ByLock iletişim sistemine ait kaynak kodları içerisinde Türkçe ‘yetkiniz yok’, ‘dosya’, ‘posta’ ve ‘sesli arama’ şeklinde ifadeler yer almaktadır. Benzer şekilde kullanıcı adlarının, grup isimlerinin ve çözümlenen şifrelerin büyük çoğunluğu ile uygulamanın çözümlenen içeriklerinin neredeyse tamamı Türkçe ifadelerden oluşmaktadır.

ByLock iletişim sisteminin akıllı telefonlara yüklendikten sonra kullanılabilmesi için kullanıcı adı/kodu ve parolanın, akabinde cihaz üzerinde rastgele el hareketleriyle oluşturulan kullanıcıya özel güçlü bir kriptografık şifrenin belirlenmesi ve bu bilgilerin uygulama sunucusuna kriptolu olarak iletilmesi gerekmektedir. Böylece, kullanıcı bilgilerinin ve iletişimin güvenliğinin azami şekilde korunması amaçlarmıştır.

Global ve ticari uygulamaların aksine, kullanıcıların tespitini zorlaştırmak için ByLock iletişim sistemine kayıt esnasında kullanıcıdan telefon numarası, kimlik numarası, e-posta adresi gibi kişiye ait özel bir bilgi talep edilmemekte, sms şifre veya e-posta yoluyla doğrulama işleyişi bulunmamaktadır.

ByLock iletişim sistemi üzerinde telefon numarası veya ad-soyad bilgileri ile arama yapılarak kullanıcı eklenmesine imkan bulunmamaktadır. Diğer taraftan ByLock iletişim sisteminde benzer uygulamalarda bulunan telefon rehberindeki kişilerin uygulamaya otomatik olarak eklenmesi özelliği de bulunmamaktadır.

ByLock iletişim sisteminde kullanıcıların haberleşebilmesi için her iki tarafın önceden temin ettikleri kullanıcı adlarını ve kodlarını eklemeleri gerekmekte, ancak bu aşamadan sonra taraflar arasında mesajlaşma başlayabilmektedir. Bu bakımdan kullanıcıların dahi istediği zaman bu sistemi kullanma imkanı bulunmamaktadır. Bu kurgu sayesinde uygulama, sadece oluşturulan hücre tipine uygun şekilde bir haberleşme gerçekleştirilmesine imkan vermektedir.

ByLock iletişim sisteminde, kriptolu anlık mesajlaşma, e-posta gönderimi, ekleme yoluyla kişi listesi oluşturma, grup içi mesajlaşma, kriptolu sesli görüşme, görüntü veya belge gönderebilme özellikleri bulunmaktadır. Böylece kullanıcıların, örgütsel mahiyetteki haberleşmelerini başka herhangi bir haberleşme aracına ihtiyaç duymadan gerçekleştirmesine olanak sağlanmıştır. Kullanıcıların tüm iletişimlerinin ByLock sunucusu üzerinden yapılması, buradaki grupların ve haberleşme içeriklerinin uygulama yöneticisinin denetim ve kontrolünde olmasını da mümkün hale getirmiştir.

Kullanıcılar, silmeleri gereken verileri silmeyi unutsa dahi ByLock iletişim sisteminin cihaz üzerinde manuel işleme gerek duymaksızın güvenlik bakımından haberleşme içeriğini belirli bir süre sonra otomatik olarak silme özelliği sayesinde, olası bir adli işlem neticesinde cihaza el konulması durumunda kullanıcı listesindeki kişilere ve haberleşmelere ilişkin geçmiş verilere erişim engellenmektedir.

Kullanıcı tespitinin önlenmesi ve haberleşme güvenliği için alınan bir diğer güvenlik tedbiri ise; ByLock’a ait sunucu ve iletişim verilerinin, uygulama veri tabanında da kriptolu olarak saklanmasıdır.

ByLock kurgusunun aldığı önlemlerin yanı sıra, kullanıcılar da kendilerini gizlemek amacıyla birtakım önlemler almış, bu çerçevede haberleşme içeriklerinde ve uygulamadaki arkadaş listelerinde, kişilerin gerçek bilgileri yerine örgüt içindeki ‘kod adlarına’ yer verip çok haneli parolalar belirlemişlerdir.

Türkiye’den ByLock’a erişim sağlayan kullanıcılar, kimlik bilgilerinin ve iletişimin gizlenmesi amacıyla VPN kullanmaya zorlanmıştır.

Arama motorları üzerinden ByLock’a ilişkin sorgulamaların neredeyse tamamı Türkiye üzerinden gerçekleştirilmiştir.

ByLock’a ilişkin sosyal medya ve web siteleri gibi internet kaynaklı paylaşımlar çoğunlukla sahte hesaplar üzerinden yapılmıştır.

Büyük bir kullanıcı kitlesine sahip ByLock iletişim sistemi, 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi öncesinde Türk ve yabancı kamuoyu tarafından bilinmemektedir.

ByLock üzerinden yapılan iletişimin çözümlenen içeriğinin tamamına yakını FETÖ/PDY mensuplarına ait örgütsel temas ve faaliyetlere ilişkindir. Bu kapsamda buluşma adreslerinin değiştirilmesi, yapılacak operasyonların önceden bildirilmesi, örgüt mensuplarının yurt içinde saklanması için yer temini, yurt dışına kaçış için yapılan organizasyonlar, himmet toplantıları, açığa alınan veya meslekten çıkarılan örgüt mensuplarına para temini, Fethullah Gülen’in talimat ve görüşlerinin paylaşılması, Türkiye’yi terörü destekleyen ülke gibi göstermek amacına yönelik faaliyette bulunan birtakım internet adreslerinin paylaşılması ve bu sitelerdeki anketlerin desteklenmesi, FETÖ/PDY’ye yönelik yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanıkların hakim ve Cumhuriyet savcılarınca serbest bırakılmasının sağlanması, örgüt mensuplarına müdafii temin edilmesi, örgüt üyelerinden kimlere operasyon yapıldığına ve kimlerin deşifre olduğuna ilişkin bilgilerin paylaşılması, operasyon yapılması ihtimali olan yerlerde bulunulmaması ve bu yerlerdeki örgüt için önemli dijital verilerin arama-tarama mesulü olarak adlandırılan kişilerce önceden temizlenmesi, kamu kurumlarında FETÖ/PDY aleyhine görüş bildiren veya yapılanmayla mücadele edenlerin fişlenmesi, deşifre olduğu düşünüldüğünde ByLock iletişim, sisteminin kullanımına son verileceği ve Eagle, Dingdong ve Tango gibi alternatif programlara geçiş yapılacağının haber verilmesi, yapılanmaya mensup kişilerin savunmalarında kullanabilmeleri amacıyla hukuki metinler hazırlanması gibi örgütsel niteliği olan mesajlar gönderildiği anlaşılmıştır.

Uygulamadaki grupların Bölge Bayan, Etütcüler, Ev ahileri, İmamlarını, Okulcular, 8 ahiler, 8 birimciler, 8 büyük bölge, Bölgeciler, II Mezuncular, Talebeciler, Üniversiteciler, Zaman Gönüllüler, Mesul, Mesuller, İzdivaç şeklindeki adları örgütün jargonuyla ve hücre tipi hiyerarşik yapılanmasıyla uyumludur.

15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi sonrasında adli soruşturma işlemlerine tabi tutulan şüpheliler, ByLock iletişim sisteminin 2014yılının başından itibaren FETÖ/PDY silahlı terör örgüt üyeleri tarafından örgütsel haberleşme aracı olarak kullanıldığı yönünde ifade vermişlerdir.”

93. Kararda ByLock iletişim sistemindeki veri tespitlerinin hangi koruma tedbiri kapsamında incelenmesi gerektiğine ilişkin olarak yapılan açıklamalar şöyledir:

“Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma koruma tedbiri, CMK’nun 134. maddesinde düzenlenmiştir. Bu koruma tedbiri, CMK’nun 116 ve 134. maddeleri arasında düzenlenen ‘arama’ ve ‘elkoyma’ koruma tedbirlerinin özel bir görünümünü oluşturmaktadır.

….

Bilgisayar kütüklerinin sadece hard disk şeklinde anlaşılmaması gerekir. Bilgisayar kütükleri, internet servis sağlayıcılarının internet erişimi sağladıkları kullanıcılara ait IP no’larını ve diğer erişim bilgilerini depoladıkları veri tabanlarını da ifade etmekte[dir] …

Nitekim Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin ‘bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma’ başlıklı 17. maddesinin yedekleme işlemini düzenleyen üçüncü fıkrası; yedekleme işlemininin, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımları hakkında da uygulanacağını düzenlemiştir. Yönetmelikte yer alan “Bu işlem, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımları hakkında da uygulanır’ ibaresi ile olay yerindeki bilgisayarların yanı sıra uzak bilgisayar kütüklerim de erişim sağlanabilecektir.

….

… [İ]nternet ortamında gerçekleştirilen iletişime ilişkin kayıtlar, bilgisayar kütüğünde kayıt altına alındığından, bu iletişim kayıtları hakkında CMK’nun 134. maddesinin birinci fıkrası gereğince arama, kopyalama ve elkoyma koruma tedbirleri uygulanabilir…”

94. Kararda ByLock programı yönünden yapılan nihai değerlendirmeler ise şöyledir:

“… ByLock iletişim sisteminin kullanımı sonucunda oluşan verilerin tespiti, CMK’nun 135. maddesinin birinci fıkrası veya 2937 sayılı Kanunun 6. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında olmayıp CMK’nun ‘bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma’ başlıklı 134. maddesinin birinci fıkrası kapsamındadır…

….

ByLock iletişim sisteminde bağlantı tarihinin, bağlantıyı yapan IP adresinin, hangi tarihler arasında kaç kez bağlantı yapıldığının, haberleşmelerin kimlerle gerçekleştirildiğinin ve içeriğinin tespiti mümkündür. Bu kapsamda, bağlantı tarihi ve bağlantıyı yapan IP adresi ile hangi tarihler arasında kaç kez bağlantı yapıldığının belirlenmesi durumunda, somut olayın koşullarına göre kişinin bu özel iletişim sisteminin bir parçası olduğu kabul edilecek, ayrıca bu ağa dahil olan kişilerin ağ içinde başka kişi ya da kişilerle yaptıkları görüşme içeriklerinin olması da aranmayacaktır. Haberleşmelerin kimlerle yapıldığının ve içeriklerinin tespiti ise, kişinin terör örgütü içindeki hiyerarşik konumunun (örgüt yöneticisi/örgüt üyesi) belirlenmesinde yol gösterici olacaktır.

ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu terör örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti, kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacaktır …”

95. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24/1/2019 tarihli ve E.2018/16-417, K.2019/44 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“ByLock veri tabanı üzerindeki incelemeler sonucunda, ByLock sunucusunun IP’lerine bağlanmaları nedeniyle sunucunun log kayıtlarında tutulan IP adreslerine ait abone bilgileri belirlenebildiği gibi ByLock sunucusunda kaydı olan kullanıcıların User-ID numaraları, kullanıcı adı ve şifre bilgileri, sisteme bağlantı tarihleri (log kayıtları), User-ID ekleyen diğer kullanıcılara ait bilgiler (roster kayıtları), ByLock kullanıcısının kurduğu ya da katıldığı gruplar, mesaj içerikleri gibi verilerin bir kısmı ya da tümünün tespiti ve çözümü de gerçekleştirilebilmektedir. Dolayısıyla, KOM Daire Başkanlığınca yürütülen çalışmalarla bir kısmı ya da tümü tespit edilen bu verilerin değerlendirilmesi sonucunda, sistem tarafından atanan User-ID numarasının gerçekte hangi kullanıcıyla eşleştirildiği ve bu kabulü sağlayan verilerin neler olduğu hususunda düzenlenen ByLock tespit ve değerlendirme tutanağında yer alan bilgiler, sisteme dahil olduğu anlaşılan ByLock kullanıcısının gerçekte kim olduğuna ve bu kişinin terör örgütü içerisindeki hiyerarşik konumuna yönelik önemli bilgiler içerebilmektedir.

Bununla birlikte, ByLock sistemine dair yukarıda belirtilen teknik analizler ve kronolojik rapor dikkate alındığında; gerçekte ByLock sistemine (ağma) dahil olan kişinin, Türkiye’ye ait olmayan IP’ler üzerinden ByLock sistemine bağlanması nedeniyle, ByLock IP’lerine bağlantı yaptığına dair CGNAT kayıtlarına ulaşılamayabileceği gibi, KOM birimlerince ByLock sunucu verileri üzerinde yapılan incelemenin henüz sonuçlanmaması veya bu incelemelere rağmen bu kişiye ait olan verilerin kurtarılamaması – çözümlenememesi nedenleriyle User-ID numarası, kullanıcı adı, şifre, log kayıtları, roster bilgileri veya mesaj içerikleri gibi verilerin henüz tespit edilememiş olması ya da incelemeye rağmen tespit edilememesi de söz konusu olabilmektedir. Ancak bu durumda dahi, başka kullanıcılara ait kurtarılan – çözümlenen roster kayıtları, mesajlar vb. verilerin içeriğinin değerlendirilmesi sonucunda, ByLock programını kullandığı halde kendisine ait veriler henüz bulunamayan ya da çözümlenemeyen diğer kullanıcıların da kim oldukları tespit edilebilmekte, böylelikle başta kullanıcısı belli olmayan bir User-ID numarasının gerçekte kime ait olduğu da belirlenebilmektedir. Gerçek kullanıcısı bu şekilde belirlenen User-ID numaralarına ilişkin olarak da ByLock tespit ve değerlendirme tutanakları düzenlenebilmektedir.

Öte yandan, ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının düzenlenmesinden önceki bir tarihte, failin abonesi olduğu bir ADSL ya da GSM aboneliği üzerinden ByLock sistemine bağlantı yapıldığı ve sisteme kayıt yapılarak User-ID numarası alındığı belirlenerek bir User-ID numarasının faille (abone) eşleştirilmesi de mümkündür. Kural olarak bu yöndeki tutanağa istinaden de ilgili abonenin ByLock User-ID numarası alarak sisteme dahil olduğu anlaşılabilmektedir.”

96. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 27/6/2019 tarihli ve E.2018/16-418, K.2019/513 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

“ByLock sunucusuna ait 9 adet IP adresine Türkiye IP’lerinden bağlanan abonelerin bu bağlantılarına dair internet trafik kayıtlarım içeren ve operatörler tarafından tutulan CGNAT (HİS) kayıtları ise bir çeşit üst veridir. Bu veriler; aboneye ait IP adresinin ByLock sunucusuna ait IP adreslerine bağlandığını belirlediğinden, kişinin ByLock sistemine dahil olmuş olabileceği konusunda önemli bir emare olmakla birlikte, IP adreslerine bağlantı yapmanın ötesinde ilgili aboneye sisteme dahil olması için User-ID numarası atanıp atanmadığı ve atanmışsa bu numaranın ne olduğu konusunda bilgi içermemektedir.

Dolayısıyla, KOM’un ByLock sunucu verileri üzerinde devam eden incelemelerinin henüz tamamlanmaması ya da incelemeye rağmen verinin kurtarılamaması – çözümlenememesi nedeniyle kişinin herhangi bir User-ID numarasıyla eşleştirilemediği hallerde de, ByLock sunucusuna ait IP’ler e bağlantı yaptığının CGNAT kayıtları doğrultusunda tespit edilmesi mümkündür. Bu durumda kişinin, ByLock sistemine bağlanma yönünde bir hareketi olmakla birlikte henüz kullanıcı adı ve şifre oluşturmak suretiyle User-ID numarası almadığı, bu nedenle sisteme dahil olmadığı ya da gerçekte User-ID numarası alıp henüz veriler üzerindeki incelemenin devam etmesi veya verilerin kurtarılamaması – çözümlenememesi nedenleriyle bu User-ID numarasının kendisiyle eşleştirilemediği anlaşılabileceği gibi, ByLock sunucularına tuzak yöntemlerle (Morbeyin vb.) yönlendirilmiş olabileceği sonucuna da ulaşılabilmektedir. Bununla birlikte, ByLock kronoloji raporundan; CGNAT kayıtlarına göre ByLock sunucusuna ait IP’lere bağlantı sağladığı belirlenen GSM abonelerinden 11.480 GSM abonesinin, ByLock IP’lerine olan bağlantılarının Morbeyin uygulamalarıyla gerçekleştirildiğinin tespitine ilişkin bilgilendirme yazılarının ilgililerin soruşturma ve kovuşturma dosyalarına gönderilmiş olduğu da dikkate alınmalıdır.

Gelinen noktada, kişinin ByLock sistemine (ağına) dahil olduğunun belirlenebilmesi açısından, öncelikle ByLock sunucusunda kayıtlı bir User-ID numarasının kişiyle eşleştirilmesine dair veriler içeren ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının; bu belgenin bulunmaması halinde de varsa sanığa ait olduğu belirlenen ByLock User-ID numarasını içerir tutanağın getirtilerek tutanaklarda yer alan veriler sanığa anlatıldıktan sonra sanık ve varsa müdafisinden diyeceklerinin sorulması gerekmektedir.

Bu itibarla, failin bilerek ve isteyerek ByLock sunucusunda kayıtlı bir User-ID aldığının belirlenmesi; ByLock sistemine dahil olup ancak bir örgüt üyesinin sahip olabileceği gizli haberleşme imkanına kavuştuğunun, dolayısıyla en azından FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğunun kabulü için gerekli ve yeterli olacaktır. Ayrıca bu ağa dahil olan kişilerin ağ içerisinde başka kişi ya da kişilerle yaptıkları görüşme içeriklerinin olması da aranmayacaktır. ByLock sistemine dahil olan failler yönünden sistem içerisindeki haberleşmelerin kimlerle yapıldığının ve içeriklerinin tespiti ise ancak fail hakkında örgüt yöneticiliğinden dava açılmış olması ve failin örgüt yöneticisi olduğunun belirlenmesi açısından mevcut delillerin yetersiz görülmesi halinde yol gösterici olacaktır.

Bununla birlikte, User-ID bilgisi içeren her iki tutanakta yer alan tespitlere rağmen, ByLock sunucularına ait IP’lere bağlantısı saptanan İP adreslerinin ait olduğu sanık adına kayıtlı GSM ya da ADSL aboneliğinin veya bu abonelikler üzerinden internete bağlanan cihazların sanığın bilgisi ve rızası dahilinde ya da haricinde daimi veya geçici süreyle bir başkası tarafından kullanıldığına, bu abonelikler üzerinden kurulan internet bağlantısı için gerekli şifre gibi bilgilerin başkalarıyla paylaşıldığına ya da haksız olarak ele geçirildiğine vb. yönelik savunmalar karşısında ya da dosya kapsamına göre User-ID numarasının tespit edilenden farklı bir kişiye ait olduğuna yönelik bir şüphe oluşması durumunda, User-ID bilgisi içeren tutanakların, sanığın kendisi dışında, abonelikleri ya da internet bağlantı vb. şifrelerini kullandığını iddia ettiği kişiye ait açıkça belirteceği bilgilerle veya yapılacak araştırmalar sonucunda elde edilecek verilerle birlikte değerlendirilmesi; yine savunmanın içeriğine ve dosya kapsamına göre gerekli görüldüğü takdirde ayrıca, ByLock sunucu IP’lerine bağlandığı tespit edilen IP adresine ait olup sanığın kullandığı belirlenen ADSL ya da GSM numarasına ilişkin CGNAT sorgu kayıtları ve varsa GSM numarasının HTS kayıtları ile KOM’un güncel ByLock sorgu sonuçlarına dair raporun da getirtilerek, elde edilen verilerin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.”

97. Terör suçlarına ilişkin davaların temyiz mercii olan Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 18/10/2018 tarihli ve E.2017/4314, K.2018/3545 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

“ByLock iletişim sistemi, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacağı, bu minvalde;

….

… kişinin örgütsel gizliliği sağlamak ve haberleşmek amacıyla ByLock sistemine girdiğinin ve bu sistemi kullandığının, User-ID, şifre ve grup elemanlarım içerir ByLock tespit değerlendirme tutanağı ve CGNAT kayıtlarını içeren belgeler ile kesin olarak kanıtlanmasının zorunlu olduğu hususları gözetilmekle;

Somut olayda; Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 07.11.2016 tarihli yazısı ile FETÖ/PDY üyelerince kullanılan ‘ByLock and Chat’ programını kullandığı tespit edilen asker şahıslar hakkında başlatılan soruşturmada, Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı tarafından düzenlenen belgeye dayanılıp ByLock kullanıcısı olduğu kabul edilerek mahkumiyetine karar verilen sanığın kimlik bilgilerinin istinaf aşamasından sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 27.12.2017 tarihli 730.10.00-2017.865319 sayılı rapor eki ile yapılan tespit ve değerlendirmelerde ‘morbeyin’ listesinde yer aldığının bildirilmiş olması karşısında hukuki durumunun yeniden değerlendirilerek tayin ve takdirinde zorunluluk bulunması… [bozmayı gerektirmiştir]”

98. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 11/2/2019 tarihli ve E.2018/5762, K.2019/749 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“[B]yLock programını telefonuna indirdiğini fakat kullanmadan sildiğini savman sanığın, ByLock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde, [B]yLock kullanıcısı olduğuna dair delilin atılı suçun vasfının tayini açısından belirleyici nitelikte olması karşısında, ilgili birimlerden ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme raporu getirtilip değerlendirilerek CMK’nın 217. maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyecekleri sorulduktan sonra bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması… [bozmayı gerektirmiştir.]”

99. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 14/2/2019 tarihli ve E.2018/5481, K.2019/891 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

“[B]yLock kullanıcısı olduğunu kabul etmeyen sanığın, [B]yLock uygulamasını kullandığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde teknik verilerle tespiti halinde, [B]yLock kullanıcısı olduğum dair delilin atılı suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olması karşısında, ilgili birimlerden ayrıntılı, [B]yLock tespit ve değerlendirme raporu ile sanıktan ele geçirilen dijital materyallere ilişkin inceleme sonuçları da getirtilip değerlendirilerek duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyeceklerinin sorulması, gerekirse tespit ve değerlendirme tutanağıyla dosyada mevcut HİS (CGNAT) ve HTS kayıtlarının bilirkişiye tevdii edilerek karşılaştırılmasından sonra;

b) Sanığın savunmasında [B]yLock kullandığını kabul etmemesi ve internetini ev arkadaşı olan [M.B.] isimli kişi ile paylaştığını beyan etmesi; adı geçen şahıs hakkında da Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığının … sayılı soruşturma dosyasında kaydının bulunduğunun bildirilmesi karşısında; anılan şahsın dava açılmış ise dava dosyasının, aksi halde ise soruşturma dosyasının Yargıtay denetimine olanak verecek şekilde aslı veya onaylı suretlerinin dosya kapsamına alınması, mümkün olduğu takdirde usulüne uygun şekilde tanık olarak dinlenmesi suretiyle tüm deliller birlikte değerlendirildikten; sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması… [bozmayı gerektirmiştir.]”

100. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 12/3/2019 tarihli ve E.2018/4851, K.2019/2058 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Sanığın eşi olan [Y.İ.nin] kovuşturma aşamasındaki ‘… nolu hat benim üzerime kayıtlıdır. Bu hattı ben eşime vermiştim., ancak telefon evde ortada duruyordu, ben de zaman zaman bu telefonu kullanıyordum’, ‘….ayrıca eşim belirtilen telefonu kullanmış değildir, bu telefonu ben kullandım…’… şeklindeki beyanları, sanığın eşi [Y.] adına kayıtlı … hat üzerinde tanımlı olan [B]yLock programına ilişkin olarak düzenlenen ‘205264’ ID numaralı [B]yLock tespit ve değerlendirme tutanağında ekli şahısların da emniyet mensubu olması ve dosya kapsamındaki diğer deliller de dikkate alındığında, sanığın örgüt üyeliğine ulaşan süreklilik ve çeşitlilik içeren eylemlerinin bulunmaması da nazara alınarak sanık [H.] hakkında beraatine yönelik hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi… [bozmayı gerektirmiştir,]”

101. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 29/4/2019 tarihli ve E.2019/98, K.2019/3057 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“1-User-ID numarası; bir kullanıcının GSM hattı ile yönlendirme olmaksızın doğrudan [B]yLock sunucusuna bağlandığı, ayrıntılı ByLock değerlendirme ve tespit tutanağı ise; esas kullanıcının kim olduğu ve örgütsel konumu ile faaliyetleri hakkında bilgi verecektir.

2-User ID numarası tespit edilemeyen [B]yLock kullanıcısı olduğuna dair EGM KOM Daire Başkanlığınca rapor düzenlenen kişinin, CGNAT kayıtları mevcut olsa dahi, bu durum [B]yLock kullandığına dair önemli emare niteliğinde olmakla birlikte, yönlendirme (morbeyin veya başka nedenlerle) halinde de GNAT kayıtlarının mevcut olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.

….

Somut olayda, yerel mahkemenin hükme esas aldığı, Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Dairesi Başkanlığınca düzenlenen raporu ile User-ID numarası tespit edilemeyen ancak CGNAT kayıtlarında, By-lock sistemine 458 kez erişim sağladığı tespit edilen sanığın, [B.] Üniversitesinde Araştırma Görevlisi iken kurumsal kanaat neticesi Üniversite ile ilişkisinin kesilmesine müteakip KHK ile göreve iade edilen ve üniversiteye hazırlık aşamasında FETÖ/PDY dershanesine gitmiş olması örgütsel faaliyet olarak kabul edilerek örgüt üyesi olarak cezalandırılmasına karar verilmiş ise de; [B]yLock kullanımı dışındaki faaliyetlerin, tek başına veya birlikte gerçekleşmesi durumunda dahi, kişinin örgüt hiyerarşisine dahil olduğunu ispat için yeterli olmadığı gözetilerek, sanığın eyleminin şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatı bakımından, Emniyet Genel Müdürlüğü ilgili birimlerince [B]yLock verileri üzerinde ID numarası tespit çalışmalarının sonuçlanması beklenerek sonucuna göre, sanığın hukuki durumunun tespiti gerekirken, [B]yLock kullanıcısı olduğuna dair yetersiz [BlyLock sorgu tutanaklarına dayanılarak eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması… [bozmayı gerektirmiştir.]”

102. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 3/7/2019 tarihli ve E.2018/4983, K.2019/4707 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“… ByLock tespit ve değerlendirme tutanağında yazılı kullanıcı adı, şifre ve yazışma içeriklerine göre ByLock programım sanığın eşi [Z.A.nın] kullandığının anlaşılması karşısında, sanığın eşi [Z.A.] hakkında dava bulunup bulunmadığı araştırılıp derdest ise birleştirilmesi, kesinleşmiş ise Yargıtay denetimine elverişli şekilde dosyanın aslı veya onaylı suretinin getirtilip incelenmesi, sanık veya eşi adına kayıtlı diğer hatlarda ByLock kaydı bulunup bulunmadığı ilgili birimlerden sorularak varsa tespit ve değerlendirme tutanaklarının temin edilmesinden sonra tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle suç vasfının ve sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması… [bozmayı gerektirmiştir.]”

103. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 7/10/2019 tarihli ve E.2019/4284, K.2019/5832 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Sanık tarafından 46420 ID ve 24659 İD numaraları ile ByLock kullanıldığının dosya içerisine alınan Tespit ve Değerlendirme Tutanakları ile sabit olduğu, ancak ByLock tespit edilen ve sanık tarafından kullanıldığı sabit olmayan, sanığın yengesi adına kayıtlı 505 485 .. 85 numaralı hattın kim tarafından kullanıldığı hakkında gerekli araştırma yapılmadan bu hat üzerinden de sanık tarafından ByLock kullanıldığının kabulüne yer verilmesi… [bozmayı gerektirmiştir.]”

104. Kişilerin ByLock kullanımlarının hukuki bir kesinlik içinde ortaya konulabilmesi için Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin ve Bölge Adliye Mahkemelerinin kararlarında -somut olayın özelliğine göre- yapılması gerekli görülen araştırma ve inceleme işlemlerine ilişkin kararlar aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir:

a. Sanığın ByLock Kullanıcısı Olduğunun Teknik veya Bilirkişi Raporlarıyla Tespit Edilmesi Gerektiğine Dair Kararlar/Bozmalar

i. Teknik verilerle desteklenmedikçe sanığın ByLock kullanıcısı olduğuna dair beyanlarla yetinilmeyerek bu husustaki teknik raporların ilgili makamlardan getirtilerek gerektiğinde bilirkişi incelemesi yaptırılması (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 3/7/2019 tarihli ve E.2018/4983, K.2019/4707 sayılı kararı ile Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 10/1/2019 tarihli ve E.2018/252, K.2019/45 ve Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 18. Ceza Dairesinin 25/2/2020 tarihli ve E.2019/510, K.2020/314 sayılı kararları),

ii. Savunmanın niteliğine ve dosyadaki delil durumuna göre ByLock sorgu sonucu raporlarının ve CGNAT kayıtlarının ByLock kullanımı açısından yeterli görülmemesi (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 6/2/2019 tarihli ve E.2018/5974, K.2019/575 sayılı ve 29/4/2019 tarihli ve E.2019/98, K.2019/3057 sayılı kararları ile Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 4/1/2019 tarihli ve E.2018/235, K.2019/27 sayılı kararı),

iii. İlgili birimlerden ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının getirtilerek duruşmada sanık ve müdafiine okunup diyeceklerinin sorulması (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 22/1/2019 tarihli ve E.2018/5710, K.2019/331 sayılı kararı ile Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 18. Ceza Dairesinin 17/1/2020 tarihli ve E.2019/269, K.2020/139 sayılı kararı) gerekmektedir.

b. ByLock Sunucusuna Ait IP Numaralarına Bağlandığı Tespit Edilen Hattın Gerçekte Kim veya Kimler Tarafından Kullanıldığının Tespiti İçin Yapılan Bozmalar

i. Savunmada ileri sürülen iddialar çerçevesinde ilgili GSM hatlarının ByLock kullanıldığı tespit edilen tarihlerde sanık adına kayıtlı olup olmadığının ve aktif halde bulunup bulunmadığının tespiti (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 6/2/2019 tarihli ve E.2018/5974, K.2019/575 sayılı kararı),

ii. ByLock sunucularına ait IP adreslerine bağlandığı tespit edilen GSM ve ADSL hatlarının veya bu hatlara tanımlanan internet hizmetinin bu hatların abonesi dışındaki kişilere kullandırıldığının ya da başkalarıyla ortak kullanıldığının iddia edildiği hallerde bu kişilere ilişkin araştırma -ve gerektiğinde soruşturma- yapılması, bunların tanık olarak dinlenmesi ve -varsa- bunlar hakkında görülen davalara ilişkin dosyaların getirtilerek incelenmesi (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 14/2/2019 tarihli ve E.2018/5481, K.2019/891; 5/11/2019 tarihli ve E.2019/3621, K.2019/6616; 7/10/2019 tarihli ve E.2019/4284, K.2019/5832; 3/7/2019 tarihli ve E.2018/4983, K.2019/4707 sayılı kararları ile Adana Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 13/12/2018 tarihli ve E.2018/1874, K.2018/2147; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 31/1/2019 tarihli ve E.2018/3588, K. 2019/71; Van Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 11/12/2019 tarihli ve E.2019/155, K.2019/136; Adana Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 22/1/2020 tarihli ve E.2019/1412, K. 2020/51 ve Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 18. Ceza Dairesinin 20/2/2020 tarihli ve E.2019/471, K.2020/302 sayılı kararları),

iii. İnternet bağlantısı için gerekli olan şifre bilgilerinin haksız şekilde ele geçirildiğine dair savunmalar karşısında bu iddialarla ilgili olarak -gerekirse ByLock sunucu hedef IP’lerine bağlandığı tespit edilen IP adresine ait ADSL ya da GSM numarasına ilişkin CGNAT sorgu kayıtları ve varsa GSM numarasının HTS kayıtları ile KOM’un güncel ByLock sorgu sonuçlarına dair raporunun getirtilmesi gibi- yeterli düzeyde araştırma yapılması (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 13/5/2019 tarihli ve E.2018/6860, K.2019/3369 sayılı kararı),

iv. ByLock programı kullanılan cihaz bilgileri ile dosya içeriğinde yer alan belgelerin karşılaştırılması, söz konusu cihaza ait IMEI numarasının kopyalanmış olup olmadığının belirlenmesi ve gerekli görülmesi halinde bu hususta bilirkişi raporu alınması (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24/9/2019 tarihli ve E.2019/3252, K.2019/5524 sayılı ve Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 11/10/2017 tarihli ve E.2017/1258, K.2017/1232 sayılı kararları) gerekmektedir.

c. Sanığın İradesi Dışında ByLock’a Bağlanıp Bağlanmadığının Tespiti İçin Yapılan Bozmalar:

i. Morbeyin uygulamaları nedeniyle iradeleri dışında ByLock sunucusuna bağlandığı tespit edilenlerin hukuki durumlarının yeniden değerlendirilmesi (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 18/10/2018 tarihli ve E.2017/4314, K.2018/3545 sayılı kararı),

ii. Sanığın ByLock sunucusuna iradesi dışında bağlantı yapmış olabileceğine dair iddiasının araştırılması (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 6/5/2019 tarihli ve E.2018/2857, K.2019/3190 sayılı kararı) gerekmektedir.

d. Diğer İddialara İlişkin Kararlar/Bozmalar:

i. Sanık hakkında ByLock user-ID numarası eşleştirmesi yapılmış olsa dahi söz konusu user-ID numarası üzerinden ByLock programım sanığın dışında bir kişinin kullandığı hususunda bir iddianın bulunması ya da bu hususta şüphe oluşması durumunda sanıkla eşleştirilen user-ID numarasının gerçekte kim tarafından kullanıldığının tespiti için ByLock CGNAT kayıtları ile IMEI numarası baz bilgilerini içeren HTS kayıtlarının BTK’dan temin edilmesi, söz konusu kayıtlarla ByLock sorgu sonucu belgesinde ve ByLock tespit ve değerlendirme tutanağında yer alan tüm verilerin birlikte değerlendirilmesi (bu konuda bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 27/6/2019 tarihli ve E.2018/16-418, K.2019/513 ve Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 12/12/2019 tarihli ve E.2019/6556, K.2019/7769 sayılı kararları),

ii. ByLock tespit ve değerlendirme tutanağında belirtilen user-ID’nin kullanıcısının eklediği ya da bu user-ID numarasını ekledikleri tespit edilmiş olan kişiler ile mesaj/e-posta alıp gönderen, sesli görüşme yapan diğer user-ID numaralarını kullanan kişiler hakkında bir soruşturma veya kovuşturma bulunup bulunmadığı tespit edilerek haklarındaki dosyaların getirtilerek incelenmesi, -gerekli görülmesi halinde de- bu kişilerin tanık olarak dinlenilmesi (birçok karar arasından bkz. 17/1/2019 tarihli ve E.2018/1681, K.2019/227 ve Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 2/7/2019 tarihli ve E.2019/368, K.2019/4877 sayılı kararları) gerekmektedir.

B. Uluslararası Hukuk

1. Sözleşme Hükümleri

105. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan … bir mahkeme tarafından davasının … hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir…”

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

106. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme’nin 6. maddesi hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmasını güvence altına almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin herhangi bir kural koymamakta olup bu husus ulusal kanun koyucuların takdirindedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/07/2006, § 94).

107. AİHM, bariz bir şekilde keyfi olmadıkça belirli bir kanıt türünün -iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dahil olmak üzere- kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dahil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya, § 95; Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008, § 52; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05,25/7/2013, § 699).

108. Bir delilin kabul edilebilir olup olmadığını veya başvurucunun gerçekten suçlu olup olmadığını belirlemenin görevi olmadığını vurgulayan AİHM; bu konuda çözümlenmesi gereken sorunun -delilin elde ediliş şekli de dahil olmak üzere- yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının tespit edilmesi olduğunu ifade etmektedir. AİHM’e göre bu hususta yapılacak değerlendirme, söz konusu hukuka aykırılığın ve Sözleşme’deki başka bir hakkın ihlali durumunda tespit edilen ihlalin niteliğinin incelenmesini de kapsayacaktır. Yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığı değerlendirilirken savunma haklarına saygı gösterilip gösterilmediğine de bakılmalıdır. Özellikle başvurucuya delillerin özgünlüğüne itiraz etme ve kullanımına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediği değerlendirilmelidir. Buna ek olarak elde edildiği koşulların delilin doğruluğu ve güvenilirliği üzerinde şüphe oluşturup oluşturmadığı hususu da dikkate alınmalıdır. Bir delilin başka delillerle desteklenmemesi tek başına yargılamanın hakkaniyetini zedelemese de delilin güçlü olmasına ve güvenilirliği konusunda riskin bulunmamasına bağlı olarak destekleyici delil ihtiyacı da zayıflar (Bykov/Rusya [BD], B. No: 4378/02, 10/3/2009, §§ 89, 90; Ilgar Mammadov/Azerbaycan (No.2), B. No: 919/15,16/11/2017, §§ 208,209).

109. AİHM’e göre yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığı değerlendirilirken dava konusu suçun cezalandırılması ile amaçlanan kamu yararının ağırlığı da dikkate alınabilir ve gözetilen kamu yararı, kişinin aleyhindeki delillerin hukuka uygun olarak toplanmasını gerektiren kişisel yarar karşısında üstün gelebilir (Jalloh/Almanya, § 97). Özellikle de tespit edilen Sözleşme ihlalinin mahiyetine yönelik yapılan incelemeye ilişkin olarak AİHM, birçok davada gizli dinleme araçlarının kullanımının Sözleşme’nin 8. maddesinin ihlaline yol açtığını zira bu şekilde yapılan müdahalenin kanuna uygun olmadığım belirtmiştir. Ancak bu şekilde elde edilen bilgilerin delil olarak kabul edilmesi -belirli bir davanın kendisine özgü koşullarında- Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile güvence altına alınan adil yargılanma ilkesi gereklerine aykırılık teşkil etmemiştir (Khan/Birleşik Krallık, B. No: 35394/97, 12/5/2000, §§ 29-35; Bykov/Rusya, §§ 94-105).

110. AİHM’e göre iç hukukta yeterli hukuki temeli bulunmadan veya hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilmiş materyallerin yargılamada kanıt olarak kullanılması kural olarak -başvurucuya gerekli usule ilişkin güvencelerin sağlanmış olması ve materyalin baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek yöntemlerle elde edilmemiş olması şartıyla- Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil yargılanma standartlarına aykırılık oluşturmaz (Chalkley/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 63831/00, 26/9/2002).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

111. Mahkemenin 4/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

112. Başvurucu, ByLock verilerinin hukuka aykırı şekilde elde edildiğini ve hakkında verilen mahkumiyet kararına esaslı dayanak teşkil ettiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

113. Bakanlık görüşünde, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin (E.2015/3, K.2017/3; 27/1443, K.2017/4758 sayılı) ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (E.2017/16.MD-956, K.2017/370 sayılı) kararları ile Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri kararındaki ByLock iletişim sistemine dair inceleme ve tespitlerin bulunduğu kısımlara yer verilmiştir. Görüş yazısında ayrıca başvurucu hakkında FETÖ/PDY’ye üye olma suçundan yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun kullandığını beyan ettiği GSM hattına ilişkin olarak ByLock sorgulamasında tespit edilen telefonlarda ByLock’un Kurulu olduğunun ve kullanıldığının ortaya çıktığı, yargılama boyunca avukat ile temsil edilen başvurucuya, aleyhine olan delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verildiği belirtilmiştir. Bakanlık; bizzat kendisinin kullandığım beyan ettiği GSM hattı ve telefonlarda ByLock kullanıldığının tespit edilmiş olmasına dayanılarak başvurucunun mahkumiyetine karar verildiğini, varılan sonucun adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfilik içermediğini de vurgulamıştır.

114. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, mahkumiyetine gerekçe yapılan ByLock verilerinin hukuka aykırı yöntemlerle elde edildiğini, bu verilerin gerçekliğine ve güvenilirliğine ilişkin şüpheler bulunduğunu ve bu nedenle de yargılamada kullanılamayacağını, ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ile CGNAT kayıtlarında belirtilen veriler arasında çelişkiler olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca her iki belgede ByLock sistemine bağlanıldığına dair ilk ve son online tarihlerine ilişkin verilerin birbirini tutmadığını, ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı içeriğinde yer alan ID’ye ait mesaj, e-posta, arama-aranma kayıtlarına dair tarih ve saat bilgilerinin CGNAT kayıtlarıyla uyumlu olmadığım ve listede olmayan ID’lerle arama kayıtları olduğuna dair tespitlere yer verildiğini iddia etmiştir. Başvurucu son olarak ByLock sunucusuna bağlandığı belirtilen IP’lerden birinin o tarihte sunucuya tahsis edilmediğini, ayrıca NAT teknolojisi gereği sürekli aynı dinamik IP’nin kullanılmasının mümkün olmadığını ancak kendisinin uzun süre aynı IP ile bağlandığı tespitinde bulunulduğunu, bu nedenlerle ByLock kullandığına ilişkin tespitlerin gerçeği yansıtmadığım ifade etmiştir.

2. Değerlendirme

115. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

116. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu bağlamda başvurucunun iddiaları, adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma güvencesi yönünden incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

117. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

118. Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak bu amacın gerçekleştirilmesi için yapılan araştırma faaliyetleri sınırsız değildir. Maddi gerçeğin hukuka uygun bir şekilde ortaya çıkarılması, ceza adaletinin hakkaniyete uygun olarak gerçekleşmesi için gereklidir. Bu bakımdan ceza yargılamasında hukuka uygun yöntemlerle delil elde edilmesi, hukuk devletinin temel ilkelerinden sayılmaktadır. Bu kapsamda Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında da kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır (Orhan Kılıç [GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018, §42).

119. Anayasa’nın 36. maddesine “…ile adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dahil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca değerlendirme yaptığı birçok kararında, kanuni bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin yargılamada kullanılmasıyla ilgili olarak ileri sürülen iddiaları adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelemektedir. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında bu konuda yapılan değerlendirmelerde Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrası da dikkate alınmaktadır (Orhan Kılıç, § 43).

120. Ancak bireysel başvuruya konu davadaki eylemlerin kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile uyuşmazlığa Yargıtay ve derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Dolayısıyla somut başvuruyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin rolü, Yargıtay ve derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelerin ve varılan sonuçların hukuka uygunluğunu denetlemek değildir. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Orhan Kılıç, § 44).

121. Bununla birlikte kanuni bir temeli olmadan elde edildiği veya elde ediliş yöntemi bakımından hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen ya da derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılmasının hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabileceği dikkate alınmalıdır. Ceza muhakemesinde delillerin elde ediliş şekli ve mahkumiyete dayanak alınma düzeyleri, yargılamanın bütününü hakkaniyete aykırı hale getirebilir (Orhan Kılıç, § 45).

122. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini tespit etmek değil hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen ya da derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılıp kullanılmadığını ve bu hukuka aykırılığın bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (benzer yöndeki bir karar için bkz. Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, § 46).

123. Bu konuda değerlendirme yapılırken delillerin elde edildiği koşulların onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının da dikkate alınması gerekir (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 61). Hakkaniyete uygun bir yargılama, delillerin gerçekliği ve güvenilirliği konusundaki kuşkuların giderilmesini, delillerin güvenilirliğine ve gerçekliğine etkili bir şekilde itiraz etme fırsatının tanınmış olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi de delillere yönelik hukuka aykırılık iddialarıyla ilgili olarak başvuruculara delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini, bu konuda silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gözetilip gözetilmediğini, savunmanın menfaatlerinin korunması için onlara yeterli güvenceler sağlanıp sağlanmadığını incelemektedir (Orhan Kılıç, §§ 47,48).

124. Yukarıda belirtilen anayasal gereklilikler, ilgili usul kanunlarında da kurala bağlanmıştır. Nitekim 5271 sayılı Kanun’un 217. maddesinin (2) numaralı fıkrasında “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” denilmiştir. Aynı Kanun’un 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması halinde reddolunacağı, 230. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise mahkumiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği belirtilmiştir (Orhan Kılıç, § 50).

125. Bireysel başvuru incelemelerinde ölçü norm Anayasa olup kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Kanuni bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin kabul edilmesinin yargılamanın hakkaniyetini zedeleyip zedelemediğinin Anayasa’nın 36. ve 38. maddelerinin sağladığı güvenceler açısından değerlendirilmesinde -yargılamanın bütünlüğü içinde- somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır (Orhan Kılıç, § 51).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

(1) Bylock Sunucusundan Elde Edilen Veriler Yönünden

126. Başvurucu; ByLock verilerinin istihbari yöntemlerle ve hukuka aykırı olarak elde edildiğini, bu sebeple mahkumiyete gerekçe yapılamayacağını iddia etmektedir. Dolayısıyla ilk olarak ByLock uygulamasının niteliğinin ve bu uygulamanın varlığının soruşturma mercilerince nasıl tespit edildiğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

127. FETÖ/PDY’nin kamu kurum ve kuruluşlarındaki örgütlenmesinin, bunun yanı sıra başta eğitim ve din olmak üzere farklı sosyal, kültürel ve ekonomik alanlardaki faaliyetlerinin milli güvenlik üzerinde tehdit oluşturduğunun soruşturma mercileri ve devletin güvenlik birimlerince kabul edilmeye başlandığı süreçte MİT de kendi görev alanı çerçevesinde bu yapılanmanın faaliyetleriyle ilgili çalışmalarda bulunmuştur. Nitekim 2937 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde MİT’in Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğüne, varlığına, bağımsızlığına, güvenliğine, anayasal düzenine ve milli gücünü meydana getiren bütün unsurlarına karşı içten ve dıştan yöneltilen mevcut ve muhtemel faaliyetler hakkındaki milli güvenlik istihbaratını devlet çapında oluşturmak ve bu istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmakla yükümlü olduğu belirtilmiştir (bkz. § 83).

128. MİT tarafından yapılan çalışmalar kapsamında FETÖ/PDY mensuplarının örgütsel haberleşmelerinin sağlanması amacıyla geliştirildiği anlaşılan, ana sunucusu yurt dışında bulunan ByLock adlı bir mobil uygulama ve bu uygulamanın iletişim kurduğu sunucular olduğu tespit edilmiş; bunlar ayrıntılı teknik çalışmalara tabi tutulmuştur. Kendi görev alanı kapsamında MİT tarafından bu uygulamayla ilgili olarak yapılan çalışmalar adli soruşturma işlemi niteliğinde değildir. Zira 2937 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde MİT’in terörle mücadele konularında da her türlü teknik istihbarat usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplama, kaydetme, analiz etme, üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırma görev ve yetkisine sahip olduğu düzenlenmiştir (bkz. § 83).

129. Aynı Kanun’un 6. maddesinde; MİT’in bu görevlerini yerine getirirken gizli çalışma usul, prensip ve tekniklerini kullanabileceği, telekomünikasyon kanallarından geçen dış istihbarat, milli savunma, terörizm ve uluslararası suçlar ile siber güvenlikle ilgili verileri toplayabileceği de hüküm altına alınmıştır (bkz. § 84). Dolayısıyla anılan Kanun’un ülkenin anayasal düzeninin korunması ve milli güvenliğin sağlanması amacı ile terör faaliyetlerinin eyleme dönüşmeden belirlenebilmesi için MİT’e ilgili kişi ve gruplar hakkında teknik yöntemlerle bilgi ve veri toplama, topladığı bu bilgileri analiz etme yetkisi verdiği görülmektedir.

130. Esasen demokratik toplumlarda temel hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla terör örgütleri gibi son derece karmaşık yapılarla etkin bir şekilde mücadele edilmesi ve bu tür örgütleri gizli yöntemlerle takip etmek amacıyla istihbarat organlarına ve onların yöntemlerine ihtiyaç duyulması kaçınılmazdır. Dolayısıyla terör örgütlerinin çökertilmesi amacıyla gizlilik taşıyan istihbarat yöntemleri kullanılarak bu örgütlerle ilgili bilgilerin toplanması ve analiz edilmesi demokratik toplumlardaki önemli bir ihtiyaca karşılık gelmektedir. Zira istihbarat birimlerinin elde ettikleri bu bilgiler vasıtasıyla demokratik anayasal düzene yönelik tehditlerin tespit edilmesi ve bunlara karşı önlemler alınması söz konusu olabilir. Bu bağlamda MİT’e 2937 sayılı Kanun’un 4. ve 6. maddeleri uyarınca yurt dışında bulunan bilgisayar verilerini satın alma da dahil olmak üzere terörle mücadele konusunda telekomünikasyon kanallarından terör suçlarıyla ilgili geçen bilgi, belge ve diğer tüm verileri her türlü teknik istihbarat yöntemlerini kullanmak suretiyle toplama, analiz etme ve bunları gerekli kuruluşlara ulaştırma yetkisi verilmiştir.

131. FETÖ/PDY’nin örgütlenmesi ve faaliyetleri öteden beri toplumda tartışma konusu olmakla birlikte özellikle 2013 yılı sonrasında soruşturma mercileri ve devletin güvenlik birimleri bu yapılanmanın milli güvenlik üzerinde tehdit oluşturduğunu değerlendirmeye başlamışlardır (bkz. §§ 12, 13). Bu bağlamda bilhassa 17-25 Aralık soruşturmaları ve MİT tırlarının durdurulması, bu yapılanmanın faaliyetlerinin Hükümeti devirmeyi amaçladığı yönünde soruşturma mercileri ve yargı organlarınca yapılan değerlendirmelerin temel dayanakları arasındadır (bkz. §§ 15, 16). Yine bu yapılanmayla bağlantılı olduğu değerlendirilen yargı mensupları eliyle açı lan/yürütülen birçok davanın da örgütün başta TSK olmak üzere kamu kuramlarında ve sivil toplumun farklı alanlarında etkinliğini sağlama veya artırma gayesine yönelik olduğu çok sayıda soruşturma/kovuşturma belgesinde ifade edilmiştir (bkz. § 14). Bu süreçte kamu makamları da bir taraftan FETÖ/PDY’nin illegal yönünü ortaya koyan karar ve uygulamalarda bulunmuş, diğer taraftan yapılanmaya karşı bazı tedbirlere başvurmuştur (bkz. §§ 18, 19).

132. Devletin istihbarat organlarının FETÖ/PDY’nin ulusal güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdidin yaklaşan bir tehlikeye dönüşmekte olduğunu değerlendirerek bu konuda istihbarat çalışmalarında bulunmuş olmasının hukukiliğinin veya yerindeliğinin takdiri Anayasa Mahkemesinin görevi olmadığı gibi eldeki bireysel başvurunun inceleme konusu da değildir. İlgili makamlardan gerekli önleyici tedbirleri almaları için terör tehdidinin fiilen gerçekleşmesini beklemeleri istenemez. Karmaşık yapısı ve uluslararası niteliğinin FETÖ/PDY ile ilgili olarak -darbe teşebbüsü öncesinde- istihbarat anlamında bazı çalışmalar yapılmasını zorunlu kıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim 15 Temmuz darbe teşebbüsü milli güvenlik üzerinde FETÖ/PDY’den kaynaklanan tehdidin ne denli büyük olduğunu ve bunun -öncesinde alınan birtakım tedbirlere rağmen- ulusun varlığını ve bütünlüğünü yok etmeye yönelik nasıl ağır bir tehlikeye dönüştüğünü göstermiştir (ayrıntılı açıklama ve değerlendirmeler için bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 12-25; 212-221).

133. MİT 2937 sayılı Kanun’un 4. ve 6. maddeleri kapsamındaki görevlerini yerine getirirken rastladığı FETÖ/PDY’ye ilişkin bir veriyi adli makamlara/soruşturma mercilerine (Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına) iletmiştir. Kendi görev alanındaki bir konuyla (terörle mücadele) bağlantılı ve bir yasal temele dayalı olarak öğrenilen somut bir verinin yetkili adli makamlara bildirilmesinden ibaret olan bu eylemin bir istihbarat organı olan MİT tarafından adli kolluk faaliyeti yürütüldüğü şeklinde yorumlanması mümkün değildir. Bu bağlamda MİT’in delil toplama amacına yönelik bir çalışmanın sonucunda değil FETÖ/PDY’nin milli güvenlik üzerinde tehlike oluşturduğunun başta MGK olmak üzere kamu makamları tarafından değerlendirildiği bir dönemde bu yapılanmanın faaliyetlerinin tespiti için yürüttüğü istihbari çalışmalarda söz konusu dijital materyallere rastladığı anlaşılmaktadır.

134. Bununla birlikte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına soyut ve genel nitelikte olan, duyuma dayalı istihbari bilgilerin değil FETÖ/PDY’nin üye ve yöneticilerinin gizli iletişim aracı olduğu değerlendirilen bir uygulamaya ilişkin dijital verilerin teslim edildiği gözardı edilmemelidir. MİT’in görevi kapsamındaki bir çalışması esnasında rastgeldiği dijital materyalleri, içeriğinde suça konu olguların bulunup bulunmadığının incelenmesi -bu bağlamda maddi gerçeğe ulaşılması- için ilgili adli makamlara/soruşturma mercilerine iletmesi -sadece teslim eden kurumun niteliğinden dolayı- o verileri hukuka aykırı kılmaz.

135. Adli makamların kendisine teslim edilen verileri test etme; dijital materyallerle ilgili olarak onların gerçekliği veya güvenilirliğine ilişkin gerekli araştırma, inceleme ve değerlendirmede bulunma yetkisi her zaman bulunmaktadır. Nitekim adli makamlar söz konusu veriler kendilerine teslim edildikten sonra -dijital verilerde arama ve inceleme yapılmasına dair- ilgili usul kanununda yer alan kurallar çerçevesinde ve gerekli olan koruma tedbirine yönelik görevli hakimlikler tarafından verilen kararlar doğrultusunda yetkili kolluk birimleri marifetiyle veriler üzerinde inceleme ve araştırmalar yaparak soruşturma işlemlerini yürütmüş; bu çerçevede ilgili diğer kurum ve kuruluşlardan da gerekli görülen bilgi, belge ve deliller temin edilmiştir. Ayrıca savunma tarafı da -adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri doğrultusunda- bu dijital materyallerin gerçekliğine veya doğruluğuna itiraz etme ve bunların kullanılmasına karşı çıkma imkanına her zaman sahiptir.

136. Sonuç olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmayı amaçlayan bir terör örgütüyle ilgili istihbarat çalışmaları sırasında rastlanan ByLock uygulamasına ilişkin verilerin bu örgütle ilgili olarak yürütülen soruşturmalar/yargılamalarda maddi gerçeğe ulaşılmasına katkı sunması amacıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmesinde ilk bakışta göze çarpan bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Öte yandan bu süreç yönünden bir hukuka aykırılığın mevcut olduğu yönünde Yargıtay ve derece mahkemelerince yapılmış bir tespit de söz konusu değildir. Aksine Yargıtay Ceza Genel Kurulu birçok kararında ByLock’un -bir delil olarak- elde ediliş yönteminin hukuka uygun olduğuna dair değerlendirmelerde bulunmuştur (anılan kararlardan biri için bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20/12/2018 tarihli ve E.2018/16-419, K.2018/661 sayılı kararı). Dolayısıyla MİT’in yasal yetkileri çerçevesinde elde ettiği/rastgeldiği ByLock iletişim sistemine ilişkin dijital materyallerin ve bu materyallerle ilgili olarak düzenlenen teknik raporun Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ulaştırılması bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik içeren bir uygulama olarak değerlendirilemez.

(2) ByLock Verilerinin Adli Makamlara Ulaştırılmasından Sonraki Süreç Yönünden

137. FETÖ/PDY’ye üye olma suçunu işlediği iddiasıyla başvurucu hakkında kamu davası açılmıştır. KOM Daire Başkanlığınca Mahkemeye sunulan 30/6/2017 tarihli “Yeni ByLock CBS Sorgu Sonucu” başlıklı raporda, başvurucunun kendi adına kayıtlı GSM hattı üzerinden IMEI numaraları tespit edilen dört ayrı cep telefonu vasıtasıyla ve ilki 13/8/2014 tarihinde olmak üzere birçok kez ByLock programını kullandığı belirtilmiştir. Başvurucu, Mahkemenin 8/11/2017 tarihli kararıyla terör örgütüne üye olma suçundan mahkum edilmiştir. Mahkumiyet gerekçesinde, başvurucu hakkında EGM-KOM tarafından düzenlenen ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı ile başvurucunun kullanımındaki GSM hattına dair CGNAT verilerinin birbiriyle uyumlu olduğuna ve başvurucunun FETÖ/PDY mensuplarının kullanımına sunulan ByLock iletişim programını ”serhatl299″ kullanıcı adıyla kullanmasına dayanılmıştır. Kararda başvurucunun kullandığı belirtilen ByLock programına ilişkin olarak yapılan değerlendirmede bu programın FETÖ/PDY’nin haberleşme ağı olduğu ve bu yapılanma tarafından geliştirilip kullanıldığı, programın özellikleri itibarıyla bunu kullananların örgütle bağlantısının bulunduğu ifade edilmiştir.

138. Buna göre mahkumiyetin belirleyici delili başvurucunun ByLock programını kullandığının tespit edilmesidir. Başvurucu, ByLock verilerinin hukuka aykırı olduğunu hiçbir surette mahkumiyete gerekçe yapılamayacağını iddia etmektedir. Dolayısıyla ByLock programına ilişkin verilerin adli makamlara ulaştırılmasından sonraki süreç yönünden de bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

139. ByLock sunucusuna ilişkin dijital materyallerin ve bu materyallere ilişkin olarak düzenlenen teknik raporun Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmesi üzerine bu aşamadan itibaren soruşturma işlemleri 5271 sayılı Kanun’a göre yürütülmüştür. Bu kapsamda söz konusu dijital materyaller üzerinde 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesine göre inceleme, kopyalama ve çözümleme işlemi yapılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliğinden talepte bulunulmuştur. Anılan talep üzerine Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliği “dijital materyaller üzerinde inceleme yapılması, kopya çıkarılması ve kopya üzerinde bilirkişi incelemesi yapıl[masına]” karar vermiştir.

140. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/16.MD-956, K.2017/370 sayılı kararında da ByLock iletişim sistemindeki veri tespitlerinin 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesi kapsamında kaldığı vurgulanmıştır. Anılan karara göre internet ortamında gerçekleştirilen iletişime ilişkin kayıtlar bilgisayar kütüğünde kayıt altına alındığından bu iletişim kayıtları hakkında 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince arama, kopyalama ve elkoyma tedbirleri uygulanabilir. Yargıtaya göre 5271 sayılı Kanun’un 134. maddesindeki “bilgisayar kütükleri” ifadesi teknik anlamda sadece masaüstü ve dizüstü bilgisayarlarda bulunanları değil CD, DVD, flash disk, disket, hard disk vs. tüm çıkarılabilir bellekler, telefon vb. dijital tabanlı mobil cihazlar da dahil olmak üzere herhangi bir bilgi işlem veya veri toplama araç ya da gerecinde bulunabilecek tüm dijital dosyaları kapsamaktadır. Uygulanan koruma tedbiri açısından Yargıtay ve derece mahkemelerince yapılan tespit ve değerlendirmelerin bariz takdir hatası ve açık bir keyfilik içermediği görülmüştür.

141. Adli makamlar, teslim edilen dijital materyallerin gerçekliği veya güvenirliği ile ilgili olarak gerekli araştırma, inceleme ve değerlendirmelerde bulunmuştur. Adli makamlara teslim edilen bu veriler teknik birimlerce incelenmiş ve anlamlandırılmıştır. Savunma tarafı da -silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun şekilde- başvurucunun ByLock kullanıcısı olduğu yönündeki delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma imkanı da elde etmiştir.

142. Sonuç olarak somut olayda ByLock verilerinin kanuni bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde elde edildiğine yönelik iddialar açısından bir ihlal bulunmamaktadır.

143. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

B. ByLock’un Mahkumiyet Kararında Tek veya Belirleyici Delil Olarak Kullanılamayacağı İddiası

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

144. Başvurucu; hakkında verilen mahkumiyet kararında ByLock verilerinin tek veya belirleyici delil olarak kullanılmasının hukuka aykırı olduğunu, ByLock tespitine dair düzenlenen belgelerin çelişkili, tutarsız ve muğlak olduğunu, buna rağmen söz konusu verilerin mahkemeler tarafından aleyhinde delil olarak kabul edildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

145. Bakanlık görüşünde; Mahkemenin gerekçeli kararında delil olarak sıraladığı bilgi ve belgelere vurgu yapılmış, başvurucu ve müdafıinin söz konusu verilere karşı iddia ve itirazlarını dile getirme fırsatı elde ettiği belirtilmiş ve ayrıca delillerin değerlendirilmesinin derece mahkemelerinin yetkisinde olduğu ifade edilmiştir.

146. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, başvuru formu ve ekindeki dilekçelerinde belirttiği hususları tekrar etmiştir.

2. Değerlendirme

147. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikayetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (konuya ilişkin birçok karar arasından bkz. Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013).

148. Ancak temel hak ve özgürlüklere müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda derece mahkemelerinin takdir ve değerlendirmelerinin Anayasa’daki güvencelere etkisini nihai olarak değerlendirecek merci Anayasa Mahkemesidir. Bu itibarla Anayasa’da öngörülen güvenceler dikkate alınarak bireysel başvuru kapsamındaki temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilip edilmediğine ilişkin herhangi bir inceleme “kanun yolunda gözetilmesi gereken hususun incelenmesi” olarak nitelendirilemez (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, §53).

149. Diğer taraftan Anayasa Mahkemesi çok istisnai durumlarda temel hak ve özgürlüklerden biri ile doğrudan ilgili olmayan bir şikayeti kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin yasak kapsamına girmeden inceleyebilir. Açık keyfilik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsıldığı ve adil yargılama hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerin anlamsız hale geldiği çok istisnai hallerde, aslında yargılamanın sonucuna ilişkin olan bu durumun bizatihi kendisi usule ilişkin bir güvenceye dönüşmüş olur. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin usule ilişkin güvenceleri anlamsız hale getirip getirmediğini ve açık keyfilik nedeniyle yargılamanın hakkaniyetinin temelden sarsılıp sarsılmadığını incelemesi yargılamanın sonucunu değerlendirdiği anlamına gelmez. Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin delillerle ilgili değerlendirmelerine ancak açıkça keyfi ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvenceleri anlamsız hale getiren bir uygulama varsa müdahale edebilecektir.

150. Somut olayda başvurucu, mahkumiyet kararında ByLock verilerinin belirleyici delil olarak kullanılması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerden hangisinin ihlal edildiğini açıkça belirtmemiştir. Başvurucunun bu ihlal iddiasının adil yargılanma hakkı kapsamındaki usule ilişkin güvencelerden biri ya da birkaçı yönünden incelenmesi de mümkün görünmemektedir. Bu durumda geriye Mahkemenin ByLock verilerini mahkumiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak kullanmasının adil yargılanma hakkı kapsamındaki usul güvencelerini tamamen etkisiz hale getiren ve açıkça keyfi bir uygulama olup olmadığının değerlendirilmesi kalmaktadır. Bunun için öncelikle ByLock verilerinin delil olarak kullanılması ile ilgili sürecin ne şekilde geliştiğinin ve daha sonra Mahkemenin buna ilişkin değerlendirmesinin incelenmesi gerekir.

151. Soruşturma birimleri adli makamlara hitaben ByLock programının gizliliğini sağlamaya dönük teknik özelliklerine, kullanım şekline, şifrelenme biçimine, cihaza yüklenme yöntemine, kullanım alanlarına ve amacına yönelik olarak ayrıntılı bilgiler içeren teknik ve kronolojik raporlar düzenlemiştir. Raporlarda ByLock programının yaygın ticari mesajlaşma programlarından farklılıklarına ve örgütsel özelliklerine değinilmiştir. Örneğin yaygın ticari mesajlaşma programlarında kolay yükleme, rehberdeki kişilerin programa senkronize olması, telefon numarası ve e-posta ile kimliğin tespiti ve şifreleme hususlarına öncelik verildiği halde ByLock programının bunların aksine yüklemeyi, sisteme dahil olmayı ve kişilerle iletişime geçmeyi zorlaştırdığı, kullanıcı kimliğinin kısmen veya tamamen tespitini sağlayan herhangi bir veriyi kayıt işlemlerinin hiçbir aşamasında talep etmediği belirtilmiştir.

152. Mesajlaşma ve e-postalarda örgüt mensuplarının ifadelerinde beyan etmiş oldukları örgütsel bazı kısaltmalara ve örgüte ait literatüre yer verilmiştir. İletişim kurabilmek için her iki kullanıcının birbirini eklemesinin gerekmesi, programın örgütsel hücre tipine uygun şekilde kurgulandığının işareti olarak değerlendirilmiştir. Darbe teşebbüsü sonrasında yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturmalara ait dosyalardaki ifadelerde, ayrıca örgüt üyelerinin gönderdikleri mesaj ve elektronik postalarda bu programın örgütsel iletişimi sağlamak üzere oluşturulan bir haberleşme aracı olduğu ve bu amaçla kullanıldığı belirtilmiştir.

153. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 tarihli ve E.2017/16.MD-956, K.2017/370 sayılı kararında soruşturma makamları tarafından tespit edilen teknik veri ve bilgiler ile FETÖ/PDY’nin örgütlenme şekli ve özellikleri birlikte dikkate alınarak ByLock’un çalışma sistematiği ve yapısı itibarıyla münhasıran FETÖ/PDY mensuplarının kullanımına sunulan bir program olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Yargıtay içtihatlarında ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY mensuplarının kullanması amacıyla oluşturulan bir ağ olduğu belirtilmiş; bu nedenle de örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti, kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olarak kabul edilmiştir (bkz. §§94,97,104).

154. Yargıtay kararlarından anlaşıldığı üzere ByLock verileri esas olarak iki kaynağa dayanmaktadır. Bunlardan ilki ByLock sunucusundan elde edilen ve MİT’in adli makamlara iletmesinden sonra teknik birimlerce hakimlik/mahkeme kararına istinaden üzerinde inceleme yaptığı verilerdir. İkincisi ise ByLock sunucusuna ait hedef IP’lere Türkiye’den hangi IP’lerden erişildiğini gösteren CGNAT kayıtlarıdır. Bu bağlamda yargı organları ByLock kullanıcısının gerçekte kim olduğunu ve kişinin örgüt içindeki hiyerarşik konumunun ne olduğunu belirlerken bu hususta önemli bilgiler içeren ByLock sunucusu verilerinden faydalanmaktadır. Bu kapsamda ByLock sunucusunda kaydı olan kullanıcıların user-ID numaraları, kullanıcı adı ve şifre bilgilerinin, bağlantı tarihinin, bağlantıyı yapan IP adresinin, hangi tarihler arasında kaç kez bağlantı yapıldığının, haberleşmelerin kimlerle gerçekleştirildiğinin tespiti mümkün olabilmektedir.

155. Yargıtay kararlarında operatörler tarafından tutulan CGNAT (HİS) kayıtlarının ise kişilerin ByLock kullanım durumlarının kesin olarak belirlenmesi bakımından bir çeşit üst veri olduğu, CGNAT kayıtlarının özet veri olması nedeniyle bir iz ve emare niteliğinde bulunduğu ve tek başına kişinin gerçek ByLock kullanıcısı olduğunu göstermeyeceği belirtilmiştir. Anılan kararlarda, kişilerin iradeleri dışında ByLock sunucularına yönlendirilmiş olma olasılığının da gözönünde bulundurulması gerektiği ifade edilmiştir. Kararlarda ayrıca kişinin, henüz bir ByLock user-ID numarası ile eşleştirilememekle birlikte ByLock sunucusuna bağlantı yaptığının CGNAT kayıtlarıyla tespit edilmesi halinde gerçek ByLock kullanıcısı olması ihtimalinin yanında ByLock sunucularına tuzak yöntemlerle (Morbeyin vb.) yönlendirilmiş olma olasılığının da bulunduğu vurgulanmıştır. Yargıtay bu gibi durumlarda eksik araştırma sonucu mahkumiyet kararı verilemeyeceğini belirtmiştir (bkz. §§ 97, 104/c).

156. Yargı kararları ile adli ve teknik raporlarda belirtildiğine göre ByLock programının indirilmesi, mesajlaşma/haberleşme için yeterli değildir. Kayıt esnasında öncelikle kullanıcının bir kullanıcı adı ile parola üretmesi gerekmektedir. Haberleşme/mesajlaşma için ise kayıt sırasında kullanıcılarca belirlenen ve kullanıcıya özel olan kullanıcı adı/kodunun bilinmesi ve arkadaş ekleme işleminin karşı tarafça onaylanması zorunluluğu vardır. Karşılıklı ekleme olmaksızın iletişime geçilme imkanı bulunmamaktadır. Yargıtay kararlarında ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının kişinin hukuki durumunun belirlenmesi bakımından önemli olduğu belirtilmiştir. Anılan tutanak, ByLock sunucusunda kaydı olan kullanıcının user-ID numarası, kullanıcı adı ve şifre bilgileri ile sunucuda tespit edilen log kayıtları gibi verilerin ve varsa mesaj/e-posta içeriklerinin çözümünü, bu kişinin kurduğu ya da katıldığı gruplara kayıtlı diğer kullanıcıların birbirleriyle olan ilişkisini ortaya koyan bir belgedir. Kararlarda, kişinin örgütsel gizliliği sağlama ve haberleşme amacıyla ByLock sistemine girdiğinin ve bu sistemi kullandığının kanıtlanmasında ByLock tespit ve değerlendirme tutanağı ve CGNAT kayıtlarını içeren belgelerin önem taşıdığı belirtilmektedir (bkz. §§ 97,104/d-i).

157. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 27/6/2019 tarihli ve E.2018/16-418, K.2019/513 sayılı kararında da user-ID’nin kişiyle eşleştirilmesine ilişkin tespite rağmen dosyadaki diğer delillere bağlı olarak user-ID numarasının farklı bir kişiye ait olduğu yönünde bir şüphe oluşabileceğine değinilmiştir. Buna göre sanık adına kayıtlı GSM ya da ADSL aboneliğinin veya bu abonelikler üzerinden internete bağlanan cihazların bir başkası tarafından kullanıldığına, bu abonelikler üzerinden kurulan internet bağlantısı için gerekli şifre gibi bilgilerin sanık tarafından başkalarıyla paylaşıldığına ya da başkaları tarafından hukuka aykırı olarak ele geçirildiğine yönelik savunmalar söz konusu olduğunda bu konuda gerekli araştırma ve incelemelerin yapılması gerekmektedir. User-ID bilgisi içeren tutanakların sanığın aboneliğini ya da cihazını kullandığını iddia ettiği kişiyle ilgili olarak yapılacak araştırmalar sonucunda elde edilecek verilerle birlikte değerlendirilmesi gerekir. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için gerekli görülmesi halinde KOM’un güncel ByLock sorgu sonuçlarına dair raporu ile varsa CGNAT ve HTS kayıtları da getirtilip incelenmelidir.

158. Adli ve teknik raporlar ile Yargıtay kararlarına göre, Bylock’un varlığı, örgütsel önemi ve gizliliği ile nasıl kurulup kullanılacağı ve diğer kişilerle iletişime geçilmesi için arkadaş ekleme işleminin ne şekilde yapılacağı hususlarında başka bir örgüt mensubu tarafından kişinin bilgilendirilmesi gerekmektedir. Yine adli birimlerin yaptığı araştırmalara göre ByLock programında kullanım kılavuzu, sık sorulan sorular ve geri bildirim alanı gibi bölümlere yer verilmemiştir. Dolayısıyla örgütsel amaçla kullanılması için tasarlanmış bu programı örgütle irtibatı olmayan bir kişinin -genel uygulama mağazaları ile bazı internet sitelerinde rastlayarak indirmesi durumunda bile- bir örgüt mensubunun yardımı olmaksızın kullanması ve başka kişileri arkadaş olarak ekleyip onlarla iletişim kurması imkanı bulunmamaktadır. Adli işlemlerde de programın cihaza indirilmesi değil anılan uygulamaya kayıt olunması ve örgütsel amaçla kullanılması esas alınmıştır. Nitekim adli makamların tespitlerine göre sırf ByLock’u cihazına indirdiği gerekçesiyle kimse hakkında soruşturma başlatılmamıştır. Buna rağmen aksinin iddia edilmesi halinde soruşturma ve yargı organlarınca bu hususun araştırıldığı görülmektedir (bkz. § 98).

159. Yapılan bu açıklamalar ışığında derece mahkemelerince ByLock’a ilişkin olarak yapılan tespit ve değerlendirmelerin olgusal temellerden yoksun olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu bağlamda derece mahkemelerince ByLock uygulaması yönünden değerlendirme yapılırken ve bu çerçevede anılan programdaki veriler kişilerle (sanıklarla) eşleştirilirken delilden kişiye (sanığa) ulaşılması yöntemi esas alınmaktadır, öte yandan bu değerlendirmeler tek bir verinin hükme esas alınması yoluyla değil farklı kaynaklardan elde edilen bilgi, belge, kayıt ve verilerin birbirleriyle karşılaştırılarak teyit edilmesine dayanmaktadır. Suç isnadı altındaki kimseler de ByLock kullanıcısı olduklarını gösterir delillerin gerçekliğine ve sıhhatine itiraz etme ve bunlara yönelik her türlü iddia ve taleplerini dile getirme imkanına soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin her aşamasında sahiptir. Nitekim kanun yolu denetimi yapan merciler de bu iddiaların yeterince incelenmediği durumlarda mahkumiyet hükümlerinin bozulmasına karar vermektedir (bkz. §§ 97-104). Dolayısıyla Yargıtayın ve derece mahkemelerinin ByLock’a yönelik yaklaşımının kategorik olmadığı anlaşılmaktadır.

160. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemelere aittir. Bu konuda değerlendirme yapmak Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Dolayısıyla bir delilin tek başına örgüt üyeliği suçunun sübutunda yeterli olup olmadığını değerlendirmek derece mahkemelerinin takdirindedir. Derece mahkemeleri sanık ile doğrudan doğruya temasta olduğu ve delilleri ilk elden inceleme fırsatı bulduğu için bu konuda Anayasa Mahkemesine kıyasla daha elverişli konumdadır.

161. Somut olayda Mahkeme, başvurucunun kendi kullanımındaki cihazlar ve GSM aboneliği vasıtasıyla ByLock sunucusuna bağlanıp bir user-ID alarak bu sisteme dahil olmasını ve programı örgütsel haberleşmenin gizliliğini sağlamak amacıyla kullanmasını örgütle bağlantısını gösteren bir delil olarak değerlendirmiştir. Mahkeme bu değerlendirmeyi yaparken ByLock sunucusundan elde edilen ve teknik birimlerce tespit edilen veriler ile CGNAT kayıtlarına dayanmıştır. Yapısı, kullanım şekli ve teknik özellikleri itibarıyla sadece FETÖ/PDY mensuplarınca -örgütsel iletişimde gizliliği sağlama amacıyla- kullanılan kriptolu iletişim ağının başvurucu tarafından kullanılmasının terör örgütüne üye olma suçu açısından mahkumiyete dayanak alınması, adil yargılanma hakkı kapsamındaki usul güvencelerini tamamen etkisiz hale getiren ve açıkça keyfi bir uygulama olarak değerlendirilemez. Dolayısıyla ByLock’un mahkumiyetinde tek veya belirleyici delil olarak kullanılmasına ilişkin iddialarının kanun yolu şikayeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

162. Son olarak başvurucu, kendisi hakkındaki bazı ByLock verilerinde çelişkiler bulunduğunu ileri sürmüştür. Anılan iddianın değerlendirmesinde -somut başvurudan bağımsız olarak- ByLock sunucusundaki veriler1 ile CGNAT kayıtlarına ilişkin verilerin tamamının elde edilemediğinin dikkate alınması gerekir. Dolayısıyla ByLock veri tabanından elde edilen verilerin kurtarılma ve çözümlenebilme oranlarına bağlı olarak kişilerle ilgili veriler arasında esaslı olmayan farklılıkların bulunması mümkündür.

163. Somut olayda teknik incelemeler sonucu 114205 user-ID numarası ByLock sunucusuna bağlanırken kullandığı IP numaralarıyla ilişkilendirilmiş, bu user-ID’ye bağlı kurtarılabilen tüm diğer verilere de ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı’nda yer verilmiştir. ByLock sorgu sonucuna dair raporda ve CGNAT kayıtlarında bu hattın kullanıldığı tespit edilen cihazların başvurucunun kullandığını duruşma aşamasında beyan ettiği modellerdeki cep telefonları olduğu anlaşılmıştır. Mahkemenin tespitine göre ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı’nda belirtilen GSM numarası ve log kayıtları gibi veriler ile CGNAT kayıtları, başvurucunun ByLock kullanımı hususunda herhangi bir şüphe oluşturmayacak şekilde birbirini doğrulamaktadır. Bu nedenle hem ByLock veri tabanında bulunan ve başvurucuyla eşleştirilen user-ID’ye bağlı log kayıtlarıyla CGNAT kayıtları arasında hem de bu user-ID’ye bağlı farklı alt tablolarda yer alan bazı veriler arasında -verilerin tam olarak elde edilememesinden kaynaklı- esaslı olmayan farklıların bulunması yukarıda varılan sonucun aksi yönde bir karar verilmesine etkisi bulunmamaktadır.

164. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Dijital Verilerin Mahkeme Huzuruna Getirilmediği İddiası

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

165. Başvurucu, dijital verilerin mahkeme huzuruna getirilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

166. Bakanlık görüşünde bu iddiaya ilişkin bir açıklamaya yer verilmemiştir.

2. Değerlendirme

167. Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca herkes savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Savunma hakkının sağladığı güvenceler, esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Bununla birlikte Anayasa’nın 36. maddesine “…ile adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dahil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (b) bendinde, bir suç ile itham edilen herkesin savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı düzenlenmiştir (Ufuk Rifat Çobanoğlu, §§ 35, 37). Dolayısıyla savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkının Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

168. Savunma için gerekli kolaylık kavramı şüpheliye/sanığa savunma için yardımcı olacak veya olabilecek zorunlu olan imkanları ifade etmektedir. Suç isnadı altındaki kişiye sağlanması zorunlu kolaylıklar, savunma için gerekli olanlardır. Bu kolaylıklardan biri, kişinin savunmasını planlayarak mahkeme önünde en uygun ve etkili şekilde yapılabilmesini mümkün kılacak bilgilere veya delillere ulaşmasına ve böylece yargılamanın sonucunu etkileyebilmesine imkan verilmesidir. Kişinin beraat etmesini veya cezasının azaltılmasını sağlayabilecek bilgilere veya delillere erişimine izin verilmesi sağlanacak kolaylıklardandır (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Ufuk Rifat Çobanoğlu, § 45).

169. Savunma için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleriyle doğrudan ilişkilidir. Çelişmeli yargılama ilkesi taraflara dava dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla ceza davalarında mahkemenin kararını etkilemek amacıyla dosyaya sunulan görüş ve delillerden sanığın haberdar olmasına, bunlara karşı etkili bir şekilde karşı çıkmasına fırsat verilmesi gerekir (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 25; Cezair Akgül, B. No: 26/10/2016, 26/10/2016, §§ 27-31). Silahların eşitliği ilkesi ise davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarım makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Silahların eşitliği ilkesi iddia makamı tarafından gösterilen ve edinilen maddi bilgilerin açıklanmasını, ceza yargılamasında sanığın aleyhine bir hukuki durumun yaratılmamasını da kapsamaktadır (Yankı Bağcıoğlu ve diğerleri, §§ 63, 64).

170. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını kanıtlamak ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını ortaya koymak başvurucuya düşer. Başvurucunun kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların neler olduğunu başvurusunda belirtmesi şarttır. Başvuruda kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklerden hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20; Ünal Yiğit, B. No: 2013/1075,30/6/2014, §§ 18,19).

171. Ancak başvurucu, bireysel başvuru formunda söz konusu iddia hakkında yeterli açıklamada bulunmamış ve iddiasını temellendirmemiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında derece mahkemelerine sunduğu bazı dilekçelere atıf yaparak bunların dikkate alınmasını istemiştir. Başvurucu bu dilekçelerin birinde dijital delillerin mahkeme huzuruna getirilmemesi konusunda birtakım açıklamalarda bulunmuş ise de bu açıklamaları kendisiyle ilgili yargılamada ByLock verileri bağlamında karşılaştığı somut sorunlar kapsamında değil genel olarak ByLock verilerinin hukuka aykırı olarak elde edildiği iddiası kapsamında dile getirmiştir. Diğer bir ifadeyle başvurucunun ByLock verilerinin kendisiyle ilgili yargılamada kullanılmasının ortaya çıkardığı somut sorunları derece mahkemeleri önünde dile getirip bu

kapsamda gerekli araştırma ve incelemelerin yapılmasını istediğine ancak derece mahkemelerinden yanıt alamadığına dair bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.

172. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun dijital verilerin mahkeme huzuruna getirilmediğine dair iddiasının temellendirilmemiş olduğu anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. ByLock’un mahkumiyet kararında tek veya belirleyici delil olarak kullanılamayacağına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Dijital verilerin mahkeme huzuruna getirilmediğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyete neden olacağından başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,

D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

T.C Yargıtay 16. CD
Esas:
2018/391
Karar: 2018/1679
K.T.: 25/04/2018

Özet: ByLock iletişim sistemi, yukarıda açıklanan somut delillerle kanıtlandığı üzere, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaata ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacaktır.

Mahkemesi: Ceza Dairesi
Suç: Silahlı terör örgütüne üye olma
Hüküm: TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanunun 5, TCK’nın 62, 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca verilen mahkumiyet hükmüne ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddi

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;
Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;

Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Dairemizin 2015/3 Esas 2017/3 Karar sayılı ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararında ayrıntıları açıklandığı üzere; “…ByLock uygulaması, güçlü bir kripto sistemi ile internet bağlantısı üzerinden iletişim sağlamak üzere, gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarı ile şifrelenerek iletilmesine dayanan bir sistemdir. Bu iletişim programı özel bir server üzerinden yalnız örgüt üyelerinin kullanabileceği özel bir yazılım olarak üretilen, üyelerin deşifre olmadan özel bir şifreleme yöntemi kullanarak kendi aralarındaki iletişimini sağlayan bir programdır. Özetle ByLock, kripto sistemi ile internet üzerinde haberleşmeyi sağlayan bir sistemdir.

ByLock iletişim sisteminde iki kullanıcı arasında iletilen verilerin kripto grafik algoritması kullanılarak şifrelendiğinin belirlendiği, kripto grafik algoritmanın bir tür açık anahtarlı/asimetrik şifreleme algoritması olduğu ve biri gizli diğeri açık olmak kaydıyla iki adet anahtar kullanılarak şifreleme yaptığı, bu şifreleme kullanıcılar arasında bilgi aktarırken bu yolda üçüncü kişilerin bilgiye ulaşmasının hacklemesini engellemeye yönelik bir güvenlik sistemi olduğu tespit edilmiştir.

ByLock indirilmesi yeterli olmadığından, bu programın kullanılması için özel kurulum gerektiği, ByLock uygulamasına kayıt işlemlerinin programın, internetten indirme, taşınabilir hafıza kartları, bluetooth uygulamaları vb. yöntemlerle kullanılmak istenilen telefona yüklenebildiği, istisnai olarak 2014 yılı başlarında bir süre herkesin yüklemesine açık olduğu, daha sonra ise ifadeler, mesaj ve maillerde geçtiği gibi, örgüt mensubu aracılar USB bellek, hafıza kartları ve bluetooth kullanılarak yüklemeler yapıldığı anlaşılmıştır. Programı indirmenin mesajlaşma için yeterli olmadığı, mesajlaşmanın gerçekleşmesi için sistem tarafından kayıt olan kullanıcılara otomatik olarak atanan ve kullanıcıya özel olan ID (kimlik numarası) numarasının bilinmesi ve karşı taraftan onaylanması gerektiği, aksi halde kişiler listesine eklenemeyeceği ve mesajlaşma içeriğinin gerçekleşmeyeceği, programın kayıt esnasında kullanıcıdan sadece bir kullanıcı adı ile parola üretmesini istediği anlaşılmaktadır.

Arkadaş ekleme işlemi, anılan uygulamaya kayıt olurken kullanıcı tarafından verilen “kullanıcı adı” (kodu/rumuzu) olarak isimlendirilen şahsa özel kodun girilmesi suretiyle gerçekleştirilmektedir. Uygulama üzerinde telefon numarası veya “ad soyad” bilgileri ile arama yapılarak kullanıcı eklenmesine imkan bulunmamaktadır. Diğer taraftan ByLock’ta muadil veya yaygın mesajlaşma uygulamalarından bulunan; telefon rehberindeki kişilerin uygulamaya otomatik olarak eklenmesi özelliği bulunmamaktadır. Kullanıcıların birbirleri ile ByLock uygulaması üzerinde iletişime geçebilmeleri için tarafların birbirlerinin “kullanıcı adı/kodu” bilgilerinin bilmeleri ve her iki tarafından diğerini arkadaş olarak eklemesi gerekmektedir. Kısaca, programı kullanmak için ilk önce konuşulacak kişinin ID’sinin eklenmesi gerektiğinden, isteyen her kişinin istediği zaman bu sistemi kullanma imkanının olmadığı anlaşılmaktadır.

Uygulama üzerinde sesli arama, e-posta iletimi, yazılı mesajlaşma ve dosya transferi gerçekleştirilebilmektedir. Bu şekilde kullanıcıların örgütsel mahiyetteki haberleşme ihtiyaçlarının, başka bir haberleşme aracına ihtiyaç duymadan gerçekleştirdikleri, gerçekleştirilen haberleşmenin cihaz üzerinde belirli sürelerde manuel işleme gerek duymaksızın otomatik olarak silinmesi kullanıcıların haberleşme güvenliği bakımından silmeleri gereken verileri silmeyi unutsa dahi sistemin gerekli tedbirleri alacak şekilde programlandığı, böylece ByLock uygulamasının olası bir adli işlem neticesinde cihaza el konulması durumunda dahi uygulamada yer alan kullanıcı listesindeki diğer kullanıcılara ve uygulamadaki haberleşmelere ilişkin geçmiş verilere erişimi engelleyecek şekilde kurgulandığı, ayrıca uygulamaya ait sunucu ve iletişim verilerinin, uygulama veri tabanında kripto olarak saklanmasının, kullanıcının tespitinin önlenmesi ve haberleşme güvenliği için alınan güvenlik tedbiri mahiyetinde olduğu tespit edilmiştir.

ByLock uygulamasının … IP adresine sahip sunucu üzerinde hizmet sunduğu görülmüştür. Sunucu yöneticisi uygulamayı kullananların tespitini zorlaştırmak amacıyla 8 adet ilave IP adresi (….) kiralayıp kullanıma sunduğu tespit edildiği;

ByLock iletişim sisteminde bağlantı tarihi, bağlantıyı yapan IP adresi hangi tarihler arasında kaç kez bağlantı yapıldığı, haberleşmelerin kimlerle yapıldığı ve haberleşmenin içeriğinin tespiti mümkündür. Bağlantı tarihi, bağlantıyı yapan IP adresinin tespit edilmesi ve hangi tarihler arasında kaç kez bağlantı yapıldığının belirlenmesi kişinin özel bir iletişim sisteminin bir parçası olduğunun tespiti için yeterlidir. Haberleşmenin kimlerle yapıldığı içeriğinin tespit edilmesi kişinin yapının (terör örgütü) içindeki konumunu tespit etmeye yarayacak bilgilerdir. Diğer bir deyişle kişinin örgüt hiyerarşisi içerisindeki konumunu (örgüt yöneticisi/örgüt üyesi) tespit etmeye yarayacak bilgilerdir.

ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanılması amacıyla oluşturulmuş ve münhasıran bu suç örgütünün mensupları tarafından kullanılmakta olan bir ağ olduğunun somut delillere dayanması nedeniyle, bu ağa dahil olan sanıkların ağ içinde başka bir kişi/kişiler ile yaptığı görüşme içerikleri olması da gerekmez.

ByLock iletişim sistemi, yukarıda açıklanan somut delillerle kanıtlandığı üzere, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaata ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacaktır…”

Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, Mahkeme gerekçesinde; Daire içtihatlarına yanlış anlam yüklenerek ByLock isimli programın tek başına yüklenilmesinin bile bizzat örgüt üyeliğini ispatlamak için yeterli bir delil kabul edilmesi gerektiği kabul edilmiş ise de; dosya içerisinde yer alan ByLock tespit tutanağı, ByLock mesaj dökümleri ile sanığın ByLock isimli program ile görüşme yaptığına dair ikrarı göz önünde bulundurulup gerekçede bu hususlara değinilerek sanığın yüklenen suçu işlediğinin de kabul edilmiş olması karşısında, bu husus bozma nedeni yapılmamıştır.

Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemlerin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımların kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı anlaşılmakla; sanık müdafiinin temyiz dilekçelerinde ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden CMK’nın 302/1. maddesi gereğince temyiz davasının esastan reddiyle hükmün ONANMASINA, 25.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C. Yargıtay CGK
Esas:
2019/312
Karar: 2019/514
K.T.: 02/07/2019

Özet: Failin bilerek ve isteyerek ByLock sunucusunda kayıtlı bir User-ID aldığının belirlenmesi; ByLock sistemine dahil olup ancak bir örgüt üyesinin sahip olabileceği gizli haberleşme imkânına kavuştuğunun, dolayısıyla en azından FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğunun kabulü için gerekli ve yeterli olacaktır. 

Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi :Ceza Dairesi

Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık … hakkında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 11.02.2019 tarih ve 76-8 sayı ile; sanığın TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 221/4-5, 62, 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 2 yıl 9 ay 22 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, bir yıl süreyle denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına ve mahsuba oy çokluğuyla karar verilmiş;

Daire Üyesi F. Demir; “Sanığın örgüt içerisindeki konumu, örgütte kaldığı süre ve HSYK Üyesi iken talimatla karar verdiğinin anlaşılması nedeniyle temel cezanın 7 yıl olarak belirlenmesi gerektiği görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun temel cezanın 6 yıl olarak belirlenmesine ilişkin kararına katılmıyorum” düşüncesiyle,

Daire Üyesi F. Yıldırım ise; “Sanığın örgüt içerisindeki konumu, kaldığı süre, HSYK gibi Türk yargısına yön verecek etkin bir kurumda örgüt tarafından görev verilmiş olması, yakalandıktan sonra konumuyla orantılı olacak şekilde bilgi vermemesi, vermiş olduğu bilgilerin önemli bir kısmını da yargılama aşamasında gerek bu dosyada, gerekse tanık olarak dinlendiği diğer dosyalarda önemli ölçüde değiştirmiş olması gözetildiğinde sayın çoğunlukça alt sınıra yakın oranlarda ceza tertibi ve sanığın vermiş olduğu beyanların örgütün yapısı ve faaliyetleri ile örgüt üyelerinin belirlenmesine katkı sağlamadığı, soruşturma aşamasında vermiş olduğu ifadelerinden kovuşturma aşamasında vazgeçtiği veya değiştirdiği, bu nedenle etkin pişmanlık nedeniyle üst sınıra yakın şekilde indirim uygulanmasının da sanığın pozisyonuyla uyumlu olmadığı kanaatleriyle sayın çoğunluğun daha az cezayı içeren görüşlerine katılmıyorum” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

Hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli 28.05.2019 tarihli ve 53766 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:

Hükmolunan ceza süresi yönünden yasal şartları oluşmadığından sanık müdafisinin duruşmalı inceleme isteminin CMK’nın 299. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.

Ceza Genel Kurulunca sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün isabetli olup olmadığı her yönüyle değerlendirilmiştir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanık …’un; sırasıyla Baskil, Hozat ve Datça ilçelerinde Cumhuriyet savcısı, ardından da Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptıktan sonra 24.02.2011 tarihinde Yargıtay Üyesi seçildiği, Yargıtay 7. Ceza Dairesi Üyesi olarak görev yaptığı sırada 23.09.2014 tarihinde Yargıtay Büyük Genel Kurulunca yapılan seçim sonucunda Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) asıl Üyeliğine seçildiği ve 26.10.2014 tarihinde bu görevine başladığı,

15.07.2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirilen darbe girişimi sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle bağlantılı olduğu değerlendirilen çok sayıda kişi hakkında Türkiye genelinde soruşturma başlatıldığı,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca ağır cezalık suçüstü hâli doğrultusunda ve 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasına uygun olarak genel hükümlere göre yürütülen soruşturma kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan 16.07.2016 tarihli yazıda; Türkiye genelinde hükûmeti devirmeye ve Anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun halen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimallerinin bulunduğu ve ülke genelinde bu örgüte mensup Yargıtay, Danıştay ve HSK Üyeleri hakkında soruşturma yürütüldüğü belirtilerek aralarında sanığın da bulunduğu listede adları geçen yüksek mahkeme üyelerinin gözaltına alınmaları, ikametlerinde, çalışma odalarında ve araçlarında CMK’nın 116. maddesi uyarınca arama yapılması talimatı verildiği,

Sanık hakkında soruşturma başlatıldığına ilişkin HSK’ya bildirimde bulunulması üzerine, olağan dışı gündemle toplanan HSK Genel Kurulunca 16.07.2016 tarih ve 415 sayı ile; bu soruşturma nedeniyle sanığın görevine devam etmesinin yargının saygınlığına, tarafsızlığına ve güvenilirliğine zarar vereceği ve üyelik şartlarını bu görevinin icrası sırasında kaybettiği gerekçesiyle HSK Üyeliğinin sona erdirildiği,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 17.07.2016 tarihli ve 2016/103566 soruşturma sayılı yazısı ile; sanık hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla hakkında soruşturma başlatıldığının Yargıtay Birinci Başkanlığına bildirilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17.07.2016 tarihli ve 244/a sayılı kararıyla; aralarında sanığın da bulunduğu bazı Yargıtay eski Üyelerinin göreve devamlarının soruşturmanın selameti ve yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceği gerekçesiyle Yargıtay Kanunu’nun 18. maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları ile 46. maddesi gereğince mevcut yetkilerinin kaldırılmasına karar verilerek Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edildikleri,

23.07.2016 tarihli ve 29779 sayılı ikinci mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6723 sayılı Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un geçici 15. maddesi uyarınca Yargıtay Üyeliği sona eren sanığın Yargıtay Tetkik Hâkimi olarak görevlendirilmesinin ardından, HSK Genel Kurulunca 24.08.2016 tarih ve 426 sayı ile; FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle iltisak ve irtibatının sabit görüldüğünden bahisle meslekten çıkarılmasına karar verildiği,

21.07.2016 tarihli yakalama tutanağına göre; sanığın polis karakoluna kendiliğinden müracaatta bulunduğu ve arandığı için geldiğini beyan etmesi üzerine yakalandığı, yapılan sorgusunun ardından da 22.07.2016 tarihinde tutuklandığı, sanığın infaz kurumundan gönderdiği dilekçe ile beyanda bulunmak ve hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını istemesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilip alınan ifadesinin ardından 13.10.2016 tarihinde adli kontrol altına alınarak salıverildiği,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, sanığa atılı ağır cezalık suç niteliğindeki silahlı terör örgütüne üye olma suçunun suçüstü hâlinde işlendiği değerlendirilerek genel hükümlere göre ve 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasına uygun olarak başlatılıp yürütülen soruşturma sırasında düzenlenen fezlekenin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame üzerine sanık hakkında aynı suçtan cezalandırılması istemiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesine kamu davası açıldığı,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma ve Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılan kovuşturma sırasında elde edilen delillerin incelenmesinde;

19.07.2016 tarihli çalışma odası arama ve el koyma tutanağına göre; sanığın HSK binasındaki odasında yapılan arama neticesinde, bir adet masa üstü bilgisayar, bir adet Notebook, dolap içerisinde iki adet disket, Ankara Noterliğine yazılmış “Pensilvanya Yapımı Bizans Oyunu” ve “Yargıtayda Paralel Oyun” konulu dokuzar sayfalık iki belge, sekreter odasında da sekiz GB flash bellek ve masa üstü bilgisayar kasası bulunduğu tespit edilerek bu materyallere el konulduğu,

04.12.2017 tarihli Bilirkişi Kurulu Raporuna göre; sanığın iş yerinde yapılan arama sonucunda elkonulan dijital materyallerde, internet ortamında görülerek hard diske kaydolmuş …’e ait resimler, Emre Uslu’ya ait resimli haber, “Fuat Avni 2” ve “Fuat Avni 3” başlıklı e-mailler, Dilek Batga tarafından yazılan “17 ve 25 Aralık Erzurum” başlıklı, soruşturmayı yürüten hâkim ve Cumhuriyet savcılarının suçsuz yere görevden alındıklarına dair yazı, Aysel Güngör adlı kişinin …’le ilgili notu gibi belgelerle şahsî nitelikte belgeler, fotoğraflar ve videolar bulunduğunun tespit edildiği,

Soruşturma aşamasında dosyaya sunulan 18.05.2017 tarihli ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağına göre; gerçek kullanıcısı sanık … olduğu tespit edilen;

a) “228928 ID’yi Kullanan Kullanıcılar” başlığı altında sanık …’a yer verildikten sonra “Kullanıcı Profil Bilgileri” alt başlığında; ID’nin “228928”, kullanıcı adının “CNYT1969”, şifresinin “2015”, son online (sisteme giriş) tarihinin: “22.05.2015, 13:25:17” olduğu,

b) “Abone Tespit Kayıtları” başlığı altında; tespit edilen ADSL numarasının sanığın kullanımındaki 1261180838@ttnet, tespit edilebilen ilk log tarihinin “08.11.2014”, tespit edilen GSM numarasının sanığın kullanımındaki SIM karta ait GSM numarası olan 05069947887, bu numaraya ait tespit edilebilen ilk log tarihinin de “10.11.2014” olduğu,

c) “228928 ID’ye bağlı istatistik” başlığı altında; yazışma/mail durumu “Aktif/Pasif”, giriş sayısı “Log: 52”, alınan mail sayısı: “Log: 51”, alınan mesaj sayısı “Log: 8”, okunan mail sayısı “Log: 42”, gönderilen mesaj sayısı “Log: 18” ve silinen mesaj sayısı “Log: 18” şeklinde olduğu,

d) “228928 ID’yi Ekleyenlerin Verdikleri İsimler (Roster)” başlığı altında, “228928” ID’yi beş kullanıcının eklediği, bu kişilerden “…” adlı kişinin sanığı “CÜNEYT”, “183362” ID numaralı kişinin de “krm” adıyla eklediği, 228928 ID’nin Eklediklerine Verdikleri İsimler (Roster)” başlığı altında ise, bu ID’nin dört kullanıcıyı eklediği, bu kişilerden “…” adlı kişiyle ilgili olarak “Üye”, “Yargıtay Başkanlığı”, “…” adlı kişiyle ilgili olarak da “HSYK Üyesi”, “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu” bilgisine yer verildiği,

e) “228928 ID’nin Katıldığı Gruplar ve Grupların Kişi Listesi” başlığı altında, sanığın hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliğinden ayrı soruşturma yürütülen ve Yargıtay eski Üyesi olup 183193 ByLock User-ID numarasıyla sisteme dahil olduğu belirlenen… tarafından kurulan “KHRMNLR” adlı gruba üye olduğu,

f) “228928 ID’ye Bağlı Kişi Listesi” başlığı altında, aralarında…’nin de olduğu üç kullanıcının bulunduğu,

g) “228928 ID’nin Arama Kaydı” başlığı altında, … adlı kullanıcıyla yapılmak istenen iki görüşme tespit edildiği,

ğ) “228928” ID’ye Bağlı IP Log Tablosu” başlığı altında, 08.11.2014 ila 15.02.2015 tarihleri arasında toplam 52 Login hareketinin bulunduğu,

h) “228928 ID’ye Bağlı Tüm Log Tablosu” başlığı altında da, aynı tarih aralıklarında toplam 13 Login hareketinin bulunduğu,

Kullanıcısı Danıştay’da görevli eski hâkim… olduğu belirlenen 49708 ByLock User-ID’ye ait tespit ve değerlendirme tutanağında; bu kişinin 106660 ID numarasını kullandığı tespit edilen … adlı kişiyle yaptığı görüşmede; 18.01.2016 tarihinde “106660” User-ID numaralı kullanıcıya “abi ‘kuruldaki…beyin oğlu serhat tosun un gittiği eve… diye birinin çocuğu da gidiyormus adi Barış. Arkadaşımız değilmiş. Çankaya da oturuyorlarmış. 8. sınıf. Abi bi sorsak, diğer abilere de iletsek” dediği, …’ın …’a “bu çocuğu ne yapacaz. serhat gitmesin mi” şeklinde sorduğu, 23.01.2016 tarihinde devam eden konuşmada …’ın…’a “abi su dun konustugumuz… nin oglu Baris meselesi vardi ya” ve “kurul daki…beyin oglu Serhat tosun un grubunda ki” şeklinde sorduğuna ilişkin tespitlere yer verildiği,

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 01.06.2018 tarihli yazıya göre; FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliği nedeniyle yürütülmekte olan soruşturma sırasında ByLockveri havuzunun incelenmesinde, sanık …’un ByLock’taki kişi rehberinde kayıtlı olanların, kendileri de ByLock kullanıcısı oldukları tespit edilen Yargıtay eski Üyeleri…, … ve … olduğu, örgütün HSK üst sorumlusu olduğu belirlenen… tarafından ByLock’ta oluşturulan “KHRMNLR” adlı grupta, sanık …’un yanında, HSK eski Üyesi olup haklarında aynı örgüte üye oldukları iddiasıyla ayrı soruşturma yürütülen …, …, … ve …’ın bulunduğu,

Krea İçerik Hizmetleri ve Prodüksiyon Anonim Şirketi (Digitürk) tarafından gönderilen 09.03.2018 tarihli yazı ve eklerine göre; sanık …’a ait 4655984 numaralı Digitürk aboneliğinin kendi başvurusu üzerine 09.05.2016 tarihinde iptal edildiği,

Sanığın Digitürk aboneliğini iptal ettirme sürecinde müşteri temsilcisiyle yaptığı ve rızası dahilinde kayıt altına alınıp kovuşturma aşamasında dosyaya sunulmasının ardından Özel Dairece çözümü yapılan görüşme içeriklerine göre müşteri temsilcisi ile sanık arasında;

“…

Müşteri temsilcisi: … üyeliğiniz ile alakalı görüşecektim ben…bey, mevcut kullanmış olduğunuz bir üyelik var 5,5 yıldır aktif, 2010’dan yılından beri, iptal talebinde bulunmuşsunuz ve çıkan kanallardan dolayı olduğunu aktarmışsınız.

Müşteri: Evet artı fiyatta da da çok yüksek, 90 lira yapmışsınız o ne ya ?

Müşteri temsilcisi: Bilgim var, görüşmenizi ben dinledim, uzun zamandır da kullanıyorsunuz, Kerim Bey süper ligi izliyorsunuz, genelde süper ligin tüm maçlarını izler misiniz Kerim bey ?

Müşteri: Hayır, tüm maçları izlemiyorum 4 büyük takımı, 5 büyük takımı izlerim, öbürlerini izlemiyorum.

Müşteri temsilcisi: Anladım. O zaman şöyle bir işlem yapalım ben yetkili olduğum için bu işlemi sağlatacağım…bey, eğer onayınız olursa üyeliğimiz yeni sezonda, başlangıç paketi, şampiyonlar paketi ve giriş paketi olarak devam etsin, devam ettiğimiz aşamada ben sizden Haziran, Temmuz, Ağustos üç ay zaten fatura almayacağım, dokuzuncu ayın üçüne kadar, Eylüle kadar fatura çıkmayacak size, 9 aydan sonra geriye 6 ay, 9 ay kalıyor ya, Kerim Bey, kalan 9 ayda da sabit 76 lira ödersiniz, Eylül’le beraber.

Müşteri Temsilcisi: Peki Lig TV olmadan kalalım en düşük pakette dilerseniz.

Müşteri: Yok onu hiç kalmam zaten, Lig TV olmazsa hiç kalmam, uyduda hepsi var

Müşteri Temsilcisi: Yani 20,99 kalırdık, başlangıç paketinde…bey, 4 ay film, dizi ve sinema kanallarını hediye ederdim size.

Müşteri: Hiç uğraşamam, ben size bak teklifimi söyleyim, 30,00 TL vereyim 5 büyük takım ile birlikte beraber.

Müşteri Temsilcisi: Kerim bey devretmeyi düşünür müsünüz ? Var mı bir yakınınız devir hakkınız var ya da dondurma hakkınız var, düşünür müsünüz dondurma hakkını ?

Müşteri: Yok, hiç düşünmüyorum, hiç uğraşamam ben, nasıl uğraşayım ?

Müşteri Temsilcisi: Tamam şu an bir fatura borcunuz var, 77 lira 99 kuruş. Bilginiz olsun.

Müşteri Temsilcisi: Ayın üçünde de ben üyeliğinizi tamamıyla sonlandırıyorum. Kerim Bey teşekkür ederim, vaktinizi ayırdığınız için, iyi günler dilerim, hoşça kalın.

Şeklinde görüşme yapıldığı,

Türk Telekom’dan gönderilen 10.09.2018 tarihli yazıda da; sanık …’un “Tivibu Ev” aboneliğini 30.11.2013 tarihinde başlatıp 27.12.2015 tarihinde iptal ettirdiğinin belirtildiği,

Hazine ve Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığınca düzenlenen 30.07.2018 tarihli rapora göre; sanığın Bank Asya’da hesabının bulunmadığı, eşi Fatma Sema Tosun’un bu bankada 04.07.2012 tarihinde açılıp 29.01.2016 tarihinde kapanan cari hesabının bulunduğu, 2013 yılının Aralık ayında bu hesapta 31.637 TL’nin bulunduğu, 2014 yılının Ocak ayında bu miktarın 34.886 TL’yi bulduğu, devam eden aylarda cari hesapta 32.574 ila 42.257 TL arasında değişen miktarda para bulunduğu, 04.01.2016 tarihinde hesapta bulunan 129,52 gram altının TL’ye çevrildiği ve hesabın kapatıldığı, 29.01.2016 tarihinde de hesaptaki 255,80 gram altının TL’ye çevrilerek hesabın kapatıldığı ve tutarın nakit olarak çekildiği,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün “sivil imamı” oldukları değerlendirilen kişilere yönelik yürütülen soruşturma kapsamında, sözde sivil imamların kullandıkları değerlendirilen telefon hatlarıyla, haklarında aynı örgüte üye oldukları iddiasıyla ayrı soruşturma yürütülen yüksek yargı eski üyelerinin kullandıkları telefon hatlarına ait HTS kayıtlarının karşılaştırılarak incelenmesi sonucunda düzenlenen 10.02.2017 tarihli rapora göre; sanık … adına kayıtlı bazı hatların, 2014 ila 2015 yılları arasında farklı zamanlarda olmak üzere, sözde sivil imam olduğu değerlendirilen bazı kişilere ait hatlarla aynı tarih ve saat aralığında aynı lokasyon bilgisine sahip olduklarının tespit edildiği,

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Kara Kuvvetleri Komutanlığında görev yapan ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün mahrem yapılanması içerisinde oldukları değerlendirilen örgüt üyelerinin tespiti amacıyla, Ankara ili genelinde 477 adet ankesörlü sabit telefon hattı sahiplerinin soruşturulması sırasında mahkeme kararı doğrultusunda bu hatların HTS kayıtlarının temin edildiği, bu hatlarla, haklarında aynı örgüte üye oldukları iddiasıyla ayrı soruşturma yürütülen yüksek yargı eski üyelerince kullanılan telefon hatlarına ait HTS kayıtlarının karşılaştırılarak sabit hatlarla bu kişilerin hatlarının ardışık, sistematik veya periyodik olarak aranıp aranmadığı hususunda yapılan araştırma sonucunda düzenlenen 13.09.2018 ve 25.09.2018 tarihli raporlarda; üç sabit hattan sanık … adına kayıtlı 505….ve 555….. numaralı iki telefon hattının 12.05.2011 ila 24.09.2012 tarihleri arasında toplam 16 kez arandığı, yüksek yargıya mensup eski üyelerin hatlarının, söz konusu üç sabit hattan biriyle 19 kez, diğeriyle 8 kez, bir diğeriyle de 1 kez irtibat kurduğu, bununla birlikte, aralarında sanığın da bulunduğu üyelere ait numaraların bu sabit hatlarla irtibat kurduğu zaman dilimi dikkate alındığında, bu saatten on dakika öncesi ve sonrası yapılan ardışık arama çalışmalarında herhangi bir kayda rastlanılmadığı tespitlerine yer verildiği,

Sanığın HSK Üyesi olarak görev yaptığı dönemde karşı oy yazdığı kararların kovuşturma aşamasında HSK’dan getirtilerek dosya arasına konulduğu,

Anlaşılmaktadır.

FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne mensup oldukları iddiasıyla haklarında ayrı soruşturma yürütülen bazı kişilerin kendi dosyalarında alınan savunmaları, ilgileri nedeniyle sanık hakkındaki dosyaya da gönderildiği gibi, kovuşturma aşamasında bu kişilerin bazılarının tanık sıfatıyla ifadelerinin de alındığı, bu kişilerden;

Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; HSK Üyesi seçildikten sonra bir akşam HSK eski Genel Sekreteri…’nın kendilerini evine çağırdığını, … Kaya’nın evine … ve …’yle birlikte gittiklerini, yemekten sonra Yargıtay Üyelerinin seçimiyle ilgili ön çalışma yapmak amacıyla bu eve gittiklerini önceden bildiğini, gittiklerinde HSK eski Üyeleri …..’yla birlikte HSK eski Genel Sekreter Yardımcıları…. ile ….ve o dönemde Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olan… ile Yargıtay Tetkik Hâkimleri olan … ve…’nin de evde olduklarını gördüğünü, kendileri dışında Yargıtay’dan da bu kişilerin gelmesinden hoşlanmadığını, bu hususu dile getirdiğinde oradakilerin Yargıtay’ı en iyi bu kişilerin bildiğini, bu nedenle Yargıtay’dan seçecekleri kişiler için bilgi vermeleri amacıyla çağırdıklarını dile getirdiklerini, yemekten sonra eve projektör kurulduğunu gördüğünü, … …’nın kendisine “arkadaşlar 350-400 isim belirlemişler” dediğini, bu isimlerin Kurul Üyelerinin belirlediği isimler olduğunu zannettiğini, ama ilerleyen aşamada … cemaati mensuplarının çıkardığı isimler olduğunu anladığını, konuşmalar sırasında …..’ın başını çektiği Yargıtay Üyelerinin Yargıtay’da meydana getirdiği yapıyı kırmak için bir seçim yapılacağını, bu seçim nedeniyle seçilecek kişilerin birlikte hareket etmesi gerektiğinden bahisle mümkünse seçilecek 160 kişinin kendi belirledikleri kişiler arasından seçilmesini söylediklerini, ancak onlara bunun mümkün olmadığını, diğer Kurul Üyeleriyle birlikte Bakan ve Müsteşar ile kendilerinin de taleplerinin olacağını belirttiklerini, hatta “burada belirlenecek isimleri saymayalım, bu nedenle sayı pazarlığı yapmayalım” dediğini, evde bulunan dönemin HSK üyeleri ….ve ….’nun … cemaati mensubu olduklarını, dönemin Yargıtay Cumhuriyet Savcısı… ile Tetkik Hâkimleri … ve…’nin de o günkü sunum ve tavırlarından aynı cemaatin mensubu olduklarını anladığını, hazırlanan isimler arasında kürsüde görev yapan hâkim ve Cumhuriyet savcılarıyla birlikte, ağırlığının Yargıtay’da görev yapan Cumhuriyet Savcıları ile Tetkik Hâkimleri olduklarını gördüğünü, bu isimler duvara yansıtıldığında, istedikleri kişiler konusunda yoğun bir övgü geldiğini, istemedikleri kişiler için de herhangi bir övgüden söz edilmediğini, sadece bir kaç kişinin bu kişiler için konuştuklarını, bu yansı sırasında seçilmelerini istedikleri ve övdükleri kişilerin … cemaati mensubu hâkim ve Cumhuriyet Savcıları olduklarını anlamaya başladıklarını, çünkü tüm listenin bu kişilerden oluşmadığını, ancak seçilmesini istediklerinin kendi cemaatlerinden olduklarını anladıklarını, isim belirlemede … cemaati mensubu olduğunu belirttiği Kurul Üyelerinin de sürece dahil olup onların da görüşlerini belirttiklerini, isimler belirlendikten sonra … cemaati mensubu olan üyelerin, bu isimlerin sayısını belirlemek istediklerini, ancak onlara sayı konuşulmayacağını söyleyip “bu nereden çıktı ?” diye sorduğunu, belirlenen isimleri sayınca rakamın 80 civarında olduğunu, bu sırada … ile birlikte… ve…’nın salonun dışına çıkıp bir kaç dakika sonra geri geldiklerini, …’nun orada bulunan kişilere hitaben “Bu konu hoca efendiyle konuşulmuş ve 140 denmiş, benim açımdan konu kapanmıştır, bu listede en az 140 kişi olacak” diye söz sarf ettiğini, bu toplantının ertesi günü …, … ve kendisinin, Müsteşar …’la görüşmek için Hakimevi’ne gidip ona durumu anlattıklarını, bu görüşmenin sonunda Müsteşarın gidip uzlaşmalarını kendilerine söylediğini, bunun üzerine yeniden görüşmelere başladıklarını, iki kez daha aynı üyelerle Hakimevi’nde ve …’nin evinde toplandıklarını, …’nin evindeki toplantıya … cemaati mensupları olan dönemin HSK Üyeleri ….., … ile birlikte … ve kendisinin de katıldıklarını, o dönemde HSK Genel Sekreteri olan… ile Genel Sekreter Yardımcıları olan …. ile Yargıtay’dan gelen…, …, … ve…’nin de olduğunu, bu evde toplanmalarının amacının; Yargıtay’a seçilecek … cemaati mensuplarının isimlerinin belirlenmesi olduğunu, buradaki toplantıda 140 sayısı konusunda diretilmediğini, ancak en az 120 kişi olmasının istendiğini, daha önce belirledikleri 80’e yakın isim dışında bazı isimlerin de dile getirilmeye başlandığını, seçilmeleri hâlinde yaşanacak sıkıntıları dile getirdiğini, buna rağmen bu kişilerde ısrar edilerek isimlerin listeye yazılmasının istenildiğini, bu konuşmalardan sonra kendilerinin ve yüksek yargı üyeleri dışında Kurul Üyelerince verilen isimlerin görüşülmesini istediğini, bu görüşme esnasında bazı isimlere … cemaati mensuplarınca itirazlar gelmeye başladığını, bu kişileri üçüncü seçimde çok ısrar ettiği için seçtirebildiğini, kendilerinin de belirledikleri isimlerle sayının 180’in üzerine çıktığını, bu sayı ortaya çıkınca … cemaati mensuplarının kendi sayılarını 108’e kadar indirdiklerini, ardından kendilerinin de belli bir sayıya kadar indiklerini, dönemin HSK Üyesi …’ın sanık …’u ısrarla Yargıtay Üyesi yaptırmak istemesi üzerine onu da listeye eklediklerini ve başka bir kişiyle birlikte … cemaati mensuplarının sayısının 110’a çıktığını, sanık …’u ülkücü olarak bildiğini, ancak 2011 yılındaki Yargıtay Üyeliği seçimlerinde … cemaati mensuplarının seçilmelerini istedikleri listede ismi olunca, … Kaya’nın okul arkadaşı olması nedeniyle listeye alındığını zannettiğini, dönemin müsteşarı … sanığı istemeyince önce listeden çıkarıldığını, seçimlerden 1-2 gün önce …’ın isteği üzerine Müsteşarın bu kez “olur” dediğini ve sanığın Yargıtay Üyesi seçildiğini, seçildikten sonra bu sanığın örgüt mensubu olmadığını zannettiğini, ancak 2014 yılındaki HSK seçimlerinde cemaat mensuplarının adayı olarak ortaya çıkınca onun da cemaat mensubu olduğunu anladığını, Yargıtay ve Danıştay Üyelerini belirlemek için yaptıkları toplantılar sonrasında isimleri netleştirdiklerini, resmi oylama ile bu kesinleştirme toplantısı arasında yaklaşık on gün geçtiğini, cemaat mensuplarının kendilerinin seçtirmedikleri ve kontenjanlarına almadıkları cemaat mensubu olmayan diğer yargı mensuplarına ulaşıp kendilerini seçtireceklerini belirtip yanlarına aldıklarını ve bu şekilde güçlü olduklarını göstermek istediklerini sonradan öğrendiğini, cemaat mensuplarının kendi kontenjanlarından seçilen kişilere ise bu durumu çok önceden bildirdiklerini bildiğini, seçilen üyelerin de bu durumu kendisine bizzat anlattıklarını, cemaat mensubu olmayan HSK Üyelerinden…’ın seçilmesine karar verildikten sonra resmi oylama olmadan önce sanık …’un bu Üyeye ulaşıp kendilerinin onu seçtireceklerini söylediğini, halbuki kendilerinin bu konuşmadan çok önce…’ın seçilmesini kararlaştırdıklarını, hatta sanık …’un…’ı Yargıtay eski Üyesi…’e yönlendirip “bir de onunla konuş, bu iş bitsin” demiş olduğunu,

Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; sanık …’u Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olmasından sonra tanıdığını, 2010 yılındaki HSK seçimlerinden kısa süre sonra yine 2011 yılında yapılan Yargıtay Üyeliği seçimleri için o dönem HSK Genel Sekreteri olan…’nın evinde yapılan ön görüşmede cemaat mensubu olduklarını düşündükleri HSK Üyelerinin ısrarlarıyla oluşturulan 80 kişilik listede sanığın isminin bulunduğunu, fakat dönemin Müsteşarı …’ın itirazı üzerine sanığın adının listeden çıkarıldığını, daha sonra dönemin HSK Üyesi …’ın ricası üzerine sanığın tekrar listeye alındığını, yani 110 kişilik listede isminin bulunduğunu ve bu şekilde Yargıtay Üyeliğine seçildiğini, cemaat yapılanmasıyla sanığın bir bağlantısı olduğunu düşünmediğini, fakat 2014 yılında sanık HSK Üyeliğine Yargıtay’dan aday olduğu zaman, cemaatin adayı olduğunun ve orada cemaatin yaptığı ittifaklar sayesinde seçildiğinin konuşulduğunu, bu nedenle 2013 yılında Yargıtay’da bu yapıya mensup olmayanların, birlikte hareket etmelerini ve organizasyonlarını sağlamak için yaptıkları yemekli toplantılara sanığı çağırmadıklarını, sanık …’un…’a ulaşıp onu…’e yönlendirdiğini HSK Üyesi Rasim Aytin’den duyduğunu,

Tanık … Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında tanık olarak verdiği ifadesinde; ifade tarihi itibarıyla Adalet Bakanlığı Yüksek Müşaviri ve Başbakanlık Danışmanı olarak görev yaptığını, 2010 yılında HSK Üyesi seçildiğini vebir yıl görev yaptıktan sonra Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına atandığını, özellikle 2011 yılında yapılan Yargıtay ve Danıştay Üyeliği seçimleri kapsamında tanıdığı veya bu seçimler nedeniyle kendi ifadeleriyle örgüte üye olduğunu öğrendiği kişilerden birinin de sanık … olduğunu,

Sanık hakkında görülen davada tanık olarak; sanık … ile o dönem Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğüne Tetkik Hâkimi olarak gelen Nurhan Canpolat aracılığıyla tanıştığını, zamanla karşılıklı aile ziyaretleri de yaptıklarını, Nurhan Canpolat’ı ülkücü olarak bildiği için … hakkında da ilk önce öyle düşündüğünü, daha sonra fakülte döneminden tanıyan arkadaşlarından sanığın cemaate yakın olduğu şeklinde duyumlarının olduğunu, bu duyumları kendisiyle paylaştığında sanık …’un bunların farklı şeyler olduğunu, siyasi görüş olarak ülkücü olduğunu, fakat cemaatin de manevi bir hizmet yaptığını söylediğini, 2011 yılında yapılan Yargıtay Üyeliği seçimleri için o zamanki HSK Genel Sekreteri…’nın evinde yapılan ön görüşmede sanık …’un isminin hazırlanan listede bulunmaması üzerine, sanık …, Nurhan Canpolat ve…’in neden olmadığını sorarak ismini gündeme getirdiğini, kendisi gündeme getirdikten sonra sanığın da olması gerektiğini belirterek desteklediklerini, 2013 yılında Yargıtay’da bu yapıya mensup olmayanların birlikte hareket etmelerini ve organizasyonlarını sağlamak için yapılan yemekli toplantılarda sanık …’un bu yapıyla birlikte hareket ettiğinin söylenmesi üzerine sanığı çağırmadıklarını,

Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; 2011 yılında Yargıtay Üyesi, 2014 yılında da Yargıtay kontenjanından HSK Üyesi olarak seçildiğini ve 15.07.2016 tarihine kadar bu görevi yaptığını, 2014 yılında yapılan HSK Üyeliği seçimlerinde aday olmasını…’nin istediğini, isteyen kişinin o olması sebebiyle cemaatin kendisini aday olarak belirlediğini anlayıp aday olduğunu, cemaatin diğer adaylarının kendisinden sonra belirlendiğini, bu kişilerin de… ve sanık … olduklarını, sanık …’un … cemaatinin mensubu olduğunu, HSK Üye adayları belirlendikten sonra …, … ve sanık …’la seçimler sırasında hareket tarzı belirlemek için bir araya gelmeye başladıklarını, HSK seçimlerine dair Yargıtay’daki çalışmalar sırasında…’nin “HSK abisi” olduğunu anladıklarını, seçim yapıldıktan sonra HSK’da cemaat mensupları olarak kendisi, …, …, … ve sanık …’un olduğunu,

Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; sanık … ile hukuk fakültesinde aynı dönem öğrenim gördükleri için tanıştıklarını, 2014 yılındaki HSK Üyeliği seçimlerinde sanık …’la birlikte aday olunca daha fazla bir araya geldiklerini ve o dönemde sanık …’la ilgili olarak cemaatçiler tarafından “bizim arkadaşımız” şeklinde söylendiğini, HSK üyeliğine seçildikten bir süre sonra…’nin “oturup sohbet edelim” demesi üzerine …, …, … ve sanık …’la bir araya geldiklerini, …’nin cemaatin “HSK abisi” (imamı) olduğunu o şekilde anladıklarını, o günkü toplantıda Yargıtay Üyeliği seçimleri hakkında ne yapılabileceğinin konuşulduğunu, bu şekilde dört ya da beş toplantıda bir araya geldiklerini, o toplantılarda hukuka aykırı eylemler içinde bulunmayacaklarını beyan etmeleri üzerine…’nin “CMK 250. maddesi kapsamında çalışan arkadaşlar için elinizden çok bir şey gelmez ama bu arkadaşları da küstürmeyelim” şeklinde bir söyleminin olduğunu, yapılan bu toplantılarda sanık …’un da himmet verdiğini,

Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; 2008 yılında Danıştay Üyesi seçildiğini, 2011 yılında yapılan HSK Üyeliği seçimlerinde Adalet Akademisi kontenjanından asıl üye seçildikten sonra HSK Başkan Vekilliği ve 3. Daire Başkanlığı yaptığını, sanık …’un Yargıtay Üyeliği seçiminde cemaat listesinde olup olmadığını hatırlamadığını, ama kendisinin ve …’un bu hususta sanığı desteklediklerini, sanığın örgüt üyesi olup olmadığını da bilmediğini, onu cemaatçi olarak tanımadığını, cemaatin, kendilerine mensup olan …’i, ülkücü olarak bilinen sanık …’u ve sosyal demokrat olarak bilinen …’yı destekleyip oy toplamak istediklerini düşündüğünü,

Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; 2010 yılındaki HSK seçimlerinden kısa süre sonra sonra Yargıtay Üyeliği seçimi için…’nın evinde yapılan ön görüşmede sunulan 350-400 kişilik listede sanık …’un isminin bulunmaması üzerine …’in sanık … ve Nuran Canpolat’ın isimlerini gündeme getirdiğini, daha sonra HSK üyelerinden …’ın da sanık …’un üye olarak seçilmesini istemesi ve bu konuda Bakan ve Müsteşar ile görüşmesi neticesinde sanık …’un Yargıtay Üyesi seçildiğini, 2014 yılında yapılan HSK seçimlerinde Yargıtay’dan …, sanık … ve …’in seçilmesi üzerine milliyetçiler, sosyal demokratlar ve cemaatçilerin ittifak ettiğini düşündüğünü, sanık …’un milliyetçilerin adayı olarak yorumladığını, sanık …’un cemaat üyesi olduğunu bilmediğini,

Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmaktayken meslekten ihraç edildiğini, örgüt mensubu kişilerin hakimlik ve savcılık yazılı sınavını kazandıktan sonra referans işlemlerini Keçiören’de örgüt tarafından tutulan evlerde sonradan Yargıtay üyesi olan … ve sanık …’un takip ettiklerini, bu kişilerin sınavı kazanan mezunları refere edip hemşehrilerine ve kendi tanıdıkları bakanlık bürokratları ile Yargıtay üyelerine yönlendirdiklerini,

Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; sanık … ile 2002-2004 yılları arasında hakim adayı iken tanıştığını, hâkim adaylığı yazılı sınavını kazananların mülakat ve referans işlemlerini cemaat adına … ile sanığın beraber takip ederek hangi kişinin kime referans olarak gitmesi gerektiğini belirleyip yönlendirdiklerini, 2004 yılında taşraya kura çektikten sonra 2014 yılındaki HSK seçimlerine kadar sanıkla görüşmediğini, sanık …’un 2014 yılında yapılan HSK seçimleri için kendisini arayarak oy istediğini,

Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; 2012 yılında Yargıtay Üyesi seçildiğini, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyeliğinden hakkında ayrı soruşturma yürütülen HSK eski Üyesi Nesibe Özer’in kardeşi olduğunu, 2014 yılındaki HSK seçimlerinde cemaat mensubu olduğunu bildiği ve aynı dairede çalıştıkları Kasım Tunç’un kendisine cemaat adayları olarak …, Salih Sönmez, …ve sanık … ile cemaatin desteklediği …’nın kendi listelerinde yer aldığını açıkça söylediğini,

Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; 2014 yılındaki HSK seçimleri döneminde o sıralarda Yargıtay Genel Sekreteri olan…’in bir gün odasına gelerek bu seçimlerin kendileri için önemli olduğunu ve seçimlerde adaylarını desteklemelerini istediklerini beyan ederek odasından çıktığını, daha sonra HSK seçimleri için aday listesine baktığında … dışındakilerin 2014 yılında Yargıtay’daki cemaatçiler adıyla yayınlanan listede ismi bulunan kişiler olduğunu görmesi üzerine cemaatin adayları olduğunu anladığını, gazetelerde de Yargıtay’daki cemaat adayları başlığı ile sanık …’un da adının yazıldığını, sanık HSK Üyeliğine aday olmadan önce onu tanımadığını, aday olduktan sonra oy istemek için odasına geldiğinde tanıştıklarını,

Tanık Ömer Köroğlu kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesinde; 2010 yılında yapılan seçimlerde HSK Üyesi seçildiğini, 25 Ekim 2014 yılında emekliye ayrılıp avukatlık yapmaya başladığını, 2014 yılındaki HSK seçimlerinde cemaatin hiç riske girmeyerek kendilerine sorun çıkaracak ve itiraz edecek kişilere adaylık vermediğini, tamamen kendilerine bağlı adaylarla yürümeye karar aldıklarını, …, … ve kendisi gibi örgütün tabiriyle kendi nefsine dönük kişileri bir yere taşımayacaklarını söylediklerini kulislerdeki konuşmalardan duyduğunu, örneğin cemaatin karartmasına örnek olarak sanık …’un ülkücü olduğunu, cemaatçi olmadığını söylediklerini, yani kendi elemanlarını gizleyebildikleri kadar gizlediklerini,

İlhami Dal kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında aşamalarda alınan ifadelerinde; 2011 yılında Yargıtay Üyesi seçildiğini, HSK seçimlerinde …, … ve sanık …’a oy verileceği söylendiği için onlara oy verdiğini, hatta …’nın cemaatten olmadığını, ancak onu da desteklediklerinin ve oy verilmesi gerektiğinin söylendiğini, … ve sanık … için “cemaatten değil” diye söylenmediğini, zaten “bu cemaatten değil” şeklinde bir tabir kullanılmadığını, cemaatten olanlar için “bu abilerden” tabirinin kullanıldığını, bu iki isim için durumun da bu olduğunu, sanık …’un Yargıtay Üyeleri arasındaki … cemaati mensuplarından biri olduğunu bildiğini,

… Aydoğdu kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; Yargıtay eski Üyesi olduğunu, fotoğrafı gösterilen sanık …’u kendisinin tetkik hâkimi olarak görev yaptığı dönemden beri tanıdığını, sanığın bu örgütte sorumlu düzeyde faaliyet gösterdiğini duyduğunu,

Tanık Vahit Bektaş kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta; idari yargı hâkimi olarak görev yapmaktayken 2011 yılında Danıştay Üyesi seçildiğini, staj yaptığı dönemde sanık …’u tanıdığını, ama o dönemde sanığın örgüte ne derece yakın olduğunu bilmediğini, yakınlığını meslekte geçen dönemde fark ettiğini, ama sanık ve diğer kişilerle birlikte örgütün düzenlediği sohbet ve toplantılara katılmadığını,

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesinde; staj yaptığı dönemde bekar olduğu zamanlarda… ve…’in stajyer evlerine gidip geldiğini, sanık …’u da o kesimden biri olarak hatırladığını, ama toplantılara katılıp katılmadığını bilmediğini,

Tanık … aşamalarda; Denizli Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmaktayken FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle meslekten ihraç edildiğini, örgüt üyesi olduğunu bildiği kişiler arasında sanık …’un da olduğunu, hemşehrisi olan bu sanıkla Fethiye’de tanıştığını, HSK seçimleri öncesinde Fethiye’li hakim ve Cumhuriyet savcılarıyla ilgili bir yemek düzenlendiğini, bu yemekte sanığın öncü olduğunu, yemekte açıkça HSK seçimlerinden bahsedilmese de o amaçla yapıldığının belli olduğunu, sanığın da örgüt içerisinde yer alan bir kişi olduğunu,

Tanık … aşamalarda; 2011 yılında Yargıtay Üyesi seçildiğini, 2014 yılındaki HSK seçimlerinde sanık …’un kendisinden oy istediğini, …, İsmail Köse ve…’nın da yine kendisinden … ve sanık … için oy istediğini, sanık …’un da bizzat odasına gelerek oy istediğini ve cemaatin tavırlarını tasvip etmeyip benimsemediğini söylediğini, bu seçimlerde Yargıtay’dan seçilecek üyeler için Bahri Aydoğan, Alp Arslan, … ve siyasal olarak ülkücü eğilimli olduğunu bildiği sanık …’a oy verdiğini, sanığın yapıyla ilgili konumunu ve eylemlerini bilmediğini,

Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında müdafisi huzurunda kollukta; 15.07.2016 tarihine kadar örgüte müzahir okullarda din kültürü öğretmenliği yaptığını, örgütün 2014 yılı içerisinde yapılan HSK seçimlerine odaklanarak gücü yeniden kazanmak için HSK seçimlerinde bu yapıya mensup hakim ve Cumhuriyet savcılarının seçilmesi için yoğun çalışmalar başlattığını, 2014 yılı Haziran ayı sonunda Ankara’ya geldiğinde örgüt tarafından kendisine “sohbet abiliği” görevi verildiğini, yaptığı sohbetlerin genel kriterleri aynı kalmak kaydıyla daha çok örgüt bünyesindeki insanların örgütten ayrılmaması için yoğun olarak, cemaatten kopmama konusunu işleyerek dağılma belirtileri gösteren örgüt mensuplarını bir arada tutmaya çalıştığını, kendisine bu yönde talimat verildiğini, dolayısıyla sohbetlerinde bu konuyu işleyerek insanların bilinç altlarına dini motiflerle göndermeler yaptığını, 17-25 Aralık olaylarından sonra örgütün deşifre olmamak için gizliliğe çok önem verdiğini, verilen görevlerin sorgulanmadığını, talimatlara harfiyen uyulduğunu, önceki sohbetlerine katılan şahısların genelde ne iş yaptıklarını bildiğini, ama 17-25 Aralık olaylarından sonra özellikle Ankara’da yaptığı sohbetlere katılan kişilerin kim oldukları konusunda genelde bilgisinin olmadığını, zaten sohbet vereceği insanları kendisine başka insanların getirdiğini, 17-25 Aralık olaylarından sonra yapı içerisinde daha önceleri “hususi yapı” olarak bilinen ve cemaatin emniyet teşkilatındaki, yargıdaki ve askeriyedeki yapılanmasının ön plana çıkartıldığını ve 17-25 Aralık olaylarından sonra bu yapılanmanın adının “mahrem yapı” olarak anılmaya başlandığını, mahrem yapının; örgütün, emniyet, adalet ve silahlı kuvvetlerdeki özel yapılanma şekli olduğunu, mahrem yapıya ait sohbetlerin 2015 yılının Ocak ayının sonlarına doğru yeniden başladığını, başlamasının en büyük nedeninin örgütte bozulan morallerin düzeltilmesi ve yeniden toparlanma aşamasına geçilmesi olduğunu, bu kapsamda başkalarının kendisine yönlendirdiği ve hakim ve Cumhuriyet savcısı olduklarını tahmin ettiği kişilere sohbetler verdiğini, 2014 yılındaki HSK seçimlerinden önceki tarihlerde Faruk kod adlı Ömer Yazıcı’nın Ankara Yenimahalle ilçesindeki Eşref Bitlis Caddesi üzerinde bulunan ve … cemaatinin okulu olduğunu belirttiği Hasan Tanık Okulu’nun içerisindeki Anadolu Kurul A. Ş. isimli şirketin binasında bulunan ofiste mahrem yapı imamlarının kendisine sohbet vermesi için getirdiklerinde kendisinin de sohbet verdiği ve adalet mahrem yapısı içerisinde olduğunu anladığı kişilerden birinin de kendisine fotoğrafı gösterilen sanık … olduğunu,

Kovuşturma aşamasında tanık olarak alınan ifadesinde; otuz yılı aşkın bir süre boyunca örgüt içerisinde bulunduğunu, örgüt içerisindeki hiyerarşiye göre sözde bölge imamının üzerinde bir konumda olduğunu ve hemen hemen her üniteye sohbetler verdiğini, örgütün özellikle 2014 yılındaki HSK seçimleri sonrasında moral motivasyonu artırma amaçlı düzenlenen sohbetlere sohbet yapan (hatip) olarak katıldığını, sanık …’u da o sohbetlerden hatırladığını, bu şekilde fotoğraflardan teşhis ettiğini, tanık olarak ifade vermek için duruşma salonunun önünde beklerken sanığın önceki avukatı olduğu belirtilen … kendisine “siz tanık mısınız ?” diye sorduğunda “evet” diye yanıtladığını, ismini sorunca söylediğini, avukatın sanık …’u göstererek “bu şahsı tanıyor musunuz ?” diye sorduğunu, kendisinin de bakıp “hatırlamıyorum” dediğini, avukatın sonra “biz sizi tanık olarak çağıracağız” dediğini, kendisinin de “fark etmez çağırın” diye cevap verdiğini ve konunun kapandığını, o zaman tanımadığı kişiyi oturum esnasında nasıl tanıdığı sorulduğunda da hatırlamadığını, o esnada bir kaç dakikalık bir konuşmada kendisine bu sorunun neden sorulduğunu da tam olarak bilmediğini, o nedenle tanımadığını söylediğini, duruşma salonu önündeki görüşmelerinde sanığın şimdiki hâlinden farklı olarak bıyıklı olduğunu,

Tanık … kovuşturma aşamasında; müvekkili olan sanık …’un tanık olarak katıldıkları diğer duruşmalara işleri olmadığı zamanlar gittiğini, sanık …’un tanık olarak dinleneceği bir dosyada müvekkiliyle birlikte duruşmaya geldiğinde, …’ın da tanık olarak çağrıldığını görmesi üzerine yanına giderek bir süre konuştuktan sonra bu kişinin yüksek yargı üyelerini teşhis ettiğini söylediğini, bunun üzerine …’ın kollukta verdiği ifadenin iki kısım olduğunu, sivil imamlarla ilgili bildiklerini söyledikten sonra yüksek yargı üyelerine ilişkin kısmın kolluk tarafından oluşturulduğunu, duruşmalarda bu durumu düzelttiğini söylediğini, bunun üzerine …’a tam karşılarında oturan sanık …’u göstererek tanıyıp tanımadığını sorduğunda, …’ın “hayır” diye cevap verdiğini, sanık …’a gözlüğünü çıkarttırarak tekrar sorduğunda da tanımadığını ve kolluk tarafından o listenin oluşturularak kendisine imzalattırıldığını tekrar söylediğini, fakat …’ın mahkemede aksi yönde yalan ifade verdiğini, tanık Nesip ile konuşup sanık …’u ona gösterdiği gün de sanığın bıyıklı olmadığını,

Beyan etmişler,

Sanık … 22.07.2016 tarihinde savcılıkta ve sorguda; Yargıtay Üyesi olarak görev yapmaktayken HSK Üyeliğine seçildiğini, hakkındaki tüm adlî işlemlerin 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu’na ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’na göre yapılması gerekirken bu şekilde yapılmadığını, adının FETÖ silahlı terör örgütüyle anılmasının utanç verici bir iddia olduğunu, ilk, orta ve lise öğrenimini memleketi Fethiye’de tamamladıktan sonra 1985 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandığını, üniversiteyi kazanmak için dershaneye gitmediğini, okul yıllarında da ilk önce Cebeci civarında, ismini hatırlayamadığı, eski bir binadan dönüştürülmüş, 15-20 kişinin kaldığı ve örgütle hiç bir bağlantısı olmayan özel bir yurtta kaldığını, daha sonra buradaki şartların kötü olması nedeniyle Ziraat Fakültesinde okuyan bir akrabasıyla İncesu taraflarında, çok eski, iki odalı apartman dairesini kiralayıp kaldıklarını, ailesinin maddi durumu iyi olduğu için hiç bir zaman burs ya da bağış almadığını, 1989 yılında okulu bitirip avukatlık stajı yaparken yine aynı evde kalmaya devam ettiğini, staj bitiminde Selçuk Üniversitesi Niğde İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde asistanlık sınavını kazanıp oraya gittiğini, ancak asistanlığa başlamadan önce hâkimlik sınavını da kazandığı için asistanlığa başlamayıp aynı üniversitede bu defa yüksek lisans öğrenimine devam ettiğini, hâkim adaylığı süreci başlayınca stajını Fethiye’ye aldırıp ailesinin yanında kalarak stajı tamamladığını, devletine ve milletine bağlı bir ailenin çocuğu olduğunu, FETÖ silahlı terör örgütünün yıllarca insanların emeğinden biriktirdiği paralarla bu hâle geldiğini ve örgütü tasvip etmediğini, eşinin tıp doktoru olduğunu ve kendi kız kardeşi 1992 yılında Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesinde tedavi görürken eşiyle hastanede tanışıp 1992 yılının Aralık ayında evlendiklerini, görev yaptığı dönemlerde hiç bir zaman hukuk dışına çıkmadığını, hukuk dışı hiçbir oluşumla ilişiğinin olmadığını, üç çocuğu olduğunu, en büyük oğlunun halen Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. sınıf öğrencisi olduğunu, bu oğlunun Final ve Sınav Dershanelerine giderek üniversite sınavına hazırlandığını, ortanca oğlunun Fevzi Özbey İlköğretim Okulu’nu bitirdiğini, önceki sene bu oğlunun, arkadaşlarının etkisiyle dershaneye gitmek istemesi üzerine … Tunç adlı dershaneye gönderdiklerini, küçük oğlunun ise halen aynı İlköğretim Okulu’nda 4. sınıf öğrencisi olduğunu, görevi gereği bir çok insanla görüştüğünü, bunun dışında hiç kimseyle illegal bir örgüt üyesi olduğunu bilerek görüşmediğini, 1993 yılında Elazığ ilinin Baskil ilçesinde Cumhuriyet Savcısı olarak göreve başladığını, daha sonra Tunceli ilinin Hozat ilçesine, oradan Muğla ilinin Datça ilçesine, ardından Yargıtay Cumhuriyet Savcılığına atandığını, 2011 yılında da Yargıtay Üyeliğine seçildiğini, yaklaşık dört yıl Yargıtay 7. Ceza Dairesi Üyeliği yaptığını, 2014 yılı Eylül ayında yapılan HSK Üyeliği seçimleri için kimi ceza dairesi başkanları ve hemşehrisi olan dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının, Yargıtay kontenjanından HSK’ya aday olması için kendisine teklifte bulunduklarını, uzun süre düşündüğünü ve ısrar üzerine kabul ettiğini, HSK Üyeliğine aday olduğu sırada her kesimden üyeden aldığı yüksek oyla HSK Üyeliğine seçildiğini, bu görevi yaklaşık iki yıldır yapmakta olduğunu, 2014 yılındeki HSK seçimlerinde adli yargıda ya da idari yargıda hiç bir adayın lehinde veya aleyhinde bir çalışması olmadığını, kendisinin meslekî performansı, terfileri, yaşı ve mesleki kıdemi göz önüne alınarak Yargıtay Üyesi seçildiğini düşündüğünü, bunun dışında üye seçilmesinde başka bir şeyin etken olmadığını, Bank Asya’ya hiç para yatırmadığını, bu bankadan kredi çekmediğini ve bu bankayı herhangi bir bankacılık faaliyetinde aracı olarak da kullanmadığını, örgütün hiçbir gazete veya dergisine abone olmadığını, örgüte hiçbir şekilde yardım veya bağışta bulunmadığını, Yargıtay’da görev yaptığı dönemde bir defa Yargıtay gezisi olarak Strazburg’a bir hafta, bir defa da 7. Ceza Dairesi Üyesi olarak dairenin görev alanına giren suçlarla ilgili olarak iki günlüğüne kara para aklama suçları konulu konferans için Almanya’ya gittiğini, örgütle bağlantısı olmadığı için etkin pişmanlık duyacağı bir durumun da söz konusu olmadığını,

09.09.2016 tarihinde savcılıkta; ilk ifadesini verdikten sonra aklına gelen yeni bilgilerden dolayı tekrar ifade vermek istediğini, 2011 yılında dönemin HSK üyelerinden …’ın referansıyla Yargıtay Üyesi seçilip Yargıtay 7. Ceza Dairesinde göreve başladığını, üye seçildikten yaklaşık altı ay sonra kendisini sohbete çağırdıklarını, ancak bu sohbete katılmadığını, kimsenin de kendisine neden katılmadığını sormadığını, o dönemde cemaat yapılanmasının Yargıtay içerisinde çok güçlü olduğunu, Daire Başkanının dosya tevzisi hususunda kendisini görevlendirme nedeniyle tetkik hakimlerine dosyaları kendisinin dağıttığını, ancak kamuoyunu ilgilendirecek nitelikteki önemli dosyaları Başkan ile istişare ederek dağıttığını, 2013 – 2014 yılları arasında önemli bir kişiye ait bir dosyayı; Daire Başkanının söylemesi üzerine bir tetkik hakimine verdiğini, bu dosyanın usulden oy birliğiyle bozulup ilk derece mahkemesine gönderildiğini, dosyanın İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nden hızlı bir şekilde tekemmül ettirilerek tekrar temyiz incelemesi için daireye gönderildiğini, bu dosyayı başka bir hâkime tekrar tevzi ettiğini ve dosyayı dairede üyelerle görüşmelerinden yaklaşık iki hafta önce Yargıtay eski Üyesi …’ın yanına gelerek “… abimin selamı var, bu dosya lehe bozulsun ve yurt dışı yasağı kaldırılsın” dediğini, …’ın kim olduğunu sorunca “Ya sen bilmiyor musun, … abi 11. Ceza Dairesinin üyesi…dir” dediğini, bu olayı duyduktan sonra moralinin bozulduğunu ve dosyanın heyetine girmediğini, sonra öğrendiği kadarıyla dosyanın lehe bozulduğunu, ancak bozma kararının hukuki olup olmadığını bilmediğini, aşağı yukarı aynı tarihlerde yine ünlü bir kişinin dosyasının daireye geldiğini, ilk derece mahkemesinden beraat kararı verildiğini, …’in bu beraat kararını onamalarını istediğini, ancak kendilerinin heyet olarak oy birliğiyle dosyayı mahkumiyet yönünden bozduklarını, 2014 yılında HSK Üyesi seçildiğinden dosyanın sonraki sürecini bilmediğini, seçim süreciyle ilgili olarak; Yargıtay eski Üyesi…’nin, kendisini, …’yı, Salih Sönmez’i, …’i ve Ali Eryılmaz’ı çağırıp “Sizi HSK’ya seçmek istiyoruz. Biz sizi destekleriz. Her kesimden oy alabilecek bir liste oluşturduk” dediğini, baştan kabul etmek istemediğini, ancak sonra kabul edip HSK Üyesi olarak seçildiğini ve HSK Genel Kurulu tarafından Üçüncü Dairede çalışmak üzere görevlendirildiğini, bir süre Üçüncü Dairede çalıştığını ve hukuki olduğunu düşündüğü nedenlerle bazı kararlarda muhalefet şerhi yazdığını, 2014 yılı Kasım ayında… ile yemeğe çıktıklarını ve yemekteyken telefonuna Nazmi’nin Bylock programını kurup “Bundan sonra buradan haberleşelim” dediğini, yaklaşık iki ay boyunca sık olmamakla birlikte bu programı kullandığını, gizli haberleşmeden rahatsız olduğu için de sonradan sildiğini, seçim zamanında örgütün Bylock programını kullandığını ve taşrayla iletişimlerinin bu program aracılığıyla yapıldığını bildiğini, ancak programı o zaman kullanmadığını, HSK eski Üyeleri … ve …’la da aynı Dairede çalışmaları nedeniyle tanıştıklarını, bu kişilerle ara sıra görüştüğünü, ama bu kişilerle başka bir ilişkisinin olmadığını, HSK’daki örgüt yapılanmasını bildiği kadarıyla; HSK’yı, bu Kurulun ve Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) sözde imamı olan…’nin yönettiğini, ayrıca…’nin memur olduğunu söylediği, ancak kim olduğunu bilmediği başka bir sözde imamın da HSK ile ilgilendiğini, “Faik” isimli yahut kod adlı sivil olduğunu bildiği bir kişinin tüm Türkiye’deki yargının sivil imamı olduğunu duyduğunu, ancak kendisini hiç görmediğini, örgütün hiçbir zaman kendisine çok güven duymadığını, çünkü geçmişte Ergenekon ve Balyoz davalarının görülüş şekline ağır eleştiriler getirdiğini, yargıyla ilgilenen bir üst heyetin olduğunu…’den duyduğunu, bu üst heyette olduğunu bildiği kişilerin …, … ve … olduklarını, bu heyetin daha kalabalık olduğunu, ancak bildiği isimlerin bunlardan ibaret olduğunu, bu heyetin “…” kod adlı…e bağlı olarak çalıştığını, ancak toplantılarının nerede olduğunu bilmediğini, salıverilmesi hâlinde dışarıda bulunan ve şu an kaçak durumundaki kişilerin bazılarını bulmak konusunda yardımcı olabileceğini,

12.10.2016 tarihinde savcılıkta; vereceği ifadenin etkin pişmanlık hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesini istediğini, fakültede okurken önce Cebeci’de bulunan on kişilik ve cemaat yurdu olmayan özel bir yurtta kaldığını, ikinci sınıfta, akrabası olan o dönemde Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde okuyan Adem Birol ile İncesu’daki Mahmut Esat Bozkurt Caddesi’nde iki odalı bir daire tuttuklarını, daha sonra kirası fazla gelince o dönemde kendisiyle aynı sınıfta okuyan ve hâlen Konya’da avukatlık yapan Harun Apan’ı da eve dahil ettiklerini, Adem Birol’un … cemaatiyle ilgisi olmayıp cemaat düşmanı olduğunu, fakülte üçüncü sınıfta sonradan HSK eski Genel Sekreteri ve Yargıtay eski Üyesi olan… ile tanıştığını, “… cemaati” lafını ilk defa…’dan duyduğunu, okuldaki arkadaş sohbetleri esnasında…’nın …’den ve cemaatten bahsettiğini, o yıllarda dini bilgisinin zayıf olması, cuma namazlarına dahi gitmemesi nedeniyle…’nın söylevlerinin hoşuna gittiğini, dördüncü sınıfa geldiğinde…’nın kendisiyle daha fazla ilgilenmeye başladığını ve kendi evlerine çağırdığını, … Kaya’nın kendisini ve ev arkadaşını dini sohbetler yapacaklarını belirtip eve davet ettiğini, bu teklifi kabul edip…’nın evine bu sohbetlere gitmeye başladıklarını, sohbetlerin 3-5 ay devam ettiğini, sohbetlerin konusunun başlangıçta dini bilgiler şeklinde olduğunu, sonra beraber namaz kılmaya başladıklarını, sohbetleri…’nın verdiğini, … Kaya daha sonra …’in ismini zikretmeye başlayınca onun … cemaati yapılanması içerisinde olduğunu anladığını, sohbetlerin konusunun da değişmeye ve …’in anlatılmaya başlandığını, bu sohbetlere kendisi dışında ev arkadaşıyla sonradan Yargıtay Genel Sekreteri olan…’in de geldiğini, …’in… ile aynı evde kalmadığını, ancak… kendisiyle ev arkadaşını sohbetlere çağırınca onun da eşlik etmeye başladığını, daha sonra kendisinin de cuma namazlarına gitmeye başladığını, … Kaya’nın düzenlediği sohbetler sonucunda dördüncü sınıfın sonuna doğru beş vakit namaz kılmaya başladığını, sonradan…’in bu sohbetlere katılmadığını, onun Aydınlıkevler’de bulunan bir cemaat evinde kaldığını bildiğini, kendisini aralarına dahil ettikten sonra…’nın bu sohbetlerine Aydın’ın katılmamaya başladığını, bu kişinin görevini yaptıktan sonra kendi sohbet grubuna döndüğünü, dördüncü sınıfın sonuna kadar…’nın “abi”liğinde bu sohbetlere devam ettiğini, bu şekilde … cemaatine dahil olduğunu, fakülteyi bitirdikten sonra o dönem yeni açılan Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesine asistanlık başvurusunda bulunduğunu, Rıza Ayhan adlı kişinin o zaman Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi olup kendisinin fakülteye asistan olarak alınmasını sağladığını, o dönem yüksek lisansa da başvurduğunu ve bu öğreniminin devam ettiğini, ilk önce Konya’nın merkezine uzak müstakil bir ev tuttuğunu, ancak okula gidip gelmek zor olduğu için sonradan merkezde tek başına bir ev tuttuğunu, daha sonra okuldan da arkadaşı olan ve Konya’da yüksek lisansı kazanan …’nın kendisine birlikte kalmayı teklif ettiğini, bu teklifi kabul edince hâkim adaylığı stajını da Konya’ya aldırdığını, birlikte aynı evde kalmaya başladıklarını, ancak bir süre sonra Rıza Ayhan’ın Ankara’ya gelmesi üzerine onun yerine göreve başlayan … Ayan’ın kendisine ters davrandığını, hatta Niğde’de bulunan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde görevlendirdiğini, o dönemde hâkimlik sınavını da kazandığını ve … Ayan’ın bu tavırları üzerine asistanlığa fiili olarak başlamadan Konya’da hâkimlik stajına başladığını, bu dönemde yüksek lisansa da devam ettiğini, daha sonra Yargıtay Üyesi olup FETÖ silahlı terör üyeliği nedeniyle tutuklanan … eve gelene kadar onun … cemaati içinde olduğunu bilmediğini, birlikte kalmaya başladıklarında kendisine bu cemaatin içinde olduğunu söylediğini, hatta kaldıkları eve başka kişilerin de gelip gitmelerini istediğini, kendisinin de bu olaya sıcak baktığını, o dönemde Konya’da hâkimlik stajı yapan bir çok arkadaşının bu eve geldiğini, eve gidip gelmelerde başlangıçta … mensuplarının yaptığı sohbet toplantılarının olmadığını, 1991 yılının Eylül ayında Ankara’da eğitim merkezine geldiğini, … da eğitim merkezine gelince evlerine sonradan Yargıtay Üyesi olan, o dönemin hâkim adaylarından…’in geldiğini, dört ay boyunca kira ödememek için evi o dönem için…’e devrettiklerini, Ankara’da eğitim merkezinde kalmaya başladığını, yüksek lisans öğrenimi nedeniyle hafta sonları bazen Konya’ya gittiğinde evin bir cemaat evine dönüştüğünü anladığını, ancak ses çıkarmadığını, bu evde…’in dışında, sonradan Yargıtay Üyesi olan ve o dönem hâkim adaylarından Haluk Baydilli’nin de kaldığını, eğitim merkezinden sonra Konya’ya bir daha dönmediğini, evin sözleşmesi de kendi üzerine olduğundan sonradan gidip sözleşmeyi feshettiğini, evin kirası yüksek olduğu için… ve Haluk Baydilli’nin de başka bir eve geçtiklerini, eğitim merkezinin ilk dört ayı için Ankara’ya gelince eğitim merkezinin yurdunda kaldığını, … Kaya evlerinde sohbetler yaptıklarını kendisine söyleyince önce gitmediğini, ancak daha sonraki davetlerine katıldığını, bu sohbetlere … ile sonradan Yargıtay Üyesi olan…’in de katıldığını, bu sohbetlerin başta dini sohbetler şeklinde olduğunu, sonraki toplantılarda …’le ilgili sohbetler yapıldığını, … Kaya’nın, …’in sohbetlerinin yer aldığı videoları izlettirdiğini, bu sohbetleri de…’nın organize ettiğini, eğitim merkezi dersleri bittikten sonra stajını Fethiye ilçesine aldırıp staja orada devam ettiğini, Fethiye’de … cemaat mensuplarının bir araya geldiği sohbet toplantıları olmadığını, eğitim merkezinin ikinci dönemi için Fethiye’den Ankara’ya geldiğinde, ilk dönemde birlikte kaldıkları arkadaşları…, … Çağatay veVeli Özdek ile aynı odada kaldıklarını, o dönem… ve …’un piknik organizasyonları yaptıklarını, bu pikniklere bir çok arkadaşının katıldığını, … Kaya’nın ikinci dönemde de kendisini cemaat sohbetleri için evine çağırdığını, bu sohbetlere kendisi, … ve…’le birlikte katıldığını, hatırladığı kadarıyla o dönemde Adalet Bakanının SHP’li olması nedeniyle sohbetlerin birinci eğitim merkezi dönemindeki gibi sık sık olmayıp hatırladığı kadarıyla iki üç defa yapıldığını, 1993 yılının Ocak ayında kur’a sonucu Baskil ilçesine atanıp orada üç sene görev yaptığını, sonra Hozat’a tayininin çıktığını, bu iki yerde de yapılanma mensuplarıyla sohbet toplantıları yapmadığını, ancak daha sonra HSK’da Genel Sekreterlik yapan Muzaffer Bayram’ın Baskil ilçesinde yanına gelip 2-3 saat oturduğunu, kendisini stajdan dolayı eğitim merkezinde tanıdığını ve samimiyeti olmadığını, ne için geldiğini sorduğunda arkadaşları gezdiğini söylediğini, bu konuşmalarından kendisinin … cemaati içinde olduğunu ve bu amaçla yanına geldiğini anladığını, kimleri gezdiğini söylemediğini, giderken de Bingöl’deki arkadaşların yanına gideceğini söyleyip yanından ayrıldığını, daha sonra Datça ilçesine atandığını, o dönem 28 Şubat olayları olunca cemaatin faaliyetlerde bulunmadığını, ancak bu dönemde de cemaatten olduğunu bildiği…’in iki üç defa yanına geldiğini, bu ziyaretlerin bir kısmının aile ziyareti şeklinde olduğunu, hatta kendisinin de…’in çocuğu olunca onun görev yaptığı Kavaklıdere’ye eşiyle birlikte gittiğini, bu ziyaretlerin de bir cemaat ziyareti olmadığını, 2001 yılının Kasım ayında kendi isteğiyle Yargıtay Cumhuriyet Savcılığına atandığını, bu atamada cemaat mensuplarının bir isteminin ya da yardımının olmadığını, o dönem Datça Cumhuriyet Savcısı olduğu için dönemin HSK Başkan Vekili Ergül Güryel’in, Ahmet Tevfik Erginbay ile kendisini ziyaret ettiklerini, ziyaretler sık olunca aile sohbetleri yapılmaya başlandığını, bu sohbetler sırasında eşinin Ankara’ya gitmek istemesi nedeniyle Ergül Güryel’e kendisini Yargıtay Tetkik Hakimliği’ne alıp alamayacağını sorduğunda, Ergül Güryel’in önce “tetkik hakimliğinde ne işi var, o Yargıtay Üyeliğine layık” dediğini, bir süre sonra Ergül Güryel’in kendisini telefonla arayıp “Dilekçe ver, seni Yargıtay Savcılığına alacağım” dediğini, bu dilekçe ve Ergül Güryel’in ilgilenmesiyle Yargıtay Cmhuriyet Savcılığına atandığını, bu olaylara Ahmet Tevfik Erginbay’ın da şahit olduğunu,

Kendisiyle aynı dönemde Yargıtay Cumhuriyet Savcılığına gelen bazı kişilerin de cemaat mensubu olduklarını, o dönem yaklaşık 25 kişinin de aynı göreve geldiğini, Yargıtay’a geldiği zaman Başsavcılığın takdiriyle kendisi, …, …, Gökhan Sayın ve…’in bulunduğu odada oturduğunu, bu kişilerle aynı dönemde Yargıtay’a geldiğini, o dönemde … cemaati mensuplarının sohbetlerine katılmadığını, kimsenin de kendisini sohbetlere çağırmadığını, Urankent’teki adliye lojmanına taşınınca… ve… ‘nın kendisini sohbetlere çağırdıklarını, bu davetlerin başlangıçta ailecek yapılan yemek davetleri şeklinde olduğunu, daha sonra davetlerin dini sohbetlere ve …’in anlatıldığı sohbetlere dönüştüğünü, bu sohbetlere eşlerinin de katıldığını, sohbetin “abi”liğini…’nın yaptığını, ama bu sohbetlerin tam bir … sohbetleri olmadığını, çünkü eşinin … yapılanmasını sevmediğini, bunu bilen… ve…’in de eşinin yanında …’e ait sohbetleri dile getirmeyip video izletmediklerini, bir süre sonra odasının değiştiğini, sonradan Yargıtay Üyesi olan… ile oturmaya başladığını, onun da … cemaati içinde olduğunu sohbetleri sırasında anladığını, onunla yaklaşık dört yıl aynı odada oturduğunu, sonradan…’nin kendilerine “ben de size sohbet vereceğim” diyerek kendisini, …’i ve…’yı evine davet ettiğini, bu dönemde …’e ait videolar izlemeye başladıklarını, sohbetin “abisi”nin de… olduğunu, bu döneme kadar cemaate himmet adı altında para vermediğini, zaten para verilmesinin de istenmediğini, ancak Yargıtay Üyesi olduktan sonra…’nın sohbetler esnasında para topladığını, bu paranın genellikle maaşın % 10’una tekabül ettiğini, ancak mutlaka % 10 verilmesi hususunda bir kural da olmadığını, … Kaya’nın kendisine, çocuklara burs verildiğini ve ihtiyaç sahiplerine verildiğini söylediğini, kendisinin de diğer kişiler gibi hayır amacıyla daha az miktarda para verdiğini, Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı sırasında tek kişilik odaya geçince çevresinin de değişmeye başladığını, bu dönemde gezmeye başladığı grupta yer alan kişilerden sadece …’un … cemaati içinde olduğunu bildiğini, 2007 yılından 2010 yılında yapılan HSK seçimlerine kadar cemaat toplantılarına katılmadığını, … Kaya ve … kendisini cemaat sohbetlerine çağırdıkları hâlde bu dönemde gitmediğini, o dönemde cemaatten olmayan diğer meslektaşlarıyla da arkadaşlıklarının devam ettiğini, cemaat sohbetlerine katılmayınca cemaatten kopmaması için yakın takibe alınması sonucunda …’un kendisini, gündüz ve akşam olmak üzere yemeklere, bazen de hafta sonları ailece kendi evinde kahvaltıya çağırdığını,

2010 yılında yapılan HSK seçimlerinden önce…’nın cemaat mensubu olan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının bir kısmını topladığını, … Kaya’nın toplantı çağrısı üzerine kendisi, …… ve ismini hatırlayamadığını belirttiği yaklaşık yirmi kişinin…’nın evinde toplandıklarını, bu toplantıda…’nın, Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) seçimi kazandığı takdirde cemaat için iyi olmayacağını, bu nedenle mutlaka kendi destekledikleri adayların kazanması gerektiğini söylediğini, toplantı sonucunda Türkiye’nin değişik yerlerine seçim gezilerinin yapılması ve masrafların cemaat tarafından karşılanması kararı verildiğini, bu toplantıların seçime kadar devam ettiğini, bir süre sonra …….’nın seçim gezilerinden sonra durum değerlendirmesi yapmak amacıyla kendilerini çağırmaya başladıklarını, bunun üzerine bu kişilerin koordinesinde toplanmaya devam ettiklerini, kendisinin de …’la birlikte Adana iline ve…..’yla birlikte Antalya ve İzmir illerine gittiğini, buralarda cemaat mensuplarıyla değil, tüm hâkim ve Cumhuriyet savcılarıyla görüştüklerini, görüştükleri kişilerin daha çok hatırlarının geçtiği kişiler olduğunu, seçim yaklaşınca cemaatin, HSK Üyeliği adaylarından….’ün yedekte kalmasını istediğini, kendisinin bir toplantıda…’ya bakanlık listesinde bulunan Hayrettin Türe’ye oy vereceğini, bunun dışında arkadaşları olan…. ile…’a da oy vereceğini söylediğini, ancak onun kendisine “asil adaylarımızda fire olmasın, diğer yedekleri çıkarıp istediğin kişiye oy verebilirsin” dediğini, cemaatin adayları olarak belirtilen kişilerin …, ….. olduğunu, kendisinin Adalet Bakanlığı listesi olarak bilinen listede bulunan…ün nasıl yedek kaldığını sonradan öğrendiğini, cemaatin üst seviyesindeki kişilerin çok güvendikleri 600-700 kişiye, yedek kalması istenen ……’e oy verilmemesini tembih ettiğini, bu talimat üzerine cemaat mensuplarının bir kısmı bu adaylara oy vermeyince onların yedek kaldıklarını, kendisinin de seçimden önce cemaatin bu şekilde hareket tarzı belirlediğini duyduğunu, hatta cemaat mensuplarının bu şekilde konuştuklarını, ancak kimsenin kendisinden de bu şekilde davranmasını istemediğini, seçim sonuçları açıklandığında cemaatin belirlediği hareket tarzı sonucunda cemaate yakın olan kişilerin asil üye olarak seçildiğini,

Seçimden sonra, 2011 yılının Şubat ayında yapılacak Yargıtay Üyeliği seçimleri için …, …, …, …, …, …, …, …, … ve …’den oluşan bir grubun kurulduğunu, bu grubun Yargıtay Üyesi seçilecek 160 kişiyi belirleyeceğini, bu listenin belirlenmesinden sonra … ve sonradan da…’in; o dönemin Müsteşarı …’ın istememesi üzerine kendisini listeye alamadıklarını kendisine söylediklerini, bunun üzerine o dönem HSK Üyeliğine atama yoluyla gelen ve okul arkadaşı olan …’ın yanına gidip durumu anlattığını, onun da kendisine “ben iki kişinin mutlaka Yargıtay Üyesi olmasını istiyorum” diyerek bu iki kişinin kendisi ve… olduğunu söylediğini, daha sonra … ile …’ın ilgilenmesiyle, …’ın da geri adım atması üzerine kendisinin Yargıtay Üyesi seçildiğini, “160’lar” olarak belirtilen Yargıtay Üyelerinin yaklaşık 120’ye yakınının cemaat mensubu olduğunu bildiğini, bu kişilerin tümünün daha önceden cemaat mensubu olduğunu bilmediğini, ancak daha sonra birlikte hareket etmeleri ve cemaatin talimatıyla hareket tarzı belirlenmesi üzerine verilen oylardan bu kişilerin cemaat mensubu olduğunu anladığını, hatta bir kısmıyla cemaat sohbetlerinde tanıştığını, yaklaşık 1-2 ay sonra yanına Yargıtay eski Üyelerinden …’un gelip kendisine “Seni Yargıtay Üyesi seçtirdik, artık kaçma, sohbetlere katıl” dediğini, …’un aynı konuşmada “Seni biz seçtirdik” demesinin kendisini önce üzdüğünü, ancak ses çıkarmadığını, onun istemesi üzerine o akşam evine gittiğinde evde Yargıtay Üyeleri…, …, …, … ve …’nun da olduğunu, … kendisine “sen bundan sonra …’nun grubundasın” dedikten yaklaşık on dakika sonra bu kez “sen gidebilirsin” deyince evden çıktığını, o zaman … ve evde bulunanların, Yargıtay ceza dairelerinde görev yapan Üyelerin grup sorumluları olduklarını anladığını, bundan sonraki konuşmalardan, Yargıtay Üyelerini ceza daireleri ve hukuk daireleri olarak ayırdıklarını anladığını, kendisinin görev yaptığı 7. Ceza Dairesinde cemaatçi olarak kendisi, … ve … olunca kendilerinin grubunu 4. Ceza Dairesinde cemaatçi olan …, … ve… ile birleştirdiklerini, ancak…’nin toplantılara hiç gelmediğini, çünkü onun daha üst konumda olduğunu, belirttiği grubun “abi”liğini …’nun yaptığını, bu toplantıların 2011 yılının Mayıs ayında başladığını, …’nun ilk toplantıyı kendi evinde yaptığını, bu sohbet toplantısına kendisi, …, … ve …’nın katıldığını, …’nun bu toplantıda olduğu gibi diğer evlerde yapılan sohbet toplantılarından önce maaşlarının % 10’unu veya % 5’ini himmet parası olarak istediğini, kendilerinin de bu parayı o istemeden vermeye başladıklarını, Mayıs ayının ilk haftası başlayan toplantıların, o dönem Yargıtay’da çok fazla seçim olması ve bu seçimde nasıl hareket edileceğinin bildirilmesi nedeniyle önceleri her hafta yapıldığını, sohbet toplantılarının her hafta değişik bir günde yapılarak dikkat çekmemenin amaçlandığını, lojmanlara aynı gün gidip gelmek dikkat çekeceği için bir sonraki toplantıyı diğer bir günde yaptıklarını, sohbet toplantılarını her hafta bir arkadaşlarının evinde gerçekleştirdiklerini, sohbetlerin dini konular şeklinde başlayıp …’in kitaplarının okunması, bazı haftalar …’in sohbetlerinin olduğu CD’lerin izlenmesi ve namaz kılma şeklinde olduğunu, bu toplantılarda dairede olan önemli dosyaların görüşülmesi, bu dosyalardan fotokopi çekilip …’na verilmesinin de görüşüldüğünü, Yargıtay’da yapılan oylamalarda kimlere oy verileceğinin de … tarafından bizzat söylendiğini, …’nun sohbet toplantılarında daha önceden yazılan bir notu çıkararak kendilerine bu notu okuduğunu, bu notta Yargıtay’da yapılan oylamalarda kime oy verileceğinin ve nasıl hareket edileceğinin yazılı olduğunu, …’nun kendisinin üstü olan sorumludan gelen talimatları kendilerine bildirdiğini, dairelerinde görülen bazı dosyalar için de kendilerine bu şekilde talimat geldiğini, ancak görev yaptığı 7. Ceza Dairesinde bu yapıyı ilgilendirecek fazla dosya olmadığı için bu şekilde talimatların çok gelmediğini, hatırladığı dosyalar arasında …’in yurt dışı yasağının olduğu Bankacılık Kanunu’na aykırılık suçuyla ilgili dosya dairelerine gelince …’nun kendisine “… Abi’nin selamı var, bu dosyada …’in yurt dışı kararını kaldıralım” diyerek bu talimatın bizzat Amerika ülkesinden geldiğini söylediğini, …’na “… isimli şahıs kimdir” diye sorduğunda onun da …’ın 11. Ceza Dairesi Üyesi ve Yargıtay sorumlusu olan… olduğunu, ayrıca bu talimatın Amerika’dan geldiğini de bizzat söylediğini, ancak dosyanın içeriğine girmeden usul bozması ile dosyanın mahalline iade edildiğini, dairedeki müzakerede diğer Üyeler ve kendisinin dosyada usul eksikliği olması nedeniyle bu hususa giremeyeceklerini bildikleri için talimatı yerine getirmeksizin usul bozmasına karar verdiklerini, bu kararda kendisi ve …’ın imzası olduğunu, bu dosyanın sonradan 2014 yılının Kasım ayında yeniden Yargıtay’a geldiğini duyduğunu, ancak kendisinin o tarihte HSK üyesi seçildiğini, cemaat mensubu olarak da o dairede sadece …’ın kaldığını, kararın ise lehe bozulduğunu sonradan öğrendiğini, kendisi Yargıtay Üyesi seçildikten sonra …, …, …, …, …, …, …, …, Nazım Kaynak ve … Akarca’nın bir araya gelip divanın kimlerden oluşacağını, Yargıtay dairelerinde üyelerin kimlerden oluşacağına karar verdiklerini, Nazım Kaynak, … ve … Akarca’nın cemaat mensubu olmadıklarını, ancak o dönem diğer cemaat mensuplarının etkisiyle dairelerin oluşumunun gerçekleştirildiğini, cemaatin talimatı üzerine hangi dairede hangi üyenin görev yapacağının belirlendiğini, bu belirleme sırasında … cemaati mensubu olan kişilerin dağılımlarının 4. Hukuk, 18. Hukuk, 4. Ceza, 5. Ceza, 8. Ceza, 9. Ceza, 11. Ceza, 14. Ceza, 15. Ceza Dairelerinde heyet çoğunluğunu sağlayacak şekilde yapıldığını, bu dairelerin cemaat için önemli daireler olduğunu, çünkü daha sonra yapılan iş bölümüyle cemaat için önemli olan davaların bu dairelere aktarıldığını, cemaat için önemli olmayan işlerin geldiği 2. Ceza, 6. Ceza, 7. Ceza, 10. Ceza gibi dairelerde cemaat mensuplarının az olduğunu, hatta bu dairelere verdikleri cemaat mensuplarının da daha az güvenilir kişiler olduklarını, Nazım Kaynak Yargıtay Başkanı olduktan sonra Yargıtay’da dairelerin iş bölümünün değiştirildiğini, bu değişikliği de bizzat cemaatin gerçekleştirdiğini, kamuoyunda bilinen ve cemaat için önemli olan Balyoz, Şike, Hipnoz, Kurtoğlu gibi davaların cemaatin güçlü olduğu dairelerin görev alanına girdiğini, o dönem divanda cemaat mensuplarının çoğunlukta olduğunun bilindiğini, ancak bu iş bölümünü bizzat üst seviyedeki kişilerden aldıkları talimatlar üzerine …, … ve …’ın belirleyip divan başkanlığına bildirdiğini bildiğini, ancak bu talimatı bu kişilere kimin verdiğini bilmediğini, 7. Ceza Dairesinde görev yaptığı dönemde Bankacılık Kanunu ile ilgili davaların bu daireden alınıp 5. Ceza Dairesine verilmesi konusunda …’in 7. Ceza Dairesi Başkanı … Mutlu ile görüşmeye geldiğini gördüğünü, o esnada kendisinin de orada olduğunu, o gün …’e “bu dairede sadece kaçakçılık kalıyor, niye istiyorsun ?” diye sorduğunda, kendisine “gerekirse seni de başka daireye göndeririz” diye sert konuşma yaptığını, kendisinin de bu duruma tepki gösterdiğini, Yargıtay Üyeleri arasında … cemaati yapılanmasına ilişkin olarak; 2011, 2012, 2013 yıllarıyla HSK Üyeliğine seçildiği zamana kadar olan yapılanmayı anlatabileceğini, bu dönemde Yüksek Seçim Kurulu ve HSK sorumlusu olan kişiyi bilmediğini, ancak kendisi seçildikten sonra…’nin HSK sorumlusu olduğunu gördüğünü, önceden de bu kişinin sorumlu olup olmadığını bilmediğini, Hukuk Dairelerinin sorumlusunun Yargıtay Üyelerinden……, Ceza Dairelerinin sorumlusunun da … olduğunu, 2014 yılının başında …’un “Yargıtay imamı” olduğu şeklinde basında haberler çıkınca …’un ceza daireleri sorumluluğundan alınarak yerine…’in geçtiğini, hukuk ve ceza dairelerinin sorumlularının üstünde ise Yargıtay sözde imamı olan…in olduğunu, …’in o dönem 11. Ceza Dairesi Üyesi olduğunu, “…” diye söz edilen kişinin de… olduğunu, kendi dahil olduğu grubun “abisi”nin … olduğunu, bu kişinin üstünde …’un olduğunu, …’un üstünde ise…in olduğunu, …’nun kendilerine ilettiği talimatların …’dan geldiğini bildiklerini, ancak…in doğrudan …’na talimatlar gönderdiğini de bildiğini, hukuk dairelerinin sorumlusu olan……’ın altında grup sorumlusu olarak…, …, …’in; ceza dairelerinin sorumlusu…..’un altında ise,…..’ün olduğunu bildiğini, Yargıtay Üyelerinin sohbet toplantılarını daire sorumluları ile yaptıklarını, ceza dairesinde … cemaati mensuplarının fazla olması nedeniyle daire sorumlularının da fazla olduğunu, kendisinin …’nun “abi”liğindeki sohbet grubunda olduğunu, …’in kendisine…in de tek başına karar vermediğini, bu kararları verirken …, …, …, . ve …’tan oluşan bir kurulla toplanıp karar verdiklerini söylediğini, bu kurulda sadece Yargıtay Üyelerinin değil, Danıştay’ın bazı Üyelerinin de olduğunu duyduğunu, bu kurula Danıştay’dan …..ın da katıldığını bildiğini, bilmediği Yargıtay ve Danıştay Üyelerinin de olduğunu, …’in bu nedenle sadece Yargıtay’dan değil, Danıştay dahil olmak üzere tüm yargıdan sorumlu sözde imam olduğunu bildiğini, bu kişinin isminin sık sık zikredildiğini,……’le birebir sohbetinin olmadığını, …’la, ……’ün oğlunun düğünü için Denizli’ye giderken arabada ona…in ismini zikredip sorduğunu, onun da kendisine…’in anlattığı hususların aynısını anlattığını,…..’in bir yıl ücretsiz izin alıp Amerika’da …’in yanında kaldığının konuşulduğunu da bildiğini, İstanbul Alay Komutanı ….. hakkında Silivri Ceza Mahkemesi tarafından kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen cezaya ilişkin dosya Yargıtay’a gelmeden önce bu suçlara bakan dairenin önce değiştirilerek bu yetkinin, cemaatin etkin olduğu 14. Ceza Dairesine verildiğini, 14. Ceza Dairesinin önce bu kararı onadığını, daha sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı ve kamuoyunun tepkisi üzerine dairenin bu kararı bozduğunu, cemaat mensubu olan arkadaşları bu hususta konuştuklarında, dairenin iş bölümünün bizzat talimat üzerine değiştirildiğini ve talimat üzerine kararın onandığını söylediklerini, bu kararın hukuken ne olduğunu tam olarak bilmediğini, 2013 yılında aynı sitede oturduğu…’in evine ziyaret amacıyla ailece gittiklerinde orada… ve hatırlayamadığı diğer iki ailenin daha olduğunu, bu kişilerin kendi aralarında konuşurken…’in “…Abi geldi” diye söylediğini, konuşmalarda …Abi’nin…e yardımcı olması için geldiğini duyduğunu, bunun üzerine…’e “…Abi kimdir ?” diye sorduğunda, artık sivil bir imamın da görevlendirildiğini,…’in yanına Samsun’da cemaat okullarında görevli Adana’lı veya Osmaniye’li olduğunu söylediği bir kişinin de geldiğini söylediğini, ancak fazla bilgi vermediğini, bu konuşmadan…in yanına yargı mensubu olmayan bir kişinin görevlendirildiğini anladığını,

Grup “abi”lerinin her ay maaş alındığı hafta himmet parası olarak kendilerinden para toplamaya devam ettiklerini, 17-25 Aralık 2013’ten sonra bu grup toplantılarının sayısının azaldığını, önceleri haftada birveya on beş günde bir toplanırken, ayda birveya iki ayda bire çekildiğini, kendilerinin grup sorumlusunun da … olduğunu, bu grupların daha da küçülerek 3-4 kişi olarak belirlendiğini, HSK’ya, YSK’ya ve Uyuşmazlık Mahkemesine üye belirleme ve boşalan daire başkanlarının belirlenmesi hususlarında Yargıtay’da yapılan seçimlerde kime oy verileceğini mutlak suretle grup sorumlusunun toplantılarda söylediğini, kendi grup sorumlularının “abi” olarak nitelendirdikleri … olduğunu, o hafta evlerde yapılan sohbet toplantılarına bu seçimler denk gelmediği zaman …’nun kendilerini odasına çağırıp kime oy vereceklerini belirttiğini, o dönemde cemaatin güçlü olduğunu, bu nedenle mutlaka cemaatin oyu alınarak daire başkanı olunması gerektiğini, cemaat mensuplarının çoğunluğunun 2011 yılından sonra Yargıtay Üyesi olduğunu ve daire başkanlığı için beş yıllık görev şartı bulunduğundan, bu mensupların Yargıtay Daire Başkanı olamadıklarını, bu nedenle 2013 yılında beş yıllık süreyi bertaraf etmek için kanun teklifi hazırlandığını, sürenin 2013 yılında üç yıla indiğini, ancak 17-25 Aralık 2013 olaylarından sonra cemaat mensubu olmayan Yargıtay Üyeleri cemaate destek vermeyince cemaatten başkan seçilemediğini,

Cemaatin yakın takibe almak istediği daire başkanlarını ve üyelerini daha önceden Bakanlık ve Yargıtay’ın düzenlediği yurt dışı gezilerine özellikle götürüp yanlarına ekledikleri cemaat mensubu üyelerinin onlarla ilgilenmesini sağlayıp etki altında bıraktıklarını, … cemaati içinde yer alan yargı mensuplarının kendi dönemleri arasında ayda bir kez, bazen de iki kez dönem toplantıları yaptıklarını, kendisi 33334 sicilli olduğundan, dönem toplantılarına kendisiyle birlikte kur’a çeken cemaat mensubu arkadaşlarının katıldığını, dönem toplantılarını …’un organize ettiğini, bu toplantıların piknik veya bir lokantada yemek şeklinde yapıldığını, … cemaati mensubu olup kendi döneminde bulunan ve …’un organize ettiği bu piknik ve yemeklere örgüt mensubu olan…, …, .. ve …’in katıldığını, bu toplantılarda dini sohbetler yapılmadığını ve organizasyonlara cemaat mensubu olmayan dönem arkadaşlarını da çağırdıklarını, bu birlikteliklerde cemaat mensubu olmayanlar da geldiği için konuşmalarda … ile ilgili sohbetlerin yapılmadığını, 2001 yılında Ankara’ya geldikten sonra dönem toplantılarına yaklaşık olarak on veya on bir defa katıldığını, sahip olduğu sicil aralığındaki hâkim ve Cumhuriyet savcılarının yer aldığı grubun sorumlusunun … olduğunu, bu devre sorumlularının bağlı bulunduğu bir de devreler sorumlusu olduğunu, 40 bin sicil aralığındaki sicillilere kadar tüm devrelerin sorumlusunun sonradan Yargıtay Üyesi olan … olduğunu, Yargıtay Üyesi olana kadar bu devre toplantılarının sık sık yapıldığını, Yargıtay Üyesi olduğu 2011 yılından sonra, kendi devreleri arasında Yargıtay Üyesi olmayan kişiler de bulunduğundan bunun bir kopukluk yarattığını ve toplantıların azaldığını, 40 bin sicil aralığındaki sicillilerden sonra başka bir yapılanmanın oluşturulduğunu duyduğunu, bu yapılanma şeklinde de devre yapılanması olduğunu, ama nasıl olduğunu tam olarak bilmediğini, Yargıtay Üyelerinin kendi aralarında sohbet grupları şeklinde toplandıklarını, … “abi”liğinde oluşan gruba kesinlikle tetkik hâkimlerinin, Yargıtay Cumhuriyet savcılarının veya kürsüde görev yapanların gelemediklerini, bu kişilerin kendi aralarında oluşturdukları sohbet gruplarına devam ettiklerini, Yargıtay Üyesi başka bir kuruma gittiği zaman da Yargıtay’daki grupla ilişkisini kestiğini ve yeni bulunduğu kurumda oluşturulan cemaat sohbet gruplarına devam ettiğini, kendisinin de HSK Üyesi seçildikten sonra HSK içinde oluşturulan cemaat grubu sohbetlerine devam ettiğini, HSK Üyeliği sırasındaki sohbet grubunda …, …, … ve …’in yer aldığını, bu grubun “abisi”nin de… olduğunu, HSK Üyeleri arasında “abi”lik ilişkisi olmadığı için HSK Üyesi olmayan, ancak Yargıtay Üyesi olan…’nin bu gruba “abi”lik yaptığını, Yargıtay Üyeliği sırasında, cemaat mensubu olan Yargıtay Üyelerinin her birinin yakın markaja aldığı cemaat üyesi olmayan Yargıtay Üyeleri olduğunu, bu görevlendirmenin grup sohbetlerinde dile getirildiğini ve kiminle ilgilenileceğinin belirtilidiğini, kendisinin sorumlu olduğu bir Yargıtay Üyesi olmadığını, aynı dairede görev yaptığı cemaat üyesi olmayan…den …’nun sorumlu olduğunu bildiğini, …’nun…le yakından ilgilendiğini, aldığı görev nedeniyle onu yemeklere götürdüğünü, …’nun yaptığı masrafları cemaatin karşıladığını bildiğini,

Yargıtay Üyesi olarak görev yaptığı sürede birebir cemaat mensubu olmasından dolayı irtibata geçtiği ve cemaat mensubu olması nedeniyle birlikte hareket ettiği kişilerin isimlerini böylece bildirdiğini, ancak cemaat mensubu olduğunu zannettiği bazı isimleri de belirtmek istediğini söyleyerek;

Bu kişilerden; …’ün … cemaati mensubu olduğunu zannettiğini, kendisiyle fazla samimiyeti olmadığını, … ile birebir ilişkisi olmadığını, ancak … cemaati mensubu olduğunu duyduğunu,….’ın … cemaati mensubu olduğunu zannettiğini, kendisiyle birebir ilişkisi olmadığını, …’in bu cemaatin mensubu olduğunu zannettiğini, ….’ın cemaat mensubu olduğunu bildiğini, çünkü cemaatin HSK adayları arasında onun da olduğunu, …’ın … cemaati mensubu olduğunu, hatta ….’in üst kurulunda görev yaptığını, …’in cemaat mensubu olduğunu duyduğunu,….’nin cemaat mensubu olduğunu bildiğini, onun de bunu açıkça söylediğini,… …’ın cemaat mensubu olduğunu bildiğini, …’ın cemaati mensubu olduğunu bildiğini, onunla dönem arkadaşı olduklarını, ancak dönem toplantılarına gelmediğini, 2014 yılına kadar HSK Genel Sekreteri olarak görev yapan ..’ı tanıdığını ve onun da … cemaati mensubu olduğunu bildiğini, …, …, …, …,…., …, …. ve …..ün cemaat mensubu olduğunu zannettiğini, …, … ve …’in cemaat mensubu olduğunu, …’nun da cemaat mensubu olup aynı zamanda Yargıtay sözde imamı olan…..in bacanağı olduğunu, ……’ın cemaat mensubu olduğunu düşündüğünü, …’ü Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı görevinden beri tanıdığını, onun da … cemaati mensubu olduğunu, …’ın cemaat mensubu olduğunu duyduğunu, ……’ün 2015 yılına kadar Yargıtay Genel Sekreter Yardımcısı olduğunu bildiğini, ancak cemaatle ilişkisinin ne olduğunu bilmediğini, Yargıtay’da yapılan seçimlerde ve diğer kararlarda bu kişilerin cemaatle birlikte hareket edip cemaatin belirlediği veverdiği talimatlar doğrultusunda oy kullandıkları için cemaat mensubu olduklarını bildiğini, çünkü, kendilerine gelen talimatlar, bu kişilerin sorumlu olduğu grup sorumlularına da geldiği için onların da o şekilde oy kullandıklarını, kendileriyle aynı sohbet gruplarında yer almadıklarını, bu kişilerin 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra, hatta 2014 yılındaki HSK seçimlerinden sonra da cemaatin belirlediği hareket tarzıyla oy kullandıklarını, bu tarihlerden sonra cemaat mensubu olmayan kişilerin cemaat mensuplarıyla birlikte hareket etmediklerini, bu nedenle cemaat mensubu olduklarının açık olarak görüldüğünü,

2014 yılında HSK’da Yargıtay Üyelerini temsil edecek kişinin belirlenmesi için Yargıtay’da yapılan seçimlerde aday olduğunu, aday olmasını … cemaatinin Yargıtay’da etkili konumunda olduğunu bildiği… ve…’in söylediğini, teklifin… ve…’den gelmesi karşısında, cemaatin teklifi olduğunu anlayıp kabul ettiğini, … cemaatinin, onun kendilerinden olduğunu bildiğini, ayrıca milliyetçi kanadın kendisine sempati duyduğunu ve bu kesimden de oy alabileceğini, hatta dedesinin Türkmen alevisi olması nedeniyle bu kesimden de oy alabileceğini değerlendirdiklerini, bu nedenle kendisine bu teklifi yaptıklarını bildiğini, …’ye kendisi dışında cemaatin desteklediği adayların kimler olduğunu sorduğunda, cemaatin …,…..ı da aday göstereceklerini, ayrıca sol kesimden aday olan …’yı da destekleyeceklerini söylediğini, Yargıtay’da cemaatin adayları ve destekleyeceği aday belli olunca…’nin başkanlığında …, …, … ve … cemaatine mensup adaylar…, … ve …ile kendi evlerinde bir araya geldiklerini, bu toplantılarda cemaatin nasıl hareket etmesi gerektiğini, cemaat dışında kimlerden oy alabileceklerini, bunlarla nasıl temas kurabileceklerini konuşup hareket tarzlarını belirlediklerini, …’nın bu toplantılarda yer almadığını, onunla dışarıda yapılan yemeklerde bir araya geldiklerini, …’nın seçimden sonra cemaatle birlikte hareket etmediğini, bu kişinin sol grubun adayı olduğunu, HSK’da görev yapacak Yargıtay Üyelerinin seçiminden sonra asıl adaylar olarak kendisi,…. ve …, yedek adaylar olarak da…,….ve…’ın seçildiğini,….ın da cemaat mensubu olmadığını, HSK Üyeliğine seçilip göreve başladıktan yaklaşık bir ay sonra…’nin, …’le kendisine haber gönderdiğini, …’in de…’nin isteği üzerine kendi evlerinde toplanılacağını bildirdiğini, bu bildirim nedeniyle, …’nin kendilerinin HSK yapılanmasında “cemaat abisi” ve sorumlusu olduğunu anladığını, bu istek üzerine aynı akşam …’in evine gittiğinde … cemaati mensubu olan dönemin HSK Üyeleri …, …, … ve …’in de orada olduğunu, … ve …’in idari yargı ilk derece hâkimleri olup idari yargıda yapılan seçimle geldiklerini, bu iki kişinin de cemaatin adayı olmalarından dolayı idari yargıda yapılan seçimlerde … cemaati mensuplarının verdiği oyla seçildiklerini, …’ın Danıştay Üyesi olduğunu, Danıştay’da yapılan seçimlerde … cemaati mensuplarının verdiği oyla seçilerek HSK Üyeliğine geldiğini, bu ilk toplantıda…’nin kendilerine “Cemaatin önem verdiği Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk, Mit Tırlarının Durdurulması gibi davalarda görev yapan cemaat mensubu hakim ve savcılar hakkında yapılacak soruşturmalarda aleyhe kararlara muhalefet yazın arkadaşları küstürmeyelim, Cemaat mensubu olmayan diğer hâkim ve savcılar hakkındaki kararlarda istediğiniz şekilde karar verebilirsiniz” dediğini, …’nin bu isteğinin … cemaatinin isteği olduğunu anlayıp bildiklerini, kararlarına da bunu yansıttıklarını, …’nin bu talebi olmasa kendisinin bazı kararlara muhalefet yazmayacağını, bu talimat nedeniyle muhalefet kararları yazdıklarını, …’nin bu taleplerinin, cemaat yapılanmasında üst görev yapan ……’den geldiğini tahmin ettiklerini ve bunu bildiklerini,

Cemaat mensubu olan HSK Üyelerinin, HSK Genel Kurulu tarafından Kurulun 2. ve 3. Dairelerinde görevlendirildiğini, atama ve tayinde görevli 1. Dairede cemaat mensubu üyenin olmadığını, HSK Genel Kurulu Üyelerinin; kendisi, …, …, … ve …’in … cemaati mensubu olduklarını ve cemaat mensubu yargı mensuplarının verdiği oylarla seçildiklerini bildiklerinden, dairede görev yapacak kişilerin seçilmesinde daha pasif gibi görünen 2. ve 3. Dairede görevlendirilmeleri doğrultusunda oy kullandıklarını,

…’nin kendilerini cemaat sohbetlerine ayda bir çağırmaya başladığını, bu sohbetler esnasında …’in kitaplarının okunduğunu, ancak bazı sohbetlerde HSK’nın gündeminde olan bazı hususların da görüşüldüğünü, …’nin bu olaylar hakkındaki hareket tarzlarını belirlediğini, … ile görüşmeden önce de hareket tarzlarını kendi aralarında konuşup karara bağladıklarını, bu sohbetler sırasında himmet parası da verdiklerini, HSK Üyelerinin maaşları fazla olduğu için maaşlarının % 20’sini himmet parası olarak…’ye verdiklerini, 2015 yılının Kasım ayından sonra sohbet toplantıları yapılmadığını, bu tarihlerde Türkiye’de yapılan seçimlerde beklenen sonuç alınamadığı gerekçesiyle ve takip edilme korkusuyla bir araya gelmemeye özen gösterdiklerini,

Kendisinin cep telefonuna ByLock isimli programı…’nin 2014 yılının Kasım ayında kurup “bu programla haberleşiriz” dediğini, programın Whatsapp gibi bir program olduğunu düşünüp o nedenle kurulmasına izin verdiğini, bu programı o tarihlerde öğrendiğini ve…’yle en fazla iki defa mesajlaştığını, bu mesajlaşmanın da “neredesin?”, “yemek yiyelim mi?” diye gerçekleştiğini, bunun dışında kimseyle görüşmediğini, …’nin kendisine bu program üzerinden “neredesin?”, “ne yapıyorsun?”, “kurul nasıl gidiyor?” şeklinde mesajlar gönderdiğini, programı iki ya da üç ay kullandığını, programın deşifre olması ve … mensuplarının kullandığının belirlenmesi üzerine cep telefonundan diğer kişiler gibi kendisinin de sildiğini,

2014 yılında yapılan HSK seçimlerinde Yargıtay kontenjanından aday olduğu için ilk derece mahkemelerinde görev yapan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının seçimleri için herhangi bir çalışma yapmadığını, o dönemde Yargıtay Üyelerini gezerek Yargıtay’da yapılan seçimler için kendisine oy istediğini, … cemaati mensubu olan Yargıtay Üyelerinin, kendilerinin bağlı bulunduğu grup sorumluları olan “abi”lerinin talimatıyla Türkiye’nin değişik yerlerine giderek bu yerdeki hâkim ve Cumhuriyet savcılarıyla görüştüklerini bildiğini, bu Yargıtay Üyelerinin aslında cemaat mensuplarını değil, oy verebilecek diğer kişileri gezdiklerini, çünkü cemaat mensuplarının cemaatin adaylarına oy vereceklerinin kesin olduğunu, bu Yargıtay Üyelerinin daha önce birlikte çalıştıkları cemaat mensubu olmayan kişileri gezerek en az 2-3 oyu cemaat mensubu adaylara verilmesini istediklerini bildiğini, bu suretle cemaatin adaylarının kazanmasını istediklerini, Yargıtay üyelerinin HSK seçimleri için Türkiye’nin değişik yerlerine yaptıkları bu seyahatlerde yapacakları her türlü masrafı cemaatin finanse ettiğini de bildiğini, bu masrafların “cemaat abi”lerinden alındığını,

1998 yılından sonra …’in yargı ve diğer kurumları ele geçirmesi, cemaat mensuplarının söz sahibi olması ve bu kurumlarda görev alması için yönlendirilme talimatı verdiğini bildiğini, nitekim bu tarihten sonra cemaat mensuplarının bu kurumlara başvurarak buralarda çalışmaya başladıklarını,

Örgütün gerçekleştirdiği hukuka aykırı eylemlerin kendisini rahatsız ettiğini, bu eylemlere karşı gücünün yettiği kadarıyla karşı koymaya çalıştığını, ama bu kararlara gücünün yetmeyeceğini bildiğini, kamuoyuna yansıyan dosyalarda usul olarak yapılanları eleştirdiğini, ancak yapılan soruşturmaların adli bir soruşturma kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğünü, 17-25 Aralık 2013 tarihi olarak bilinen adli soruşturmaları önceleri sadece yolsuzluk operasyonu olarak değerlendirdiğini, Ancak 2015 yılının Eylül ayından sonra cemaat mensuplarının amaçlarının farklı olduğunu düşünüp anladığını,

HSK’da görev yapan cemaat mensuplarının “abi”si olan…’nin talimatıyla MİT Tırları olayına karışan hâkim ve Cumhuriyet savcılarıyla ilgili kararlara önceleri muhalefet yazdığını, ancak daha sonra bu muhalefet şerhlerinin bir kısmından hukukçu ve insani olarak rahatsızlık duyup muhalefet şerhi yazmamaya başladığını, bazı yargı mensupları hakkında soruşturma izni verilmesi doğrultusunda oy kullandığını, burada cemaatten ayrılmaya başladığını, MİT Tırları olaylarıyla ilgili bazı yargı mensupları hakkında soruşturma izni verilmesi yönünde oy kullanınca, cemaat mensubu olan diğer üyeler … ve …’ın cemaatin talimatı doğrultusunda aykırı oy kullanmaya devam ettiklerini,

Medyadan takip ettiği kadarıyla cemaat mensuplarının ordu içine sızdıklarını duyduğunu, özellikle Oda Tv isimli medyadan bunu yakından gördüğünü, bu sızmanın hangi boyutta olduğunu bilmediğini, yargı mensubu olarak katıldığı cemaat sohbetlerinde de bu hususun gündeme gelmediğini, bu konuda bir şeyin konuşulmadığını, örgüt mensuplarının silahlı kuvvetlerde bu kadar güçlü ve etkin olduklarını da bilmediğini,

Cemaat mensuplarının yaptıkları bu gizlilik, sorumlu olan “abi”lerin bir üst “abi”lerinin olması ve bu kişilerin verdikleri talimatlar doğrultusunda hareket etmeleri karşısında, … cemaati mensuplarının yapılanmasını yasa dışı bir örgüt olarak nitelendirmediğini, 15 Temmuz 2016 tarihinde silahlı kuvvetler içindeki bu cemaate mensup kişilerin gerçekleştirdikleri darbeye teşebbüs olayından sonra ise bu şekilde davranılmasını, gizlilik sağlanmasını bir örgüt yapılanması olarak görüp artık bu yapılanma içinde kalmamak için ifade verdiğini, bu yapılanmanın bir darbe gerçekleştireceğinin aklının ucundan bile geçmediğini, cemaati o tarihe kadar bir dinî grup olarak nitelendirdiğini, ancak sonrasında amacının farklı olduğunu anlayıp gördüğünü, bu cemaat içinde olmaktan pişmanlık duyması nedeniyle cemaatin yargı ayağında gerçekleştirdiği ve kendisinin bilip gördüğü olayları anlattığını, cemaatin karar mercilerinde bulunmadığını,

17.10.2016 tarihinde savcılıkta; … cemaati içinde yer aldığını, ancak bunu bir sosyal dayanışma şeklinde gördüğünü, bu yapının darbeyi amaçladığını bilmediğini, Yargıtay Üyesi olduğu dönemde daire kararlarının verilmesinde cemaatin talimatlarını yerine getirmediğini, ancak HSK Üyesi olduğu dönemde kendilerinden sorumlu olan…’nin talimatıyla bazı kararları verdiğinin doğru olduğunu,

Kovuşturma aşamasında ise; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 3. sınıfta okurken aynı sınıfta okuyan ve daha sonra Yargıtay Üyesi olan… ile tanıştığını, bir kaç kez…’nın evine gittiğini, örgütle ilk defa orada tanıştığını, üç beş ay sohbetlerin devam ettiğini, bu sohbetlerin birisine sonradan Yargıtay Üyesi olan…’in de katıldığını, okulu bitirdikten sonra Selçuk Üniversitesi’nde asistanlık yapmaya başladığını, burada karşılaştığı … ile aynı evde kalmaya başladıklarını, …’nın o zamanlar FETÖ ile bağlantılı olduğunu bilmediğini, daha sonra hâkimlik sınavını kazandığını, eğitim merkezi yurdunda Veli Özdek, Salih Sönmez ve … Çağatay ile birlikte aynı odada kaldıklarını, bir kaç ay sonra…’nın…’le beraber kendisini Etlik tarafında bir eve çağırdığını, oraya bir kaç kez gittiğini, eğitim merkezi dönemi bittikten sonra Konya’ya geri döndüğünde tanıştığı…’in de kendileriyle birlikte kalmaya başladığını, eğitim merkezindeyken bir kaç defa piknik yaptıklarını, fakat bunların cemaat organizasyonu olmadığını, kura çekip Baskil’e atandıktan 2005 yılına kadar cemaatle bir temasının olmadığını, sadece… ve… ile görüştüğünü, 2005 yılında lojmanda oturmaya başladıktan sonra… ve…’le bir kaç kez ailece görüştüklerini, daha sonra… ile aynı odada oturduklarını, 2005 ile 2007 yıllarında ara sıra sohbet toplantısına gitmeye başladığını, bu toplantılarda…’ye zekat parası olarak himmet verdiğini, bir kez de kurban bağışladığını,

2010 yılındaki HSK seçimleri öncesinde…’nın kendisini çağırması üzerine istediği yere gittiğinde yirmi kadar kişinin orada bulunduğunu, hepsinin ismini hatırlamadığını, hatırladığı kadarıyla orada …’ın olduğunu, birlikte oturarak seçimlerde neler yapılacağını konuştuklarını, seçimlerde yapılan çalışmalara bizzat katıldığını, bu kapsamda ….’yla birlikte Adana’ya ve İzmir’e giderek bakanlık listesi için oy istediklerini, fakat kendisinin …..’na da oy istediğini, hatta bu durumun hakkında şikâyet konusu olduğunu, seçimlerde cemaatin adaylarının …, .. olduğunu,….’ın cemaat listesinde olmadığını, cemaat adaylarının asil üye seçilmeleri için ….’a oy vermeyeceklerini duyduğunu,

2011 yılında yapılan Yargıtay Üyeliği seçimlerini …,’in yaptığı şeklinde bir algı olduğunu, kendisinin Yargıtay Üyesi seçilebilmek amacıyla HSK Üyelerini bir kez ziyaret ettiğini, bir gün dönemin HSK Üyelerinden …’ın kendisini aradığını ve HSK Üyeliği seçimlerinde ikili oynadığı gerekçesiyle Yargıtay Üyesi seçilmesine karşı çıkıldığını söylediğini, …’ın desteğiyle Yargıtay Üyesi seçildiğini, Yargıtay Üyesi seçildikten sonra 2011 Mayıs ayında …’un akşam ders olduğunu söyleyerek kendisini de çağırdığını, sohbete katılmak üzere Elvankent’te bir tetkik hâkiminin evine gittiğini, …, …, …, …, …’ün bu toplantıda olduğunu, …’un “… ve…’nin bulunduğu gruba gideceksin” dediğini, bu grubun sorumlusunun… olduğunu, …’nin üst görevde bulunduğu için gelmediği zamanlarda …’nun sorumlu olacağının söylendiğini, daha sonra …’nun kendisine bir adres vererek bir sonraki toplantının orada olacağını söylediğini, bir sonraki toplantıda …, …, … ve …’ın olduğunu, toplantıda “seçimlerde blok hareket edelim” şeklinde konuştuklarını, …’nun para topladığını, herkesin para verdiğini fakat ne kadar verildiğini hatırlamadığını, 2011 yılı adli tatili ve sonrasında bir kaç ay toplantılara gitmemesi ve … ile…’nın Yargıtay Üyesi seçilmesi üzerine onlarla samimi olduğu için …, … ve…’yle birlikte oluşan grupta yaklaşık bir buçuk yıl toplantılara katıldığını, bu toplantılarda…’nin sorumlu olarak himmet topladığını, …’nin katılmadığı toplantılarda …’ın himmet paralarını topladığını, bu şekilde 17-25 Aralık 2013’e kadar toplantıların devam ettiğini, daha sonrasında bir ya da iki kez toplantıya gittiğini, ByLock üzerinden haberleşilmeye başlandığını,

…’nun kendisine “… abinin selamı var, … dosyasındaki yurt dışı yasağı kalksın” dediğini, …’ın kim olduğunu sorduğunda 11. Ceza Dairesinde o dönem Üye olan ….. olduğunu ve cemaatin Yargıtay sorumlusu olduğunu söylediğini, “…” kod adını ilk kez o zaman duyduğunu, kendisinin buna karşı çıkarak 14 yıl ceza almış bir insanın yurt dışı yasağının kalkamayacağını söylediğini, bu konuşmalar sırasında …’ın da orada olduğunu,

Yargıtay’da bildiği kadarıyla ceza blokunun sorumlusu … iken bu konuda hakkında şikâyet olup soruşturma açılınca sorumlunun değiştiğini, ….’ın da hukuk blokunun sorumlusu olduğunun söylendiğini, onun altında da duyduğu kadarıyla … ve …’in olduğunu, ceza blokunda sorumluların …, …… ve … olduğunu, bir de üst bir heyetten bahsedildiğini, …, …, … …’ın ve Danıştaydan da …..’ın üst heyeti oluşturduklarını, yargı yapılanmasında 34000 sicilinden sonra her dönemin bir sorumlusu olduğunu, 34000 sicillerden …’nın sorumlu olduğunu duyduğunu,

…’den, Yargıtay’ın sivil sözde imamı olarak …isminde Osmaniye’li ya da Adana’lı, Samsun’da cemaatin kolejinden gelen bir öğretmen olduğunu duyduğunu, fakat kendisini görmediğini, HSK’da…’yi imam olarak bildiğini, sivil imam görmediğini,

Yargıtay Üyesi olan ve bu yapıyla ilgili olduklarını duyduğu isimlerin …, ….., …, … ve… olduğunu,

2014 yılı adli tatil bitiminden 15-20 gün sonra yanına gelen…’nin, HSK seçimleri için kendisine “bizim grubun adayı ol” dediğini, ikna etmek için de bir tarafının alevi/bektaşi kökenli ve sosyal biri olduğunu, ….’nın da aday olacağını söyleyerek ısrar ettiklerini, bunun üzerine adaylık teklifini kabul ettiğini, daha sonra …,….da aday olduğunu, seçimlerden önce ara ara …,…..ile bir araya geldiklerini, seçimi … ve …. ile birlikte kazandıklarını,

Kazandıktan bir ay sonra…’nin yemeğe davet ettiğini, bu yemekte…’nin kendisinden telefonunu alarak ByLock yüklemeye çalıştığını, bunun ne olduğunu sorduğunda WhatsApp gibi bir program olduğunu söylediğini, fakat telefonun Iphone olması nedeniyle yükleyemediğini ve telefonu alarak kırmaları gerektiğini söylediğini ve bu şekilde telefonunu alıp ByLock yüklendikten sonra getirdiğini, kendisinin çok fazla ByLock kullanmadığını, ByLock’ta kullanıcı adının “Cüneyt” olarak verildiğini, şifrenin de bir rakam olması gerektiğini, … ile ByLock’ta görüşmediğini, … ile görüştüğünü, ByLock’taki “Aykut” isminin (kod adının) hatırladığı kadarıyla … olduğunu,

Bir gün …’in evinde …, …, … ve …’le bir araya geldiklerini, …’ın o toplantıya gelmediğini, toplantıda Yargıtay Üyeliğine seçilecek 144 kişinin seçimi hakkında görüştüklerini, o zaman…’nin HSK’dan sorumlu olduğunu anladığını, sonra bir kaç kez daha bir araya geldiklerini, bu toplantılarda yine…’ye zekat parası olarak himmet verdiğini, diğerlerinin de verdiğini bildiğini,

HSK Üyeliği sırasında gelen soruşturma dosyalarını gördükçe…..gibi kişilerin yanlış işler yaptığını anladığını, binlerce insan hakkında dinleme kararları alındığını, bu yanlışlıkları gördüğünde açılacak soruşturmalara muhalefet etmediğini, sadece “kırk dokuzlar” olarak bilinen kişiler hakkındaki karara dinleme kararlarında altmış üç kişinin imzası varken kırk dokuzu hakkında soruşturma yapılması nedeniyle muhalif kaldığını, sohbet toplantılarında hâkim ve Cumhuriyet savcılarının açığa alınmaları gündeme geldiğinde muhalif kalmayacağını söylemesi üzerine…’nin “arkadaşları küstürmeyelim, çok cefa çektiler, hukuki gerekçeler ile muhalefet yazılabilir” dediğini, buna rağmen …… hakkında, yine İstanbul ve Siirt dosyaları olarak bilinen pek çok dosyaya muhalefet yazmadığını, hatta 2015 yılı Eylül ayından sonra yapılan toplantılara da gitmediğini, bu durumun… ile… arasındaki ByLock yazışmalarında geçtiğini,

HTS kayıtlarında bulunan yurt dışı aramalarının bir çoğunun oğluyla olan konuşmalar olduğunu, Turgut Özal Hastanesi’nde eşinin ameliyat olduğunu, sivil imamların hiç birini tanımadığını, bir araya gelmediklerini, ortak baz hareketlerinden bir çoğunun mesai saati içerisinde HSK binası etrafında bulunan baz istasyonlarındaki sinyallerden ibaret olduğunu, Kurul olarak Trabzon ve Rize illerine gittikleri tarihlerde ortak baz hareketi tespiti yapıldığını, meslektaşlarından birinin eşinin vefatı nedeniyle kurul olarak Samsun iline gittiklerini, orada bu nedenle baz sinyali verdiğini, Yargıtay eski Cumhuriyet Başsavcısı …’le Denizli iline bir düğüne gittiğini, bu nedenle Afyon’da baz sinyali vermiş olabileceğini, …’le bir araya gelmediklerini, Ankara Yenimahalle’deki sinyallerin eşinin kullandığı telefona ait olduğunu, … Küçük adlı kişiyle tespit edilen arama kaydının, Fethiye’de yan yana arazileri olması nedeniyle, imar uygulaması sırasında anlaşmaya yönelik olduğunu, bu kişinin FETÖ silahlı terör örgütü üyeliği nedeniyle yurt dışına kaçtığını sonradan öğrendiğini,

ByLock yazışmalarında oğlunun isminin geçmesi ile bir ilgisinin olmadığını, oğlunun…isimli bir arkadaşıyla birlikte Balgat’ta bulunan Seviye Dershanesine gittiklerini, bir gün oğlunun eve geç gelmesi üzerine sorduğunda, Barış isimli arkadaşının oğlunu bir eve götürdüğünü öğrendiğini, daha sonra bu durumu…’ye sorduğunda, …’nin bahsi geçen ByLock konuşmasını yaptığını, böylece çocuklarla ilgilenen cemaat evleri olduğunu öğrendiğini,

Digitürk’ü çok yüksek fiyat söyledikleri için kapattırdığını, salıverildikten sonra da tekrar açtırdığını, FETÖ silahlı terör örgütüyle bağlantılı kanalların platformdan çıkarılması nedeniyle kapattırmadığını, çözümü yapılan telefon görüşmesinin 2014 yılına ait olabileceğini, fiyat düşürmek için kasıtlı olarak görüşmede geçtiği gibi beyanda bulunmuş olabileceğini, 2016 yılının Kasım ayına kadar üyeliğini devam ettirdiğini, salıverildikten sonra da oğlunun adına yeniden abonelik yaptırdığını ve halen kullandığını, Tivibu’dan da taahhüdünün bitmesine iki ay kala çıkıp daha hızlı internet hizmeti sunduğu gerekçesiyle Superonline firmasını kullanmaya başladığını,

Tanıklardan …’un, hemşehrisi olan hakim… aracılığıyla yanına gelip referans olmasını kendisinden istediğini, bu kişi Gaziantep’li olduğunu söyleyince ona …’ya gitmesi gerektiğini söylediğini, tanımadığı için ona referans olmadığını,

…’ı hiç tanımadığını, tanıklık için duruşmaya geldiğinde … ile karşılaştıklarını,

Yüksek yargıda etkin pişmanlığa dair ilk ifade verenin kendisi olduğunu, hatta avukatı … aracılığıyla …’i de ifade vermeye ikna ettiğini,

…’un beyanlarını kabul etmediğini, dönemin HSK Üyelerinden …’ın kendisine yüz on kişi içerisinde olmadığını söylemesi üzerine onunla Uludağ Restaurant’ta buluştuklarında, adını cemaatçilerin gündeme getirmediğini kendisine söylediğini, HSK Üyesi… ile Yargıtay’da karşılaştıklarında, Fethiye eski Cumhuriyet Başsavcılarından birinin soruşturması hakkında kurula gidip görüşmeleri hususunda bir konuşmaları olduğunu, kendisi HSK Üyesi seçildikleri için cemaatin üst yapısından olduğuna dair bir algı oluştuğunu, ancak…’in yedekte kaldığını,

Savunmuştur.

Sanık …, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubu oldukları iddiasıyla haklarında Yargıtay 9. Ceza Dairesince ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılmakta olan Yüksek Yargı eski Üyeleri hakkında görülen davalarda tanık olarak alınan ifadelerinde;

– 2017/13 Esas sayılı davanın sanığı …’le ilgili olarak; Yargıtay Üyesi olarak görev yaptığı 2011 – 2014 yılları arasında birebir cemaat mensubu olmasından dolayı irtibata geçtiği vebirlikte hareket ettiği kişilerin isimlerini ifadesinde açıkça olay ve yer göstererek bildirdiğini, ancak cemaat mensubu olabileceğini zannettiği kişilerin bildirilmesinin savcılık tarafından kendisine o arada isim ve liste gösterilerek istendiğini, o anda hatırlayıp bilebildiklerini söylediğini, … ile hiçbir irtibatının olmadığını, onu hiç bir toplantıda da görmediğini, fakat ikili konuşmalarda, dışarıdaki sohbetlerde, gazetelerde ya da bir şekilde aklında kaldığı için ifadesinde …’ün de adını söylediğini, onunla bir samimiyetinin bulunmadığını, isimler çağrışım yapınca kendisine bu isimlerin tek tek okunduğunu, hatırladıklarını söylediğini, başka bir somut bilgisinin olmadığını, savcılık ifadesindeki gibi hukuk dairelerinin sorumlusu Ali Akın’ın altında grup sorumlusu olarak… ve …’ün olduğunu duyduğunu, ancak onları hiçbir yerde görmediğini, sadece ikili sohbetlerde duyduğunu,

– 2017/14 Esas sayılı davanın sanığı…’le ilgili olarak; Yargıtay Üyesi seçildikten sonra…’in 9. Ceza Dairesinde görevlendirildiğini, bu dairedeki üyelerin çoğunluğunun cemaat üyesi olduğunun herkes tarafından bilindiğini ve bu yönde bir kanaat olduğunu, ama onunla herhangi bir toplantıda bir araya gelmediğini, …’in cemaat mensubu olduğuna dair önceki ifadesinin doğru olduğunu,

– 2017/15 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; …’ın cemaat mensubu olduğunu zannettiğini, bu hususu savcılık ifadesinde de belirttiğini, ikili konuşmalarda ve kulislerde … hakkında o yönde sözler söylendiğini, başka bir bilgisinin olmadığını,

– 2017/16 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; Yargıtay’da yapılan konuşmalarda …’la ilgili olarak örgüt mensubu olduğu konuşulduğu için onun da örgüt mensubu olduğunu zannettiğini söylediğini, onu herhangi bir toplantıda görmediğini, bu hususu savcılık ifadesinde de belirttiğini,

– 2017/18 Esas sayılı davanın sanığı …’le ilgili olarak; kendisini Yargıtay’dan tanıdığını, savcılık ifadesinde de belirttiği üzere, onunla ilgili duyumunun olduğunu ve örgüt mensubu olduğunu zannettiğini söylediğini, onun önce Süleymancılar tarikatından olduğunu bildiğini, sonradan internette “Cemaatçi üyeler” başlıklı bir haberde onun da adını görünce şaşırdığını, duyuma dayalı olarak …’in örgüt mensubu olduğuna dair beyanda bulunduğunu, onu herhangi bir örgüt toplantısında görmediğini,

– 2017/19 Esas sayılı davanın sanığı … Kılıç’la ilgili olarak; kendisini Yargıtay’dan tanıdığını, savcılık ifadesinde de belirttiği üzere, somut bilgi sahibi olmamakla birlikte, dışarıdan onun da örgüt üyesi olduğuna dair duyum aldığını, bu nedenle örgüt üyesi olduğunu zannettiği kişiler arasında onu da saydığını, duyumdan öte bilgisinin olmadığını, savcılık tarafından önüne liste getirilip bu liste üzerinden örgüt üyesi olarak tanıdığı kişilerin kim olduğunun sorulduğunu, kendisinin de konuşmalardan ya da gazeteden okuyarak edindiği bilgilerden bu kişinin de adını verdiğini,

– 2017/20 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; savcılık ifadesinde, 2011 ila 2014 yılları arasında cemaat mensubu olduğu iddia edilen kişilerle birlikte ne yapıldıysa olay ve yer göstererek anlattığını, bunların içerisinde bu kişinin olmadığını, onun örgüt mensubu olduğunu dışarıdan duyduğunu, bu anlamda kendisiyle bir temasının olmadığını, savcılık ifadesinde bu kişinin hukuk dairelerinde örgütün grup sorumlusu olduğuna dair beyanda bulunmuş ise de, bunu yanlış söylemiş olabileceğini, ifadeyi bir daha da değiştirme olanağı bulamadığını, bu yanlış hususu bu ifade esnasında düzelttiğini, grup sorumlusu olarak belirttiği … ve … dışında, bu kişinin de sorumlu olduğuna dair beyanını o anda yanlışlıkla söylediğini,

– 2017/21 Esas sayılı davanın sanığı …’le ilgili olarak; bu kişiyle bir temasının olmadığını, onun da örgüt mensubu olduğuna dair beyanının duyuma dayalı olduğunu, bu nedenle de örgüt mensubu olduğunu zannettiğine dair ifade verdiğini, kendisiyle herhangi bir toplantıda karşılaşmadığını,

– 2017/22 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, sadece örgüt mensubu olduğunu duyduğunu, bu kişiyi çok az tanıdığını, örgüt toplantısında görmediğini,

– 2017/24 Esas sayılı davanın sanığı…’le ilgili olarak; hâkimlik stajı sırasında bu kişiyle Konya’da bir süre aynı evde kaldıklarını, sonra Fethiye’ye stajı aldırınca kira sözleşmesini feshettiğini, onun sonradan tuttuğu eve gitmediğini, bu evin sonradan cemaat evi olarak kullanıldığına dair bilgisinin de duyuma dayalı olduğunu, kur’a çektikten sonra da bir daha Yargıtay Üyesi olana kadar görüşmediklerini, …’la birlikte katıldığı bir toplantıda bu kişinin de olduğunu söylemişse de, orada …’ün olduğunu, onun olmadığını, …’in örgüt üyeliğine dair bilgisinin duyuma dayalı olduğunu, somut bir bilgisinin bulunmadığını, Yargıtay’daki “Cemaatçi Üyeler” konulu internette okuduğu bir haber nedeniyle ve 17-25 Aralık sürecinden sonra böyle bir kanaatinin oluştuğunu, onun ceza dairelerindeki grup sorumlularından biri olduğuna dair önceki beyanının da kendi kanaatine dayandığını, bu konuda somut bir bilgisinin olmadığını, öyle düşündüğünü,

– 2017/29 Esas sayılı davanın sanığı …’le ilgili olarak; savcılık ifadesinde kendileriyle irtibata geçtiği örgüt mensupları arasında belirttiği kişiler arasında …’in olmadığını, bu kişiyi cemaat toplantılarında görmediğini ve Yargıtay’dan tanıdığını, savcılıkta da kendisine liste gösterilince bu kişinin örgüt mensubu olduğunu zannettiğini söylediğini, bu yöndeki kanaate de internette yayınlanan haberlerden ulaştığını,

– 2017/30 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, …’ı Yargıtay’dan tanıdığını, fazla samimiyeti olmadığını, …’nin söylemesi üzerine bu kişinin cemaate yakın olduğunu duyduğunu, onun haricinde kendisini cemaat toplantısında görmediğini, HSK seçimlerinde…’ye bu kişinin de kendisine oy verip vermeyeceği hususunda görüştüklerinde…’nin onun için “Bize yakındır, bize verir” diye söylediğini, ama bu kişinin kendisine seçimlerde oy verip vermediğini bilmediğini,

– 2017/31 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; onunla dönem arkadaşı olduklarını, kur’adan sonra 2010 yılına kadar bir ilişkisinin olmadığını, en son 2010 yılındaki HSK seçimlerinde bakanlık ve cemaat listesine çalışmak için…’nın evinde cemaat üyeleri olarak bir araya geldiklerini, o anda bu toplantının cemaat toplantısı olduğunu düşünmemekle birlikte sonradan bunu fark ettiğini, o tarihe kadar …’ı cemaatle ilgili bir toplantıda görmediğini, 2014 yılındaki HSK seçimlerinde kendisi için tüm Yargıtay Üyelerine gittiği gibi ondan da oy istemeye gittiğini, onun da oy vereceğini söylediğini, ancak gerçekte verip vermediğini bilmediğini, …’ın bu sözünü kendisi bakımından örgütsel faaliyet olarak düşünmediğini,

– 2017/32 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; onunla dönem arkadaşı olduklarını, 2011 yılına kadar pek görüşmediklerini, 2011 yılında seçilen Yargıtay Üyeleri için … tarafından yemek organize edildiğini, onun da yemekte bulunduğunu, bu yemeğin de herkese açık yapıldığını ve cemaat toplantısı olmadığını, kendilerine yemeğe katılım hususunda mesaj gönderildiğini, onun dışında kendisini görmediğini, kendi sicil numaralarına yakın kişilerle yaptıkları piknik organizasyonlarına da bu kişinin katılmadığını, 17-25 Aralık sürecinden sonraki ikili görüşmelerinde onun da cemaat mensubu olduğuna dair duyumları olduğunu, ama net bir şey söyleyemeyeceğini,

– 2017/33 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, kendisiyle samimiyetinin bulunmadığını, onun cemaate yakın olduğunu Yargıtay’da duyduğunu, bunun haricinde kendisini herhangi bir toplantıda görmediğini,

– 2017/34 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; özellikle Yargıtay 9. Ceza Dairesiyle 4. Hukuk Dairesinde Üye olanlarla ilgili olarak bu kişilerin çoğunun cemaat mensubu oldukları yönünde Yargıtay’da, ikili görüşmelerde, sohbet ve müzakerelerde konuşulması ve bu kişinin de Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Üyesi olması nedeniyle onun da cemaat mensubu olduğunu zannettiğini, bunun genel bir kanaat şeklinde olduğunu,

– 2017/41 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, onu Yargıtay’da tanıdığını, 9. Ceza Dairesinde üye olması ve bu daire üyelerinin cemaate yakın olduğunun söylenmesi nedeniyle böyle bir bilgiye sahip olduğunu, bunun dışında somut bir bilgisinin olmadığını, kendisiyle herhangi bir toplantıda bir araya gelmediğini, bildiği kadarıyla bu kişinin söz konusu dairede Balyoz davasının temyiz incelemesini yapan heyette de yer aldığını,

– 2017/44 Esas sayılı davanın sanığı…’la ilgili olarak; bu kişiyle stajda aynı dönem olduklarını ve Yargıtay Üyeliği seçimine kadar görüşmediklerini, onu başta sosyal demokrat biri olarak bildiğini, kendisiyle olan bir konuşmasında onun kendisine, çocuklarının cemaate yakın okullarda okuduğunu söylediğini hatırladığını, kendilerinin 4. ve 7. Ceza Dairelerindeki cemaatçi üyelerle toplantı yaptıklarında bu kişinin gelmediğini, neden gelmediğini bilmediğini, ancak 17-25 Aralık sürecinden sonra basında onun da cemaatçi üyeler arasında sayıldığını, Yargıtay’daki konuşmalarda da bu kişinin cemaate yakın üyeler arasında sayıldığını,

– 2017/45 Esas sayılı davanın sanığı…’la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, bu kişiyle ilgili somut bilgisi olmadığını, ancak Yargıtay’daki konuşmalardan cemaate yakın olduğunu duyduğunu,

– 2017/49 Esas sayılı davanın sanığı …’le ilgili olarak; bu kişiyle dönem arkadaşı olduklarını, kur’a çektikten sonra Yargıtay Üyesi olana kadar görüşmediklerini, üyelik seçiminden sonra …’un organize ettiği yemeğe onun da katıldığını, bu yemeğin genel olarak meslekte 33 bin sicilli olanların katıldığı bir yemek olduğunu, cemaatten olmayan kişilerin de yemekte olduklarını, bu kişinin Yargıtay’da cemaat yapılanması içinde hareket ettiğine dair somut bilgisi olmadığını, 17-25 Aralık sürecinden sonra öyle gibi gözüktüğünü, savcılık ifadesini tekrar ettiğini,

– 2017/50 Esas sayılı davanın sanığı …’le ilgili olarak; onunla 2011 yılında beraber Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olduklarını, onunla ilgili Yargıtay’da sürekli olarak Nurcu tarikatının okuyucu grubundan olduğunun söylendiğini, Yargıtay Üyeliğine de birlikte seçildiklerini, 17-25 Aralık sürecinden sonra bu kişinin … cemaatinden olduğunun herkes tarafından söylendiğini, ama kendisiyle ilgili somut bilgisinin olmadığını,

– 2017/51 Esas sayılı davanın sanığı …’yla ilgili olarak; onunla aynı tarihte Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak atandıklarını, bu kişinin 34 bin sicilli hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının sorumlusu olduğunun herkes tarafından söylendiğini, ama kendisinin bu konuda somut bilgiye sahip olmadığını,

– 2017/57 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, bu kişinin Yargıtay’da en az tanıdığı kişilerden biri olduğunu ve daha önce basından ve internetten okuduğu için savcılıkta ismini verdiğini, önceki ifadesinde de onun cemaat mensubu olduğunu zannettiğini söylediğini,

– 2017/58 Esas sayılı davanın sanığı …’yle ilgili olarak; HSK Üyesi olduğu dönemde Yargıtay’da görülen ve “Kurtoğlu davası” olarak bilinen davada şikâyet edilen kişiler arasında bu kişinin de olduğunu, o nedenle onun da örgüt üyesi olduğuna dair kanaat sahibi olduğunu, somut bir bilgisinin olmadığını,

– 2017/59 Esas sayılı davanın sanığı…’la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, bu kişiyle stajdan dönem arkadaşı olduklarını, 2010 yılındaki HSK seçimlerinde, bakanlık listesine oy verilmesi hususunda çalışma yapmak üzere…’nın evinde yapılan toplantıya onun da katıldığını, somut bilgisi olmamakla birlikte bu kişinin de bu yapılanmanın içerisinde olduğunu duyduğunu,

– 2017/62 Esas sayılı davanın sanığı …’le ilgili olarak; bu kişiyle HSK’da görev yaptıklarını, öncesinde tanışıklıklarının olmadığını, 2014 yılının Aralık ayında seçimde kimlere oy verileceği hususunda görüşmek için …’in evinde bir araya geldiklerini, …’le birlikte …, … ve …’nun da eve geldiğini, toplantıda…’ye Ergenekon ve Balyoz davalarında görev alan FETÖ mensubu hâkim ve Cumhuriyet Savcılarının bariz usulsüzlükler yaptıklarını, bu kişilerle ilgili soruşturma izin taleplerinde karşı oy yazmayacağını söylediğini, bu kişinin de bu konuşmaya dahil olup “ben bildiğim neyse onu yazarım” dediğini ve hatırladığı kadarıyla sonradan onun bu kararlara muhalefet şerhi yazdığını, hatta bu muhalefet şerhlerini kısım kısım kendi facebook hesabında paylaştığını, bu muhalefetlerin örgüt mensupları lehine olduğunu bildiğini, 2015 yılı Haziran ayında yapılan iftar yemeğinde, aralarında bu kişinin de bulunduğu aynı kişilerle kendi evinde toplanıldığını, … ayına özgü fitre parası toplandığını, bu parayı…’nin topladığını, maaşın belli bir kısmını verenlerin de olduğunu, herkesin verdiği bu paranın himmet gibi toplandığını,

– 2017/68 Esas sayılı davanın sanığı …’yle ilgili olarak; staj döneminde Konya’da kaldığı evini sonradan…’e ve bu kişiye devrettiğini, bu süreçte adliyedeki diğer stajyerlerden bu evinin o zaman cemaatin düzenlediği toplantılara ev sahipliği yaptığını duyduğunu, bu durumdan rahatsız olduğunu,

– 2017/69 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında alınan beyanların kendisine ait vebir kısmının doğru olduğunu, …’ı HSK Üyesi seçilmeden önce tanımadığını, yaklaşık bir buçuk sene aynı dairede görev yaptıklarını, zaman zaman bir kısım muhalefetleri beraber yazdıklarını, kendisinin fazla muhalefet yazmayı seven biri olmadığını, bu kişinin ise muhalefet yazmayı sevdiğinden uzun uzun yazdığını, HSK Üyesi olarak seçildiklerinde 2014 yılının Kasım ayı sonu ya da Aralık ayında…’nin hepsini …’in evine çağırdığını, bu toplantıda kendisiyle birlikte …, …, … ve…’nin olduğunu, bu kişinin toplantıda bulunmadığını, daha önceki beyanında bu kişi de varmış gibi yazıldığını, bu beyanını yargılandığı dava dosyasının duruşmasında düzelttiğini, o gün ilk defa toplantı yaptıklarını, ilk defa bir araya geldiklerini, Aralık ayında Yargıtay Üyeliği seçimi olması nedeniyle gündem konusunun bu olduğunu, “Ne yapabiliriz, kimlere oy verelim” konusunda toplandıklarını, bu toplantıda kendisinin bazı hâkim ve Cumhuriyet Savcıların Ergenekon – Balyoz gibi soruşturmalarda çok yanlışlar yaptıklarını dile getirdiğini, muhalefet yazmayı düşünmediğini söylediğini, zaten 3. Dairenin muhalefetinin ve karara muhalefet yazmanın bir öneminin olmadığını, Bakan soruşturma yapılmasını istediğinde yapıldığını, istemediğinde dosyanın kapandığını, …’nin kendisine ve …’e hitaben “sonuçta etkiniz yoksa da arkadaşları küstürmeyelim” dediğini, “soruşturma geçiren arkadaşları küstürmeyelim” şeklinde…’nin beyanının olduğunu, daha sonra bu durumu …’le konuştuklarını, bu beyanın kendisi, … ve … olmak üzere üçü için söylendiğini belirttiğini, …’nun ve …’ın, …’nin bu beyanında orada olmadığını, bu söylemin onlara söylenmediğini, daha sonra Şubat ya da Mart ayında da toplandıklarını, ancak nerede ve nasıl olduğunu hatırlayamadığını, … ayında bu kişiyi de iftar yemeğine çağırdığını, bu toplantıda onun da bulunduğunu, …, …, …, … ve … olmak üzere evde altı kişi olduklarını, … olması nedeniyle fitre parası toplandığını, kendisinin vebirkaç kişinin verdiğini gördüğünü, ancak ikram getirip götürdüğünü, fitreyi…’ye verdiğini, aynı zamanda himmet parası da verdiğini, himmet parasının fitre parasından ayrı olduğunu, o gün kimin ne verdiğini hatırlamadığını, zaten bir miktar himmet parasının verildiğini, kimin ne verdiğine bakmadığını, iftar için yaptığı davetin örgüt toplantısına dönüştüğünü, dışarıdan kimsenin olmadığını, …’nin söylemini kendisine ve …’ya yönelik olarak algıladığını, …’la hiç Bylock’tan haberleşmediğini ya da hatırlamadığını, grup toplantılarına onun bir kere katıldığını, bir aylık toplantıları revize ettiğini, toplantıları 2014 yılının Aralık ayından 2015 yılının Haziran ayına kadar 3-4 defa yaptıklarını, 2015 seçimlerinden sonra kendisinin toplantılara hiç gitmediğini,

– 2017/70 Esas sayılı davanın sanığı …’yla ilgili olarak; Yargıtay Üyesi olduktan sonra Ceza Genel Kuruluna geldiğini, yeni üyelerin seçildiğinin, 3-4 kişilik kontenjan verildiğinin ve bu kişilerin ziyarete gidilmesinin konuşulduğunu, …’nun da bu üyeler arasında sayıldığını ve hukuk dairelerinden birine verildiğinin söylendiğini, bilgisinin bu şekilde olduğunu,

– 2017/71 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; Yargıtay’da kendisinin görev yaptığı 7. Ceza Dairesi ile 4. Ceza Dairesinde görev yapan ve cemaatçi olarak bilinen …’ın da içinde bulunduğu altı kişinin bir grup oluşturduğunu, önceki beyanında belirttiği gibi, 2011 yılından itibaren sohbet toplantılarına başladıklarını, toplantılarda … kitapları okunduğunu, bu toplantılarında maaşlarının %10’unu veya %5’i ni himmet olarak grup sorumlusuna verdiklerini, Yargıtay’da çok fazla seçim olması nedeniyle nasıl hareket edecekleri konusunu görüşmek için her hafta toplantı yaptıklarını, dikkat çekmemek için değişik günlerde ve her hafta farklı bir kişinin evinde toplanıldığını, …’in yurt dışı yasağı konusunda grup üyesi …’nun “… abinin selamı var, bu dosyada yurt dışı kararını kaldıralım” dediğini ve talimatın Amerika ülkesinden geldiğini söylediğini, dosyanın içeriğine girmeden usul bozması yapıldığını ve bu kararda …’ın da imzasının bulunduğunu, ancak bu kişinin söz konusu toplantılara katılmadığını, savcılık ifadesinde onun da katıldığı yönünde neden beyanda bulunduğunu bilmediğini, bu kişi söz konusu grupta olsa da, İstanbul’da işleri olduğunu söyleyerek bu toplantılara gelmediğini,

– 2017/77 Esas sayılı davanın sanığı …’yla ilgili olarak; bu kişiyle bakanlıkta tanıştığını, beraber Yargıtay Üyesi seçildiklerini, bu kişinin sonra YSK Üyeliğine aday olup seçildiğini, örgüt mensubu arkadaşlarından, …’nın kendilerinin arkadaşları olduğunu, “oy verelim” dediklerini duyduğunu, bu nedenle yüksek oyla YSK Üyesi seçildiğini, ancak bunun haricinde onun da örgüte mensup olduğuna dair somut bilgisinin olmadığını, yaşam tarzı ve hayata bakışı itibarıyla klasik bir örgüt mensubu gibi görünmediğini, savcılık ifadesini tekrar ettiğini,

– 2017/82 Esas sayılı davanın sanığı …’yla ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini, bu kişiyi fakülteden beri tanıdığını, Konya’da yüksek lisans yaparken onunla karşılaştığını ve onun da yüksek lisans yaptığını öğrendiğini, bu kişinin teklifi üzerine 5-6 ay aynı evde kaldıklarını, ardından birlikte eğitim merkezine gittiklerini, bu arada Yargıtay eski Üyesi olup tutuklu bulunan…’in de kendileriyle kalmaya başladığını, kendileri eğitim merkezindeyken…’in evi örgüt evine dönüştürmeye başladığını, bundan başta haberinin olmadığını, stajını Fethiye’ye aldırdıktan sonra stajdaki arkadaşlarının kendisine, … ve …’nın evi cemaat evine çevirdiklerini söylediklerini, 2011 yılında bu kişi Yargıtay Üyesi seçildikten sonra Elvankent’te yapılan bir cemaat toplantısında …, … vebir kaç kişiyle birlikte onun da hazır bulunduğunu,

– 2017/84 Esas sayılı davanın sanığı …’yla ilgili olarak; Yargıtay Üyesi seçildikten sonra 2011 yılı Mayıs ayında …’nun evinde oturup sohbet ettiklerini, bir kaç kere daha bu toplantının yapıldığını ve toplantının cemaat toplantısı gibi olduğunu, bu toplantıya …’nın da katıldığını, savcılık ifadesini tekrar ettiğini,

– 2017/91 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; bu kişiyi simaen tanıdığını, fazla bilgisinin olmadığını, savcılık ifadesinde de belirttiği şekilde, etraftan duyduğu kadarıyla onun örgüt mensubu olduğunu duyması nedeniyle öyle zannettiği yönünde ifade verdiğini,

– 2017/92 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; savcılık ifadesinde de belirttiği gibi, somut bilgisi olmamakla birlikte bu kişinin de örgüt mensubu olduğuna dair duyumu üzerine, öyle olduğunu zannettiğine dair ifade verdiğini, 17-25 Aralık sürecinden sonra basında yayınlanan listelerden dolayı aklına bu yönde bir bilgi kalmış olabileceğini,

– 2017/95 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; bu kişiyi tetkik hâkimliği yaptığı dönemden tanıdığını, kendisi hakkında somut bilgisi olmamakla birlikte, tutuklandıktan sonra yan yana koğuşlarda kaldıklarını, onun da örgüt mensubu olduğuna dair kendisinde kanaat oluştuğunu,

– 2017/98 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; 2010 yılındaki Yargıtay Üyeliği seçimlerinde ve kendisi o dönem henüz Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmaktayken odasına… ve…’in geldiğini, seçilmesi planlanan kişilerle ilgili Bakanlıktan ve Yargıtay’daki kişilerden görüş alınacağının konuşulduğunu, Yargıtay’daki kişilerin o dönemki Tetkik Hâkimlerinden …, … ve … olduğunu, bu kişilerin fikirlerinin alınacağının söylendiğini, bu nedenle …’ın etkili biri olduğunu düşündüğünü,

– 2017/100 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; bu kişiyle Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak bir süre birlikte çalıştıklarını, ama çok samimiyetinin olmadığını, Yargıtay’da görev yapan o dönemki cemaat mensubu Cumhuriyet Savcılarından yani kendi çevresindeki kişilerden, bu kişinin de o çevredekilerden olduğu yönünde söylendiğini, bunun dışında somut bir bilgisinin olmadığını,

– 2017/102 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; kendisini Yargıtay Üyesi seçildikten sonra tanıdığını, 2011 yılının Mayıs ayında Yargıtay eski Üyesi …’un çağırması üzerine Elvankent’teki bir eve gittiğini, bu evin cemaat evi olduğunu, gittiğinde evde onun da olduğunu, Almanya’ya konferansa gittiklerinde bu kişinin Yargıtay eski Daire Başkanı Sedat Bakıcı’yla yakından ilgilendiğini, bu nedenle onu da kendilerinin yanına çekmeye çalıştıklarını düşündüğünü, kimden duyduğunu hatırlamamakla birlikte bu kişinin ceza dairelerinin grup sorumlusu olduğunu duyduğunu,

– 2017/105 Esas sayılı davanın sanığı …’yla ilgili olarak; bu kişiyle Yargıtay Üyesi seçildikten sonra tanışıp aynı Dairede 3-4 sene görev yaptıklarını, 2011 yılının Mayıs ayında bu kişinin evinde önceki ifadelerinde belirttiği şekilde toplantı yaptıklarını, Mayıs ve Haziran aylarında bu şekilde 2-3 kez beraber olduklarını, bu toplantıların cemaat toplantısı olduğunu, o toplantılarda Yargıtay seçimlerinde kimlere oy verileceğinin de konuşulduğunu, kendi dairelerinde görülen bir dosya için bu kişinin kendisine “… abinin selamı var, bu dosyada yurt dışına çıkma yasağını kaldıralım, talimat bize bizzat Amerika’dan geldi” şeklinde söylediğini,

– 2017/106 Esas sayılı davanın sanığı …’le ilgili olarak; kendisini çok iyi tanımadığını, 2014 yılındaki HSK seçimleri sırasında kendisi için oy istemeye gittiğinde bu kişinin kendisine ve listelerine genel olarak tepkili gibi olduğunu, bu nedenle kendisine oy vermeyeceğini düşündüğünü, onun cemaat mensubu olduğunu zannettiğini ve bu yönde bir beyanda bulunduğunu,

– 2017/112 Esas sayılı davanın sanığı …’le ilgili olarak; bu kişiyi stajdan dönem arkadaşı olması nedeniyle tanıdığını, 2011 yılında beraber üye seçildiklerini, o tarihe kadar Yargıtay ortamında ara sıra iş gereği görüştüklerini, 2011 yılının sonunda onun Yargıtay ceza dairelerinin iş bölümünün bir kısmını hazırladığını bildiğini, kendisiyle 7. Ceza Dairesi Başkanının odasında iş bölümü nedeniyle tartışma yaşadıklarını, bu kişinin odaya resmi görevli sıfatıyla değil, cemaat adına geldiğini bildiğini, onun 2011 yılındaki Yargıtay Üyeliği seçimlerinde etkin olduğunun… ve… tarafından söylendiğini, üyelerin hangi daireye gideceğine ve dairelerin hangi işe bakacaklarına onun da içinde bulunduğu grup tarafından karar verildiğini, onunla ilgili bilgilerinin duyuma dayalı olduğunu,

– 2017/115 Esas sayılı davanın sanığı …’yla ilgili olarak; kendisini Yargıtay’dan tanıdığını, 2011 yılında üye seçildikten sonra onunla tanıştığını, onun örgütle bağlantısı hususunda somut bilgisi olmadığını, 17-25 Aralık sürecinden sonra gerek seçimlerdeki tavırları ve ikili konuşmaları nedeniyle kendisinin örgüt üyesi olduğunu düşündüğü için savcılıkta adını verdiğini, ama bu tavırlar ve konuşmalarla ilgili olarak da söyleyebileceği somut bir şeyin olmadığını, halen tekrar ettiği savcılık beyanındaki ifadenin de bu kişi hakkındaki görgüsüne dayalı olduğunu,

– 2017/116 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; bu kişiyi bakanlıktan, Yargıtay Üyeliği döneminden ve Akademi Başkanlığı döneminden tanıdığını, Yargıtay Üyeliği sırasında sık sık görüştüklerini, o dönem herkesin bu kişiye ulaşmaya çalıştığını, buna Yargıtay Üyeleri ve Tetkik Hâkimlerinin de dahil olduğunu, bu kişinin 2011 yılındaki HSK yapılanmasında yer alan çoğu FETÖ mensubuyla samimi olduğunun herkesçe bilindiğini, Yargıtay Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi Üyeliği gibi makamların yolunun bu kişiden geçtiğinin söylendiğini, hatta o tarihlerde onun hakkında FETÖ’nün sözde Yargıtay imamı olduğuna dair haberlerin çıktığını, bu kişiyi somut olarak herhangi bir toplantıda görmediğini, onun bu yönüyle etkili biri olduğunu bildiği için örgütün üst düzeylerinde yer aldığı yönünde ifade verdiğini, gerek Yargıtay’daki divan başkanlıkları ve diğer seçimlerle ilgili olarak bu yerlere aday olanların onunla görüştüğünü bildiğini, savcılık ifadesini tekrar ettiğini,

– 2017/117 Esas sayılı davanın sanığı …’yle ilgili olarak; önceki ifadesini tekrar ettiğini, onunla ilgili somut bilgisinin olmadığını, bu kişinin Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olduğu dönemde de Yargıtay ortamında iyi bir hâkim, ancak sık sık cemaate yakın olduğu konuşulan bir kişi olduğuna, onun örgüt içerisinde yer aldığına dair bilgisinin bu anlamda duyuma dayalı olduğunu,

– 2017/119 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; bu kişinin Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olduğu dönemde kendisiyle tanıştığını, ardından birlikte üye seçildiklerini, öncesinde ve sonrasında onun örgütle alakalı bir durumunu görmediğini, 2011 yılında üye seçilenlerin çoğunluğunun FETÖ mensubu olmaları ve onun da o zaman üye seçilmesi nedeniyle örgütle irtibatı olduğu düşüncesinin kendisinde oluştuğunu, yoksa bu kişinin ve eşinin yaşayış tarzının örgüt yapılanmasına çok uygun olmadığını,

– 2017/122 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; bu kişiyle staj döneminden arkadaş olduklarını, üye seçildikten sonra birlikte yemek yediklerini, ama bu yemeğin genel katılıma açık olduğunu, yine de bu yemeğin düzenleyicileri ve ağırlıklı olarak katılım sağlayanlarının örgütle bağlantısı olan kişiler olduğunu, yine bu kişinin, eğitim merkezi döneminde de örgüte mensup kişilerin düzenlediği piknik organizasyonlarına katıldığını, bu anlamda savcılık ifadesini tekrar ettiğini,

– 2017/123 Esas sayılı davanın sanığı…’la ilgili olarak; bu kişiyle 2011 yılından sonra tanıştığını, onun örgütle irtibatı olduğuna dair bir duyumunun olmadığını, daha önce de bu kişiyle ilgili bir beyanda bulunduğunu hatırlamadığını,

– 2018/2 Esas sayılı davanın sanığı …’le ilgili olarak; bu kişiyle üye seçildikten sonra tanıştıklarını, önceki ifadesinde onun örgüt bünyesinde hukuk dairelerinin sorumlusu olduğuna dair beyanda bulunmuş ise de, bu konuda yanılgıya düştüğünü, bu kişinin o dönemde ceza dairesinde görev yaptığını ve hukuk dairesinin sorumlusu olmasının mümkün olmadığını, onu … adlı başka bir kişiyle karıştırmış olabileceğini, yine de bu kişinin örgütle bağı olduğunu düşündüğünü, hekesin de böyle bildiğini, 2011 yılından sonraki hâli, tavrı, davranış ve konuşmalarının bu kişinin örgüt mensubu olduğunu gösterdiğini ancak somut bir gözleminin olmadığını,

– 2018/5 Esas sayılı davanın sanığı…’le ilgili olarak; kendisiyle okul arkadaşı olduklarını, eğitim merkezinde de aynı odada kaldıklarını, 1991 ila 1992 yılları arasında, genel olarak dini konuların konuşulduğu ve …’den bahsedildiği toplantılara bu kişiyle birlikte katıldıklarını, emin olmamakla birlikte bu toplantılarda himmet adı altında para toplanmış olma ihtimalinin yüksek olduğunu, ancak bu kişinin de para verip vermediğini bilmediğini, kendi katıldığı diğer toplantılarda onu görmediğini, onun ceza dairelerinde örgütün grup sorumlusu olduğunu duyduğunu, ancak bu bilgiyi kimden duyduğunu bilmediğini,

– 2018/8 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; üye seçildikten 7-8 ay sonra iş bölümünün gündeme geldiğini, iş bölümünün hukuk dairelerine ilişkin kısmını…, … ve …’un belirlediğini, ardından da divanın belirlendiğini, istenen kişiler istenilen yere yerleştirilince işin kolaylaştığını, bunu ilk etapta anlamasalar da gelinen süreç itibarıyla tamamen planlı yapıldığını görebildiğini, etrafındaki bazı kişilerin Yargıtay Üyeliği seçimleri için FETÖ içerisindeki etkili kişilere gittiklerini, o dönem Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda Tetkik Hâkimi olan bu kişiye de gidildiğini duyduğunu ancak somut olarak kimlerin gittiğini bilmediğini, onunla ilgili bilgilerinin de genel olarak etrafta duyduklarından kaynaklandığını,

– 2018/15 Esas sayılı davanın sanığı…’le ilgili olarak; bu kişiyi Yargıtay Üyesi olması nedeniyle tanıdığını, onun örgüt üyeliğine dair net bilgisinin olmadığını, ancak bir kaç arkadaşından…’in 17-25 Aralık sürecinden sonra hükûmet aleyhine söylemlerde bulunduğunu duyduğunu, bu nedenle bu yapıya dahil olduğunu düşündüğünü,

– 2018/16 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; bu kişiyi Yargıtay Üyesi seçildikten sonra tanıdığını, örgüte üye olduğuna dair somut bilgisi olmadığını, ancak Yargıtay 9. Ceza Dairesinde o dönemde bir kaç üye dışında çoğu üyenin bu yapıya dahil olduğunu bildiklerini, bunun herkesçe de bilindiğini, bu nedenle onun da örgüt üyesi olduğunu düşündüğünü, savcılık ifadesini tekrar ettiğini,

– 2018/17 Esas sayılı davanın sanığı ……’la ilgili olarak; bu kişiyi Yargıtay Üyesi seçildikten sonra tanıdığını, bu kişinin FETÖ yapılanmasında yer aldığının herkesçe bilinip konuşulduğunu, gerek 17-25 Aralık olayları, gerekse HSK ve Yargıtay içi seçimlerde onun da örgüt üyesi olarak hareket ettiğini düşündüğünü, bu hususta somut bir gözlemi olmasa da herkesin herkesi az çok tanıdığını, bu nedenle şahsi düşüncesini dile getirdiğini,

– 2018/22 Esas sayılı davanın sanığı ……’la ilgili olarak; bu kişiyi tanımadığını, ismen bildiğini, Yargıtay’da pasif biri olarak hatırladığını, sadece onun görev yaptığı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin o dönem itibarıyla çoğunlukla cemaat mensubu kişilerden oluştuğunu, somut bilgisinin olmadığını,

– 2018/25 Esas sayılı davanın sanığı ….’la ilgili olarak; bu kişyi Adalet Bakanlığından tanıdığını, fazla samimiyetinin olmadığını, cemaate mensup kişilerden onun adını çok duyduğunu, FETÖ yapılanmasının Danıştay sorumlusunun da bu kişi olduğunu duyduğunu, ancak somut bilgisinin olmadığını, onunla örgütün herhangi bir faaliyetinde karşılaşmadığını,

– 2018/26 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; bu kişiyi 1985 yılından beri tanıdığını, aynı sınıfta okuduklarını ve aynı dönemde mezun olup staj yaptıklarını, staj döneminde örgütün düzenlediği pikniklere birlikte katıldıklarını, bir süre sonra onun Yargıtay Tetkik Hâkimi olduğunu, bu sırada ailecek görüşmeye başladıklarını, bu kişi Yargıtay Genel Sekreter Yardımcısı olduktan sonra örgüt mensuplarının da davetli olduğu bir kaç yemek düzenlediğini, onunla aynı dönem Yargıtay Üyesi seçildikten sonra örgüt mensuplarının da katıldığı bir yemek düzenlendiğini, önceki ifadede ……un 33 bin sicilli hâkim ve Cumhuriyet savcılarından örgüt mensubu olanların sorumlusu olduğunu belirtmişse de, aslında orada anlatmak istediğinin bu yemek ve piknikleri düzenlemesi olduğunu, kendisi HSK Üyesi olduğunda onun da bu konuda destek verdiğini, bir kaç kez de destek amaçlı ve oy toplamak için yemek düzenlediğini, bu yemekte örgüt mensuplarının da olduğunu, kendisi aday olduğu için yemek masraflarını üstlendiğini,

– 2018/30 Esas sayılı davanın sanığı…’yla ilgili olarak; bu kişiyi Yargıtay Üyesi olmasından dolayı tanıdığını, örgüte mensup olduğuna dair çok net bilgisinin olmadığını, somut bilgisi olmamakla birlikte bu kişinin örgüt mensubu olduğunu zannettiğini, bu bilginin nereden kaynaklandığını da hatırlamadığını, haberlerde görmüş olabileceğini,

– 2018/34 Esas sayılı davanın sanığı …la ilgili olarak; savcılık ifadesini tekrar ettiğini ve bu kişinin örgüt mensubu olduğunu zannettiğini,

– 2018/38 Esas sayılı davanın sanığı …’yla ilgili olarak; bu kişiyi 2010 yılındaki HSK seçimleri sonucunda asıl Üye seçilmesinden dolayı ismen tanıdığını, 2014 yılındaki seçimlerde yeniden üye seçildiğini, onunla aynı dairede 1,5 yıl görev yaptıklarını, 2014 yılında yapılan Yargıtay Üyeliği seçimleriyle ilgili kendi aralarında görüşmek için …’in evinde toplandıklarını, bu toplantıya onun da katıldığını, herkesin kime oy vereceklerine dair liste yaptığını, o toplantıya …..ve HSK sözde imamı olan…’nin de geldiğini, 2015 yılında da …, …, …., ….. ve bu kişiyi evine iftara çağırdığını, kendisinin bu toplantıda…’ye himmet verdiğini, ama…. …..’nun da para verip vermediğini net hatırlamadığını, ama katılan herkesin genel olarak verdiğini, bu kişi hakkında örgüt yöneticiliğinden dava açılmış ise de, yöneticiliğe dair faaliyetine rastlamadığını, sadece örgüt üyeliği sıfatının olduğunu, bu şekilde bildiğini,

– 2018/54 Esas sayılı davanın sanığı …’la ilgili olarak; bu kişiyle 1996 yılında bir arkadaşı vasıtasıyla bakanlıkta tanıştığını, kendisinin bu yapıya dair ne tür bir faaliyet yürüttüğünü açık olarak bilmediğini, 2010 yılındaki HSK seçimlerinde bakanlıkla birlikte cemaat yapılanmasının on iki kişiden ibaret olarak hazırladığı ortak liste çıkarıldığını, bu listede …’un da adının olduğunu, bu nedenle onun da örgüt mensubu olduğu kanaatine vardığını, onun haricinde örgütün düzenlediği toplantılarda bu kişiyi görmediğini, kendisinin de çok sık katılmadığını, örgüte mensup olan tanıdıklarının bu kişi hakkında, 2012 yılına kadar yapıyla irtibatlı olduğunu, 2012 yılında MİT Müsteşarının alınması olayından sonra bu yapıyla arasına mesafe koyduğunu, 17-25 Aralık sürecinden sonra da tamamen irtibatını kestiğini söylediklerini, hatırladığı kadarıyla 2010 yılındaki HSK seçimleri sürecinde bu kişi bakanlık tarafından aday gösterilirken “İbrahim bey bizim arkadaşımız olur, destekleyelim, tam olarak bizim adamımız değildir, ama bizimle birlikte hareket eder, bu nedenle destekleyelim” diye söylediklerini, ortada oluşturulmuş bir grup olmamakla birlikte, 2011 yılında tüm hâkim ve Cumhuriyet savcılarının Yargıtay Üyesi olabilmek için aralarında bu kişinin de olduğu kişilerle irtibata geçtiklerini, onunla bazı kişilerin grup oluşturduklarına dair önceki beyanının yanlış anlaşıldığını, bu kişilere ulaşılmaya çalışıldığı için aralarında grup oluşturulduğunu düşündüğünü,

– 2018/58 Esas sayılı davanın sanığı İlyas Altan’la ilgili olarak; bu kişiyi Yargıtay Üyesi olmasından dolayı tanıdığını, onun örgüte mensup olup olmadığına dair çok net bilgisi olmadığını, önceki ifadesinde belirttiği gibi yapıya mensup olduğunu düşündüğünü, buna dair bilgiyi haberlerde görmüş ya da internette okumuş olabileceğini,

– 2018/60 Esas sayılı davanın sanığı Nesibe Özer’le ilgili olarak; bu kişiyi gıyaben tanıdığını, kendisiyle hiç bir araya gelmediklerini, ancak onun da 2010 yılındaki HSK seçimlerinde bakanlık ve örgütün ortak adayı olarak gösterildiğini, örgüt mensubu arkadaşlarının da onun için “bizim arkadaşımızdır, oy verelim” dediklerini, bu nedenle onun örgüt üyesi olduğunu düşündüğünü,

Beyan etmiştir.

I- SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇU

1- Terör Kavramı, Suç Örgütü, Terör Örgütü ve Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme ve Üye Olma Suçları

Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde terörü; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”; aynı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu, “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi…” şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.

Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında; 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.

18.07.2006 tarihli ve 26232 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5532 sayılı Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 17. maddesiyle, terör örgütünün tanımını yapan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun birinci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları yürürlükten kaldırılmış; madde gerekçesinde, Türkiye’nin de taraf olduğu Sınır Aşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 2. maddesinin (a) bendine uygun olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinde suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt tanımlaması yapıldığı için, Terörle Mücadele Kanunu’nda ayrıca örgüt tanımlaması yapılmasına gerek görülmediği belirtilmiştir.

TCK’nın 6. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine göre örgüt mensubu suçlu; suç işlemek için örgüt kuran, yöneten, bu örgüte katılan veya örgüt adına suç işleyen kişidir.

TCK’nın “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220. maddesinde;

“(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.

(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Örgütün silâhlı olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.

(4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur…” hükmüne yer verilmiştir.

Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuyla korunan hukuki yarar kamu güvenliği ve barışıdır. Suç işlemek için örgüt kurmak, toplum düzenini tehlikeye soktuğu ve araç niteliğindeki suç örgütü, amaçlanan suçları işlemede büyük bir kolaylık sağladığından, bu suç nedeniyle kamu güvenliği ve barışın bozulması bireyin güvenli, barış içinde yaşamak hakkını da zedeleyeceğinden, işlenmesi amaçlanan suçlar açısından hazırlık hareketi niteliğinde olan bu fiiller ayrı ve bağımsız suçlar olarak tanımlanmıştır. Böylece bu düzenlemeyle aynı zamanda bireyin, Anayasa’da güvence altına alınmış olan hak ve özgürlüklerine yönelik fiillere karşı da korunması amaçlanmıştır. Bu amaçla henüz suç işlenmese dahi, sadece suç işlemek amacıyla örgüt oluşturmuş olmaları nedeniyle örgüt mensubu faillerin cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Bunun asıl nedeni suç işlemek için örgüt kurmanın, kamu barışı yönünden ciddi bir tehlike oluşturmasıdır. Kanun koyucu bu düzenleme ile öncelikle gelecekte işlenebilecek suçları engellemek istemiştir.

Bu suçun mağduru ise; öncelikle kamu güvenliği ve barışını sağlamakla yükümlü olan devlet ve toplumu oluşturan bireylerdir.

TCK’nın 220. maddesi kapsamında bir örgütün varlığından söz edebilmek için; en az üç kişinin, suç işlemek amacıyla hiyerarşik bir ilişki içerisinde, devamlı olarak amaç suçları işlemeye elverişli araç ve gerece sahip bir şekilde bir araya gelmesi gerekmektedir.

Örgüt, soyut birbirleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir ilişki barındırmaktadır. Bu hiyerarşik ilişki, bazı örgüt yapılanmalarında gevşek bir nitelik taşıyabilir. Oluşturulan bu ilişki sayesinde örgüt, mensupları üzerinde hâkimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini kazanmaktadır. Bu nedenle niteliği itibarıyla devamlılık arz eden örgütün varlığı için ileride ihtimal dahilindeki suç/suçları işlemek amacı etrafındaki fiilî birleşme yeterlidir. Buna karşın, kişilerin belirli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi hâlinde ise örgüt değil, iştirak ilişkisi mevcuttur.

Ceza Genel Kurulunun istikrar bulunan ve süregelen kararlarında da belirtildiği üzere, TCK’nın 220. maddesi anlamında bir örgütten bahsedilebilmesi için,

a) Üye sayısının en az üç veya daha fazla kişi olması gerekmektedir.

b) Üyeler arasında gevşek de olsa hiyerarşik bir bağ bulunmalıdır. Örgütün varlığı için soyut birbirleşme yeterli olmayıp örgüt yapılanmasına bağlı olarak gevşek veya sıkı bir hiyerarşik ilişki olmalıdır.

c) Suç işlemek amacı etrafında fiili birbirleşme yeterli olup örgütün varlığının kabulü için suç işlenmesine gerek bulunmadığı gibi işlenmesi amaçlanan suçların konu ve mağdur itibarıyla somutlaştırılması mümkün olmakla birlikte, zorunluluk arz etmemektedir. Örgütün faaliyetleri çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, fail, örgütteki konumuna göre, üye veya yönetici sıfatıyla cezalandırılmasının yanında, ayrıca işlenen suçtan da cezalandırılacaktır.

d) Örgüt niteliği itibarıyla devamlılığı gerektirdiğinden, kişilerin belli bir suçu işlemek veya bir suç işlemek için bir araya gelmesi hâlinde, örgütten değil ancak iştirak iradesinden söz edilebilecektir.

e) Amaçlanan suçları işlemeye elverişli, üye, araç ve gerece sahip olunması gerekmektedir.

Yukarıda belirtildiği üzere kanunların suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli yapılara suç örgütü denmektedir. Terör örgütleri ise ideolojik amaçları olan suç örgütleridir. Terör örgütlerini, suç örgütlerinden ayıran bu ideolojik amaç; 3713 sayılı Kanun’un 1. maddesinde gösterilen Cumhuriyetin Anayasa’da belirtilen niteliklerine karşı olabileceği gibi, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Türk Devleti ve Cumhuriyetin varlığına, Devlet otoritesini zaafa uğratmaya veya yıkmaya ya da ele geçirmeye, Devletin iç ve dış güvenliğine, kamu düzeni veya genel sağlığa ya da temel hak ve hürriyetlere yönelik de olabilmektedir.

Bununla birlikte, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu tamamlayıcı bir suçtur. Bu nedenle bazı suçları işlemek için örgüt kurmanın başka ceza normları tarafından ayrıca özel olarak düzenlenmesi durumunda, ilgili suç tipinde öngörülen hükümlerin uygulanması gerekir. Buna göre soykırım ve insanlığa karşı suç için kurulmuş örgütleri kuran, yöneten ve üye olanlar TCK’nın 78. maddesi, Anayasal düzen ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla terör örgütü kuranlar, yöneten ve üye olanlar 3713 sayılı Kanun’un 7. maddesi ve bu amaca matuf silahlı terör örgütlerini kuran, yönetin ve üye olanlar hakkında ise TCK’nın 314. maddesi uygulanacaktır.

3713 sayılı Kanun’un “Terör örgütleri” başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” hükmü ile TCK’nın 314. maddesine atıf yapılmıştır.

TCK’nın 314. maddesinde tanımlanan “Silâhlı örgüt” suçu ise;

“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.

(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Örgütlü suçluluğun özel bir türü olarak öngörülen, TCK’nın “Silahlı Örgüt” başlıklı 314. maddesinde; TCK’nın İkinci Kitabının, Dördüncü Kısmının Dördüncü Bölümünde yer alan devletin güvenliğine karşı suçlar ile Beşinci Bölümünde yer alan Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran, yöneten ve örgüte üye olanların cezalandırılmaları öngörülmüş ve maddenin son fıkrasında; suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümlerin, bu suç açısından aynen uygulanacağı düzenlenmiştir.

3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçları işlemek için örgüt kurulması hâlinde ortada bir terör örgütünün varlığı söz konusudur. TCK’nın 314. maddesinde hüküm bulunmayan hâllerde, TCK’nın 220. maddesindeki koşullar göz önünde bulundurulacaktır. (Feridun Yenisey Örgütlü Suçlar ve Terör Suçları Eğitim Modülü, s. 46)

Buna göre TCK’nın 314. maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için TCK’nın 220. maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda gerekli koşulların yanında aşağıda gösterilen şartlar da aranmaktadır:

a) Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir. Buradaki cebir ve şiddet kullanma tabirini doğrudan kullanma şeklinde anlamlandırmak doğru olmayacaktır. Bu kavramın içine cebir veya şiddet kullanılacağına ilişkin güncel tehdidin bulunması da dahildir.

b) Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 sayılı Kanun’un birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve devletin Anayasal düzeni veya devletin güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.

c) Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK’nın İkinci Kitabının, Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkânına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise, silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.

Belirsiz sayıda suç işleme hedefi doğrultusunda kurulan silahlı terör örgütünün, 3713 sayılı Kanun’un birinci maddesinde belirtilen amaca yönelik faaliyet göstermesi örgütün varlığı için yeterli olup ayrıca amaçlanan suçları işlemesi gerekmez.

d) Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması, silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir. Örgüt, bu silahları gerektiğinde kullanma imkan ve olanağına sahip ise silahlı olduğu kabul edilmelidir. Silahlı terör örgütünün elinde bulunan silahın devlete ait olması ya da bu silahların hukuka aykırı yollardan elde edilmesi bu suçun oluşması açısından önem taşımaz.

2- FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü

Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı, 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı ile 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararlarında da ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;

FETÖ/PDY silahlı terör örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı hâline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; “Altın Nesil” adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.

İstişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü ve finans kaynaklarını örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirme amacı taşıyan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü “gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkâr etmek” üzerine kuruludur.

Talimatlar yoluyla kollektif bir şekilde mobilize olan, kamu erkinin kritik bürokratik alanları başta olmak üzere, kamusal alanı ele geçirme refleksiyle hareket eden, mülkiye, adliye, emniyet, eğitim, istihbarat ve ordu içerisinde kendi özel hiyerarşisiyle illegal şekilde kadrolaşan, devletin tüm kurumlarına yerleştirdiği örgüt mensuplarıyla devlet teşkilatını kendisine hizmet eder hale getiren ve adeta devlet içinde ayrı bir devlet yapısı oluşturan örgütün lideri … tarafından;

“Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın!; bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin!”

“Adliye, mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır.”

“Zaman henüz uygun değil. Bütün dünyayı omuzlayıp taşıyabileceğimiz zamana dek, tamam olacağınız ve koşulların uygun olacağı zamana dek beklemelisiniz! Bilhassa, haber alma hususunda her zaman hasım cephenin çok önünde olunmalıdır.”

“Yani siz hâkim değilsiniz başka kuvvetler var. Bu ülkede değişik kuvvetleri hesap edecek dengeli, dikkatli, tedbirli, temkinli yürümekte yarar var ki geriye adım atmayalım…”

“Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır. (…) bunca kalabalık içinde ben bu dünyayı ve düşüncemi sözde mahremiyet içinde anlattım. (…) sırrınız sizin sırrınızdır. Söylerseniz siz esir olursunuz.”

“Daima tedbirli olmalıyız, daima istişare içerisinde karar alın, ana istişare organı olan Başyüceler ne karar aldıysa onu uygulayın (Kaldı ki; Başyüceler’in lideri de kendisidir) bütün güç merkezlerine ulaşmalıyız …”

“Bir gün bana Ankara’da bin evimiz olduğunu söyleyin, devletin paçasından şöyle bir tutacağım, devlet uyandığında yapacağı hiçbir şey kalmayacak.” şeklinde değişik yer ve zamanlarda örgüt mensuplarına verilen talimatlarda gizliliğe atfedilen önem görülmektedir.

Örgüt, kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirdiği personelin aile yaşamlarına dahi müdahale ederek şahısların kiminle evleneceğine de karar vermektedir.

Örgüt, kamu kurumlarında sayısı beş kişiyi geçmeyen bir örgüt abisine bağlı hücreler şeklinde yapılanmıştır. Hücreler birbirinden haberdar değildir. Bu şekilde bir hücre açığa çıksa bile diğer hücrelerin faaliyetlerine devam ederek deşifre olmaları engellenmektedir. İçlerinde katı bir askeri disiplin hâkimdir.

Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hâkim ve önder … olup örgüt içerisinde kainat imamı olarak görülmektedir. Diğer yöneticiler onun verdiği yetkiyle onun adına görev yaparlar.

Kainat imamı inancı ve yedi katlı piramidal yapılanmaya sahip FETÖ/PDY silahlı terör örgütünde, örgüt içi hiyerarşide itaat ve teslimiyet katı bir kuraldır. Teslimiyet hem örgüte hem de liderin emrine ona atfen verilen göreve adanmışlıktır.

Örgütün hiyerarşik yapılanması tabaka-kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkün ise de, dördüncü kattan sonrasındaki geçişleri önder belirlemektedir. Katlar şu şekildedir:

a) Birinci Kat (Halk Tabakası): Örgüte iman ve gönül bağı ile bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların bir çoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir.

b) İkinci Kat (Sadık Tabaka): Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. Bunlar örgüt sohbetlerine katılan, düzenli aidat ödeyen, az veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir.

c) Üçüncü Kat (İdeolojik Örgütlenme Tabakası): Gayri resmi faaliyetlerde görev alan, örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı, çevresine propaganda yapan kişilerdir.

d) Dördüncü Kat (Teftiş Kontrol Tabakası): Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgüte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar.

e) Beşinci Kat (Organize Eden ve Yürüten Tabaka): Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanan ve devletteki yapıyı organize edip yürüten kişilerdir.

f) Altıncı Kat (Has Tabaka): Örgüt lideri … tarafından bizzat atanan ve lider ile alt tabakaların irtibatını sağlayan, örgüt içi görev değişiklikleri yapıp azillere bakan kişilerdir.

g) Yedinci Kat (Kurmay Tabaka): Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen ve on yedi kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir.

Örgütün deşifre olmaması ve Devletin örgüt yapısını çözmekte zorlanması için örgüt hücre tipinde yatay yapılanmaya özen göstermiştir. Hücreler genellikle en fazla beş kişiden oluşan vebir abla veya abiye bağlı birimlerdir. Hücredeki kişi sayısı bazı kurumlarda üç, TSK gibi bazı kurumlarda ise birebirdir. Her hücreden sorumlu bir imam vardır.

FETÖ/PDY’nin asli unsuru müntesipler, ışık evi, yurtlar, okullar, dershaneler olan hizmet birimlerinde yetiştirilmektedir. Bu kurumların temel amacı bu örgüte müntesip yetiştirmektir. İlk ve öncelikli kuruluş gayesi eğitim değil, insan kaynağı sağlamaktır. Örgüte ait özel okul ve yurt gibi yerler toplantı ve himmet toplama amaçlı da kullanılmaktadır. Örgüt, elemanlarını genel olarak genç yaştaki öğrencilerden seçmekte ise de, kamu personelini de sonradan örgüte kazandırabilmektedir.

Bütün terör örgütleri gibi FETÖ/PDY de eleman bulma, buldukları elemanları örgüt amacına göre eğitme, örgütsel olarak onlara nasıl davranılması gerektiğini öğretip uygulatma üzerine kuruludur. Örgütsel bağlılığın temini bakımından; kod adı kullanma, gizlilik ve tedbir uygulanması, kişiler hakkında istihbarat toplayıp özel bilgi edinmek, sorunsuz işleyen bir emir ve rapor zincirinin varlığı, devletten ve aileden önde gelen örgüt aidiyeti, devlet hiyerarşisinde daha üstte olsa bile örgüt hiyerarşisi asıl olduğundan daha ast birinden emir alınması, hizmet kardeşliği ve örgüt içi dayanışma nedeniyle illegal olsa dahi talimatın sorgulanmaması, psikolojik tehdidin etkisiyle özgür iradenin kaybedilmesi hususları önem taşımaktadır.

Örgütten ayrılmak kural olarak mümkün değildir. Örgütsel disipline uymayan kişiler örgütten kovulma yerine pasifize edilmektedir. Bu düşüncede olan kişiler önce korkutulur, manevi baskının yanında maddi yaptırımlar da uygulanır. Tüm yaptırımlara rağmen ayrılmakta ısrar eden, itaatsizlikte devam eden kişinin örgütle ilişkisi kesilir. Örgüt bu kişiyi hain ilan ettiğinden her türlü cezalandırma metodu uygulanır.

FETÖ/PDY’nin Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Teşkilatına ve MİT’e sızan militanları, şeklen kamu görevlisi gibi gözükse de, bu kişilerin örgüt aidiyetleri diğer tüm aidiyetlerinden önce gelmektedir. FETÖ/PDY’nin devletin tasarrufunda bulunması gereken kamu gücünü, kendi örgütsel çıkarları lehine kullanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ/PDY’nin bir neferi olarak TSK, Emniyet Teşkilatı ve Milli İstihbarat Teşkilatında meslek hayatlarına başlayan örgüt mensupları, sahip oldukları silah ve zor kullanma yetkilerini FETÖ/PDY’deki hiyerarşik üstünden gelen emir doğrultusunda seferber etmeye hazır olacak şekilde bir ideolojik eğitimden geçirilmektedir. Bu durum, örgüt lideri tarafından hizmet insanı başlığı altında “örgüte bağlı kişinin azimli, kararlı, hizmete karşı itaatkar, her şeyin sorumluluğunu alması gereken, darbe yediğinde azmi bozulmayan, yüksek rütbelere geldiğinde kendi rütbesi değil de hizmetin rütbesini ön planda tutan, hizmet içerisinde yapacağı görevlerin zor olabileceğine inanan ve bütün varlığını, canını, sevdiklerini hizmet için feda etmeye hazır olması” şeklinde açıklanmaktadır.

Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK’da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatları ile hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir.

Söz konusu terör örgütü, nihai amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personelin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihai hedefi bulunan FETÖ/PDY, söz konusu ele geçirme süreci tamamlandıktan sonra devlet, toplum ve fertlere dair ne varsa ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç haline gelmek amacıyla hareket etmektedir.

Örgütte sıkı bir disiplin ve eylemli bir işbirliği bulunduğu, örgütün kurucusu, yöneticileri ve üyeleri arasında sıkı bir hiyerarşik bağın mevcut olduğu, gizliliğe riayet edildiği, illegal faaliyetleri gizleyebilmek için hiyerarşik yapıya uygun hücre sistemi içinde yapılanarak grup imamları tarafından emir talimat verilmesi, üyeleri arasında haberleşmenin sağlanması için ByLock gibi haberleşme araçlarının kullanıldığı, görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkın gizlendiği, amaca ulaşabilmek için yeterli eleman, araç ve gerece sahip olduğu, amacının Anayasa’da öngörülen meşru yöntemlerle iktidara gelmek olmayıp örgütün yarattığı kaos ortamı sonucu, demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükümet ve diğer anayasal kurumları feshedip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla, Emniyet, Jandarma teşkilatı, MİT ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan mensupları vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Meclis binası gibi simge binalar vebirçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirildiği, anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen diğer bir kısım eylemlere ilişkin bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları ve gizli-açık tanık anlatımları, bu davalarda verilen mahkeme ve Yargıtay kararları, örgüt lider ve yöneticilerinin açık kaynaklardaki yazılı ve sözlü açıklamaları gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında;

FETÖ/PDY, küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzerine kurulan bir maşa olarak; Anayasa’da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkıp ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgüt, kuruluşundan 15 Temmuz sürecine kadar örgüt lideri … tarafından belirlenen ideoloji doğrultusunda amaçlarını gerçekleştirmek için hareket etmiştir. Gerçekleştirilen eylemlerde kullanılan yöntem, bir kısım örgüt mensuplarının silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olması, örgüt mensuplarının bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkânlarının var olması ve örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi hâlinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında; tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK’nın 314. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamında bir silahlı terör örgütüdür.

Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin istikrar kazanan kararlarında da belirtildiği üzere; terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 64). Özellikle darbe teşebbüsüyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği ile FETÖ/PDY’nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi özellikleri de dikkate alındığında, bu soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 350).

a) ByLock İletişim Sistemi

Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı ile 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı kararlarında da ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;

ByLock iletişim sistemi global bir uygulama görüntüsü altında belli bir tarihten sonra yenilenen ve geliştirilen hâliyle münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımına sunulmuş bir programdır. ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu terör örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti, kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacaktır.

Kullanılması için indirilmesi yeterli olmayıp özel bir kurulum gerektiren ByLock iletişim sistemi, güçlü bir kriptolama yoluyla internet bağlantısı üzerinden iletişim sağlamak üzere, gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarı ile şifrelenerek iletilmesine dayanan bir tasarıma sahiptir. Bu şifrelemenin, kullanıcıların kendi aralarında bilgi aktarırken üçüncü kişilerin bu bilgiye izinsiz şekilde (hack) ulaşmasını engellemeye yönelik bir güvenlik sistemi olduğu tespit edilmiştir. 2014 yılı başlarında işletim sistemlerine ait uygulama mağazalarında yer alıp bir süre herkesin ulaşımına açık olan ByLock’un, bu mağazalardan kaldırılmasından sonra geliştirilen ve yenilenen sürümünün ancak örgüt mensuplarınca harici bellek, hafıza kartları ve Bluetooth yoluyla yüklenildiği yürütülen soruşturma ve kovuşturma dosyalarındaki ifadeler, mesaj ve e-postalardan anlaşılmıştır.

ByLock iletişim sistemi 46.166.160.137 IP adresine (Internet ağına doğrudan bağlanan her cihaza verilen, numaralardan oluşan benzersiz adres) sahip sunucu üzerinde hizmet sunmaktadır. Sunucu yöneticisi, uygulamayı kullananların tespitini zorlaştırmak amacıyla ayrıca 46.166.164.176, 46.166.164.177, 46.166.164.178, 46.166.164.179, 46.166.164.180, 46.166.164.181, 46.166.164.182, 46.166.164.183 no’lu IP adreslerini de kiralamıştır.

ByLock iletişim sisteminin akıllı telefonlara yüklendikten sonra kullanılabilmesi için kullanıcı adı/kodu ve parolanın, akabinde cihaz üzerinde rastgele el hareketleriyle oluşturulan kullanıcıya özel güçlü bir kriptografik şifrenin belirlenmesi ve bu bilgilerin uygulama sunucusuna kriptolu olarak iletilmesi gerekmektedir. Bu şekilde ByLock iletişim sistemine dahil olan kullanıcıya sistem tarafından otomatik olarak bir kullanıcı kodu (User-ID numarası) atanmaktadır.

Global ve ticari uygulamaların aksine, kullanıcıların tespitini zorlaştırmak için ByLock iletişim sistemine kayıt esnasında kullanıcıdan telefon numarası, kimlik numarası, e-posta adresi gibi kişiye ait özel bir bilgi talep edilmemekte, SMS şifre veya e-posta yoluyla doğrulama işleyişi bulunmamaktadır.

ByLock iletişim sistemi üzerinde telefon numarası veya ad-soyad bilgileri ile arama yapılarak kullanıcı eklenmesine imkân bulunmamaktadır. Diğer taraftan ByLock iletişim sisteminde benzer uygulamalarda bulunan telefon rehberindeki kişilerin uygulamaya otomatik olarak eklenmesi özelliği de bulunmamaktadır.

ByLock iletişim sisteminde kullanıcıların haberleşebilmesi için her iki tarafın önceden temin ettikleri kullanıcı adlarını ve kodlarını birbirlerine eklemeleri gerekmekte, ancak bu aşamadan sonra taraflar arasında mesajlaşma başlayabilmektedir. Bu bakımdan kullanıcıların dahi istediği zaman bu sistemi kullanma imkânı bulunmamaktadır. Bu kurgu sayesinde uygulama, sadece oluşturulan hücre tipine uygun şekilde bir haberleşme gerçekleştirilmesine imkân vermektedir.

ByLock iletişim sisteminde, kriptolu anlık mesajlaşma, e-posta gönderimi, ekleme yoluyla kişi listesi oluşturma, grup içi mesajlaşma, kriptolu sesli görüşme, görüntü veya belge gönderebilme özellikleri bulunmaktadır. Böylece kullanıcıların, örgütsel mahiyetteki haberleşmelerini başka herhangi bir haberleşme aracına ihtiyaç duymadan gerçekleştirmesine olanak sağlanmıştır. Kullanıcıların tüm iletişimlerinin ByLock sunucusu üzerinden yapılması, buradaki grupların ve haberleşme içeriklerinin uygulama yöneticisinin denetim ve kontrolünde olmasını da mümkün hâle getirmiştir.

Kullanıcı tespitinin önlenmesi ve haberleşme güvenliği için alınan bir diğer güvenlik tedbiri ise, ByLock’a ait sunucu ve iletişim verilerinin, uygulama veri tabanında da kriptolu olarak saklanmasıdır.

ByLock kurgusunun aldığı önlemlerin yanı sıra, kullanıcılar da kendilerini gizlemek amacıyla birtakım önlemler almış, bu çerçevede haberleşme içeriklerinde ve uygulamadaki arkadaş listelerinde, kişilerin gerçek bilgileri yerine örgüt içindeki “kod adlarına” yer verip çok haneli parolalar belirlemişlerdir.

Türkiye’den ByLock’a erişim sağlayan kullanıcılar, kimlik bilgilerinin ve iletişimin gizlenmesi amacıyla VPN (Sanal Özel Ağ) kullanmaya zorlanmıştır.

Büyük bir kullanıcı kitlesine sahip ByLock iletişim sistemi, 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi öncesinde Türk ve yabancı kamuoyu tarafından bilinmemektedir.

ByLock üzerinden yapılan iletişimin çözümlenen içeriğinin tamamına yakını FETÖ/PDY mensuplarına ait örgütsel temas ve faaliyetlere ilişkindir. Bu kapsamda buluşma adreslerinin değiştirilmesi, yapılacak operasyonların önceden bildirilmesi, örgüt mensuplarının yurt içinde saklanması için yer temini, yurt dışına kaçış için yapılan organizasyonlar, himmet toplantıları, açığa alınan veya meslekten çıkarılan örgüt mensuplarına para temini, …’in talimat ve görüşlerinin paylaşılması, Türkiye’yi terörü destekleyen ülke gibi göstermek amacına yönelik faaliyette bulunan birtakım internet adreslerinin paylaşılması ve bu sitelerdeki anketlerin desteklenmesi, FETÖ/PDY’ye yönelik yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanıkların hâkim ve Cumhuriyet savcılarınca serbest bırakılmasının sağlanması, örgüt mensuplarına müdafii temin edilmesi, örgüt üyelerinden kimlere operasyon yapıldığına ve kimlerin deşifre olduğuna ilişkin bilgilerin paylaşılması, operasyon yapılması ihtimali olan yerlerde bulunulmaması ve bu yerlerdeki örgüt için önemli dijital verilerin arama-tarama mesulü olarak adlandırılan kişilerce önceden temizlenmesi, kamu kurumlarında FETÖ/PDY aleyhine görüş bildiren veya yapılanmayla mücadele edenlerin fişlenmesi, deşifre olduğu düşünüldüğünde ByLock iletişim sisteminin kullanımına son verileceği ve Eagle, Dingdong ve Tango gibi alternatif programlara geçiş yapılacağının haber verilmesi, yapılanmaya mensup kişilerin savunmalarında kullanabilmeleri amacıyla hukuki metinler hazırlanması gibi örgütsel niteliği olan mesajlar gönderildiği anlaşılmıştır.

Gelinen noktada, tek başına delil olarak kullanılması gerektiğinde, kişinin ByLock sistemine (ağına) dahil olduğunun belirlenebilmesi açısından, öncelikle ByLock sunucusunda kayıtlı bir User-ID numarasının kişiyle eşleştirilmesine dair veriler içeren ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının; bu belgenin bulunmaması hâlinde de varsa sanığa ait olduğu belirlenen ByLock User-ID numarasını içerir tutanağın getirtilerek tutanaklarda yer alan veriler usulünce sanığa anlatıldıktan sonra sanık ve varsa müdafisinden diyeceklerinin sorulması gerekmektedir.

Bu itibarla, failin bilerek ve isteyerek ByLock sunucusunda kayıtlı bir User-ID aldığının belirlenmesi; ByLock sistemine dahil olup ancak bir örgüt üyesinin sahip olabileceği gizli haberleşme imkânına kavuştuğunun, dolayısıyla en azından FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğunun kabulü için gerekli ve yeterli olacaktır. Ayrıca bu ağa dahil olan kişilerin ağ içerisinde başka kişi ya da kişilerle yaptıkları görüşme içeriklerinin olması da aranmayacaktır. ByLock sistemine dahil olan failler yönünden sistem içerisindeki haberleşmelerin kimlerle yapıldığının ve içeriklerinin tespiti ise ancak fail hakkında örgüt yöneticiliğinden dava açılmış olması vefailin örgüt yöneticisi olduğunun belirlenmesi açısından mevcut delillerin yetersiz görülmesi hâlinde yol gösterici olacaktır.

b) FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne Müzahir Bazı Kanalların Dijital Platformlardan Çıkarılması

FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne dair yurt genelinde yürütülen soruşturmalar, karara bağlanan davalar, bu süreçte elde edilen deliller ve açık kaynak bilgilerine göre; özellikle kamuoyunda ”MİT Tırları” ve “17 – 25 Aralık” adlarıyla anılan soruşturmalar akabinde, örgütsel yapılanmanın etkisini azaltmak maksadıyla alınan idari tedbirler kapsamında, örgütün en önemli propaganda ve algı aracı olup toplumsal mühendislik konusunda son derece önem verdiği yayın organlarına kısıtlamalar getirildiği, bu çerçevede örgüte müzahir oldukları değerlendirilen STV, Bugün TV, KanalTürk gibi kanalların digital platformlardan çıkartıldığı, bu platformlardan Digitürk, Dsmart ve Tivibu’nun söz konusu kanalları 08.10.2015 tarihinde yayından çıkarttıkları, bunun sonucunda da örgütün sözde imamlarının ve yöneticilerinin telkin ve tavsiyeleriyle bazı örgüt üyelerinin bu süreçte dijital platformlarda devam eden üyeliklerini örgütsel tepki olarak sona erdirdikleri tespit edilmiştir.

Dolayısıyla, kişinin söz konusu kanalların platformlardan çıkarılması sebebiyle bu platformlardan ayrılmaya yönelik eylemleri tek başına FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubiyeti açısından yeterli delil olmamakla birlikte, bu hususun dosya kapsamında elde edilen diğer delillerle birlikte değerlendirilmesi durumunda, faile atılı bu suçun sübutu açısından kanaat güçlendirici bir olgu niteliği taşıdığı da göz önünde bulundurulmalıdır.

c) Genel Olarak Örgütün Yargı Yapılanması, HSK ve Yüksek Mahkeme Üyelikleri Seçimleri

FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle ilgili olarak ülke sathında yürütülen soruşturmalarda elde edilen dijital veriler, tanık beyanları, haklarında soruşturma yürütülen kişilerin etkin pişmanlık hükümleri kapsamında verdikleri ifadelerle, örgüte ilişkin açık kaynaklara da yansıyan bilgiler doğrultusunda ve Anayasal düzende devletin üç kuvvetinden biri olan yargının işlevinden ileri gelen önemi karşısında; bu örgütün, yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetlerini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda, örgüt lideri …’in açık kaynaklara da yansıyan “Orada icabında mahkemenin altını üstüne getireceksin, avucuna alacaksın, arkadaşlara diyorum ki ben ‘Belki bin döktüreceksin, geriye biri dönecek, 1 milyar vereceksiniz, 10 milyonluk tazminat davası alacaksınız, önemli olan mahkum etmektir yani, avukat da kiralayacaksınız, hakim de kiralayacaksınız… Dünyada satın alınmayacak adam yoktur. Sadece fiyatları farklıdır. Birini az fiyata birini çok fiyata alırsın” şeklindeki beyanı, yargıda kanun dışı kadrolaşma ve bu erke egemen olma hususlarında verdiği örgütsel talimatlardan biridir.

Örgütsel kadrolaşma açısından; FETÖ/PDY silahlı terör örgütü tarafından kendi mensuplarına hâkimlik ve Cumhuriyet savcılığı sınavlarına girmeleri konusunda telkinlerde bulunulduğu, örgüt mensubu öğrencilere hâkimlik ve savcılık sınavını kazanmaları hâlinde örgütün kendilerine referans olacağının söylendiği, mülakatı geçip staja başlayan örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcısı adaylarının Adalet Akademisi ve staj döneminde de yine örgüt tarafından koordine edildiği, söz konusu adayların örgüt mensubu olduklarının anlaşılmaması için kendi başlarına, fakat örgütle irtibatı koparmayacak şekilde ev tutmalarının tavsiye edildiği, adayların beşer kişilik kapalı gruplar halinde örgüt tarafından finanse edilen evlerde kalmalarının sağlandığı, bu kapsamda örgüt kurallarına göre iki evin irtibat halinde olmasının istendiği, bu evlere murakıp adı verilen örgüt mensubu kişilerin gelerek evde kalan adaylardan bilgi alıp tavsiyelerde bulundukları,

Bununla birlikte, örgüte ait ışık evlerinin il bazında eyalet adı altında birden çok bölgeye ayrıldığı, her bölgenin sekiz ilâ on evi kapsadığı, bölgelerden sorumlu kişilere bölge abisi/ablası adı verildiği, örgütün Türkiye Adalet Akademisi stajında adayları staj dönemlerine göre ayırdığı, bazı örgüt mensubu adaylara Türkiye Adalet Akademisi yurdunda kalmaları tavsiye edilerek bu kişilerden, örgüt lehine ya da aleyhine konuşan aday arkadaşlarının bildirilmesinin istendiği, her dönemin sorumlu abisinin/ablasının bulunduğu, evlere gelen örgüt mensubu murakıpların adaylara dinsel ve sosyal davranışları açısından telkinde bulundukları, örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcılarının T1, T2, T3, T4 ve T5 şeklinde kategorize edilerek taşra ve devre yapılanmasının oluşturulduğu, bu yapılanmalarda belirli aralıklarla organizasyon ve görüşmelerin gerçekleştirildiği,

Yine, 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle Hâkimler ve Savcılar Kurulu Üyelerinin bir bölümünün hâkim ve Cumhuriyet savcıları arasından yapılacak seçimle belirlenmesi öngörüldüğünden, örgüt tarafından öncelikle bu seçimlerdeki, ardından da bu Kurul tarafından üyeleri belirlenen yüksek mahkemelerdeki kadrolaşmaya önem verildiği, bu doğrultuda 2010 yılındaki HSK Üyeliği seçimleri sürecinde örgüt mensuplarınca toplantı ve diğer organizasyonlar düzenlenerek hem HSK Üyeliği, hem de ardından yüksek mahkeme üyeliklerinin belirlenmesi hususunda çalışmalar yapıldığı,

Örgütsel etkinliğin ve baskının yargısal mekanizmalarda devamlılığının sağlanabilmesi açısından, bu çalışmaların 2014 yılındaki HSK seçimlerinde de hem hâkim ve Cumhuriyet savcılarınca hem de yüksek yargı üyelerince yapılan seçimler açısından da sürdürüldüğü tespit edilmiştir.

3- Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği Suçunun Değerlendirilmesi

Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.

Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir.

5237 sayılı TCK’nın “Hata” başlıklı 30. maddesi üç fıkra halinde;

“Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır.

Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.

Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.” şeklinde düzenlenmiş iken, 08.07.2005 tarihli ve 25869 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile eklenen; “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz” biçimindeki dördüncü fıkra ile son hâlini almıştır.

Maddede çeşitli hata hâlleri düzenlenmiş olup maddenin birinci fıkrasında suçun maddi unsurlarında hataya ilişkin hükme yer verilmiştir.

İkinci fıkra ile, kişinin suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususundaki hatasından yararlanması öngörülmüş, buna göre, kardeşi olduğunu bilmediği bir kişiyi öldüren failin, kasten öldürme suçunun nitelikli hâllerinden olan kardeşini öldürmekten değil, kasten öldürmenin temel şeklinden sorumlu olacağı, değersiz zannederek değerli bir kolyeyi çalan fail hakkında ise değer azlığı hükmünün uygulanacağı ilke olarak kabul edilmiştir.

Üçüncü fıkrada, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait şartların gerçekleştiği konusunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişinin, bu hatasından yararlanacağı hüküm altına alınmış olup fıkrada hem hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında hata, hem de kusurluluğu etkileyen hata halleri düzenlenmiştir. Failin bu fıkra hükmünden yararlanabilmesi için bulunduğu durum itibarıyla hatasının kaçınılmaz olması gerekmektedir.

Maddeye 5377 sayılı Kanun’la eklenen dördüncü fıkrada ise, kişinin işlediği fiilden dolayı kusurlu ve sorumlu tutulabilmesi için, bu fiilin bir haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre fail, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşmüşse, diğer bir ifadeyle, eyleminin hukuka aykırı olmadığı, haksızlık oluşturmadığı, meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmişse ve bu yanılgısı içinde bulunduğu şartlar bakımından kaçınılmaz nitelikte ise artık cezalandırılmayacaktır. Hatanın kaçınılmaz olduğunun belirlenmesinde, kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre şartları göz önünde bulundurulacaktır.

Üçüncü ve dördüncü fıkraların uygulanması yönüyle kişinin kaçınılmaz bir hataya düşmesi şartı aranmakta olup hatanın kaçınılabilir olması durumunda kişi kusurlu sayılacak, diğer bir ifadeyle fiilden dolayı sorumlu tutulacak, ancak bu hata temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınacaktır.

Konumuza ilişkin olarak maddenin birinci fıkrasının daha ayrıntılı ele alınmasında fayda bulunmaktadır.

Maddenin birinci fıkrasının gerekçesinde; “Kast, suçun kanuni tanımındaki maddî unsurların bilerekve istenerek gerçekleştirilmesidir. Bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik veya yanlış bilgi sahibi olunması durumu ise, maddî unsurlarda hata olarak adlandırılır. Böyle bir hata kastın varlığına engel olur. Örneğin, kişi vestiyerden kendisininki zannederek başkasının paltosunu alır. Keza, kişi gece karanlığında vahşi bir hayvan zannıyla hareketli bir cisme ateş eder. Ancak, gerçekte bu hareket eden cisim bir insandır ve dolayısıyla; bu insan ölür veya yaralanır. Örnek olarak verilen bu olaylarda failin bilgisi gerçeğe uysaydı; işlediği fiil haksızlık teşkil etmeyecekti. Bu nedenle hata hâlinde kasten işlenmiş bir suçtan söz etmek mümkün değildir.

Fıkrada ayrıca, maddî unsurlarda hata hâlinde, taksirle sorumluluğa ilişkin hükme yer verilmiştir. Buna göre, meydana gelen neticeye ilişkin olarak gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı böyle bir netice ile karşılaşılmazdı şeklinde bir yargıya ulaşılabiliyorsa; taksirle işlenmiş bir suç söz konusu olur. Ancak bu durumda neticenin taksirle gerçekleştirilmesinin kanunda suç olarak tanımlanmış olması gerekir. Bu nedenle, kendisinin sanarak başkasının çantasını alan kişinin yanılgısında taksirin varlığı kabul edilse bile; kanunda hırsızlık fiilinin ancak yararlanma kasdıyla işlenebileceği belirtildiği için; böyle bir olay dolayısıyla ceza sorumluluğu doğmayacaktır. Buna karşılık, av hayvanı zannederek gerçekte bir insana ateş edip onun ölümüne neden olan kişinin bu hatasında taksiri varsa, adam öldürme kanunda taksirle işlenen bir suç olarak da tanımlandığı için, böyle bir olayda fail, taksirle adam öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır…” açıklamalarına yer verilmiştir.

Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerekve istenerek gerçekleştirilmesi olup bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik ya da hatalı bilgi, maddi unsurlara ilişkin bir hatadır. Bu hatanın kastın varlığına engel olacak düzeyde bulunması hâlinde sanığa ceza verilmeyecektir. Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâlinin saklı olduğu belirtildiğinden, taksirle de işlenebilen bir suçun maddi unsurlarında tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu hataya düşülmesi kusurluluğu ortadan kaldırmayacaktır. Örneğin, gerekli dikkat ve özeni göstermeden gece gördüğü karartıya av hayvanı olduğunu düşünerek ateş eden vebir kişinin ölümüne neden olan fail, taksirle öldürmeden sorumlu olacaktır.

Öğretide bu konuya ilişkin olarak; “Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Örneğin, arkadaşını ziyarete giden bir kimsenin, arkadaşının olduğu düşüncesiyle bir başkasının konutuna girmesi.” (Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 522), “Suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı), müşahhas bir olayda suçun maddi unsurlarına müteallik hususlardaki bilgisizliği, eksik veya yanlış bilgiyi ifade eder. Bir başka ifadeyle, faildeki müşahhas olaya ilişkin tasavvurun gerçekle bağdaşmaması hâlidir. Bu hata, suça ilişkin kastı ortadan kaldırır. Bu hata hâlinde kasten işlenmiş bir haksızlıktan bahsetmek mümkün değildir. Failin bilgisi veya tasavvuru gerçeğe uysaydı; işlediği fiilin bir haksızlık teşkil etmeyeceği muhakkak olmalıdır” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi Genel Hükümler, Seçkin, 1. Baskı, 2005, s. 421) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.

Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yaralanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hâli de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK’nın 223. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir.

Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararında da belirtildiği üzere;

FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihaî amacını gerçekleştirmek için “mahrem alan” şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre, beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dinî bir kült, ardından da terör örgütü hâline dönüşen FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi … hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile ilgili dava dosyalarında yer alan belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihai amacının açıkça ortaya konularak devleti ve hükûmeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması hususları gözden kaçırılmamalıdır. Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiselerini saymak mümkündür.

Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 26.02.2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY’nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleri ile işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütü ile devletin tüm kurum vebirimleri ile birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükûmet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.

4- Etkin Pişmanlık Hükümlerinin Uygulanması

Terör örgütlerinin insan kaynağının kurutulabilmesi, alınabilecek diğer tedbirlerle birlikte bu örgütlerin etkisizleştirilip ortadan kaldırılmaları, geçmişte meydana gelen terör eylemlerinin aydınlatılabilmesi, gelecekte işleyebilecekleri suçların engellenmesi ve terör örgütüne üye olanların tekrar topluma kazandırılabilmeleri bakımından 05.06.1985 tarihli ve 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur. Bu Kanun’un iki yıllık yürürlük süresinin bitmesi üzerine aynı amaçlara yönelik olarak 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Kanun çıkarılmış, bu Kanun’un 1. maddesi süreli, diğer maddeleri ise süresiz olarak yürürlüğe girmiştir. Anılan 1. maddenin sona eren yürürlük süresi zaman içinde 3618, 3853, 4085, 4450 ve 4537 sayılı Kanun’larla uzatılmış ve nihayet 29.08.2000 tarihinde uygulaması sona ermiş ise de, bu süre içinde beklenen amaca ulaşılamaması nedeniyle bu kez benzer amaçlarla 29.07.2003 tarihinde kabul edilen 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe konulmuştur.

4959 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde; “Yakalandıktan sonra bilgi verme eğilimindeki bir çok örgüt mensubu nedamet eğiliminde olmasına rağmen herhangi bir ceza indiriminden yararlanma ihtimali bulunmadığından nedametini açıkça dile getirmemekte ve bilgi vermekten kaçınmaktadır. Oysa önemli konumdaki bir örgüt mensubunun, örgütle ilgili olarak verdiği bilgilerle, faili meçhul kalmış suçlar aydınlatılabilmekte ve örgüt mensuplarının yakalanabilmesi sağlanabilmektedir…” denilerek Kanun’un çıkarılma amacı, yakalanan örgüt mensuplarının bilgi vermeleri, bu suretle faili meçhul kalmış olayların aydınlatılması ve örgüt mensuplarının yakalanabilmesi olarak açıklanmıştır.

Aynı Kanun’un;

3. maddesinde; kanundan yararlanamayacak kişiler sayılmıştır. Buna göre; tamamı üzerinde etkili olabilecek şekilde terör örgütünü sevk ve idare edenlerin, hükmü kesinleşmeden önce hâkim huzurunda önceki beyanlarını reddeden veya bu kanun hükümlerinden yararlanmak istemediğini beyan eden faillerin ve haklarında 3216, 3419, 3618, 3853, 4085, 4450 ve 4537 sayılı Kanun hükümleri uygulanmış bulunanlardan, anılan Kanun’ların kapsamına giren suçları yeniden işleyenlerin, bu Kanun’dan yararlanamayacakları öngörülmüştür.

4. maddesinde ise; Kanun’un uygulanma koşulları ve esasları düzenlenmiş, terör örgütü mensubu olup da bu Kanun’dan yararlanabileceklere uygulanacak cezasızlık hâli ile ceza indirimi miktarları ve bunların koşulları belirtilmiştir. Maddenin (a) bendinde; terör örgütü tarafından işlenen suçlara iştirak etmemiş bulunanların kendiliklerinden veya dolaylı teslim olmaları hâlinde veya bunların kendiliklerinden örgütten çekildiği anlaşıldığında, ceza verilmeyeceği hükme bağlanmıştır. Bunların cezasızlık hâlinden yararlanmaları için örgütün faaliyetleri hakkında herhangi bir bilgi vermeleri de gerekmemektedir.

Maddenin (b) bendinde, terör örgütü tarafından işlenen suçlara iştirak etmiş olup da silahlı mukavemet göstermeksizin kendiliklerinden veya dolaylı teslim olanların yahut kendiliklerinden örgütten çekildiği anlaşılıp da bu kanundan yararlanmak istediğini açıklayanların hangi koşullar altında ceza indiriminden yararlanabilecekleri düzenlenmiştir. Buna göre, terör örgütü mensubu bu kişilerin, örgüte girişleri, örgüt içindeki faaliyetleri, bu sırada tanıdığı diğer örgüt mensupları, amirleri ve örgütün eylemleri hakkında bilgi vermeleri ve bu bilgilerin kendilerinin örgüt içindeki konum ve faaliyetleri ile uyumlu olması, ayrıca bu bilgilerin doğruluğunun da saptanması gerekmektedir.

Maddenin (c) bendinde ise; yakalanan örgüt mensuplarının durumu düzenlenmiştir.

Bu bentte de bilgi verme koşulu aranmış, bilgi vermenin, hükmün kesinleşmesinden önce veya sonra olmasına göre ikili bir ayrıma gidilmiş ve bu ayrıma göre yapılacak ceza indirimleri farklı şekilde düzenlenmiştir. İradeleriyle teslim olmayan veya kendiliklerinden örgütten çekilmeyen bu kişiler güvenlik güçlerinin özel çabası sonucu ele geçirildiklerinden, bunlar hakkında ceza indirimine gidilebilmesi için (b) bendinden farklı olarak, verdikleri bilgilerin terör örgütünün dağılmasına veya meydana çıkarılmasına yardım etmesi veya verdikleri bilgi ve belgelerle ya da bizzat gösterecekleri çabayla örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olması koşulu aranmıştır.

Bu Kanun’un 8. maddesiyle, cezasızlık hâli ya da cezada indirim öngören aynı Kanun’un 4. maddesinin birinci ve son fıkrasının yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra yürürlükten kalkacağı hüküm altına alınmıştır.

5237 sayılı TCK’nın “Etkin pişmanlık” başlıklı 221. maddesi ise;

“(1) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kurucu veya yöneticiler hakkında cezaya hükmolunmaz.

(2) Örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.

(3) Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesinin, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.

(4) Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır…” şeklinde düzenlenmiş olup maddenin ilk dört fıkrasında, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olmak suçları ile ilgili etkin pişmanlık gösteren faillerin birbirinden farklı koşullarla, cezanın kaldırılmasını veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi hâller kabul edilmiştir.

Öte yandan, 3713 sayılı Kanun’un “terör örgütleri” başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında TCK’nın 314. maddesine atıf yapılması nedeniyle, TCK’nın 314. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, TCK’nın 314. maddesinde düzenlenen silahlı örgüt suçu açısından da uygulanacağından, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu bakımından “diğer hükümler” kapsamında olan TCK’nın 221. maddesinin, aynı Kanun’un 314. maddesi yönünden de tatbiki gerekmektedir. Zira bir anlamda TCK’nın 220. maddesinde düzenlenen örgüt suçu tipine tam olarak bağlı olan TCK’nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hâli, aynı Kanun’un 314. maddesinin de ayrılmaz bir parçası niteliğindedir.

Nitekim, 05.06.1985 tarihli ve 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun, 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Kanun ve 29.07.2003 tarihli 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu’na benzer şekilde 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde yapılan düzenlemeyle; kanun koyucu, örgütlerle etkin mücadele edebilmek için, örgütleri ortaya çıkarıp dağıtmayı, örgüt elemanlarını devletin yanına çekerek bir yandan zayıflatıp diğer yandan da örgütlerin deşifre olmasını sağlayarak örgüt bünyesinde faaliyet gösteren failleri yakalamayı, “etkin pişmanlık” hükümlerinden yararlanan sanıkları topluma kazandırmayı, örgüt bünyesinde gerçekleştirilen eylemleri açığa çıkarmayı ve benzer suçların tekrar işlenmesini önlenmeyi amaçlamaktadır.

TCK’nın 221. maddesinin gerekçesinde; “Madde metninde, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olmak suçları ile ilgili olarak etkin pişmanlık hâli düzenlenmiştir.

Birinci fıkrada, örgüt kurucu veya yöneticileri ile ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Buna göre; suç işlemek amacıyla örgüt kurmak veya yönetmek dolayısıyla haklarında soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kişiler hakkında cezaya hükmolunmaz.

İkinci fıkrada, suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olan kişilerle ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Örgüt üyesinin, etkin pişmanlık hükmünden yararlanabilmesi için, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olması ve ayrıca, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi gerekir. Bu koşulların gerçekleşmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmayacaktır. Bu koşullar gerçekleştikten sonra, kişi hakkında örgüt üyesi olmaktan dolayı soruşturma başlatılmış olmasının veya örgütün faaliyeti çerçevesinde başkaları tarafından suç işlenmiş olmasının, etkin pişmanlıktan yararlanma açısından bir önemi bulunmamaktadır.

Üçüncü fıkrada ise, yakalanan örgüt üyesi ile ilgili etkin pişmanlık hükmüne yer verilmiştir. Yakalanmış olmasına rağmen, bu fıkrada belirlenen şartların gerçekleşmesi hâlinde örgüt üyesi cezalandırılmayacaktır. Bu şartlardan birisi, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olmak; diğeri ise, örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermiş olmaktır. Verilen bilginin, örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli olup olmadığını takdir yetkisi mahkemeye aittir.

Kişi, suç işlemek için kurulmuş olan örgütün kurucusu, yöneticisi veya üyesi olmakla birlikte, örgütün ulaştığı yapılanma itibarıyla dağılmasını sağlama imkanından yoksun olabilir. Bu durumda bile, söz konusu sıfatları taşıyan kişilerin belli şartlarda etkin pişmanlıktan yararlanması sağlanabilmelidir. Bu düşüncelerle maddenin dördüncü fıkrası düzenlenmiştir. Buna göre, suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi hâlinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmayacaktır.

Kurucu, yönetici veya üyenin, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgileri yakalandıktan sonra vermesi hâlinde, örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı hakkında verilecek cezada belli oranda indirim yapılması kabul edilmiştir…” açıklamalarına yer verilmiştir.

TCK’nın 221. maddesinin birinci fıkrasına göre; suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle ceza soruşturmasına başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan örgüt kurucu veya yöneticileri hakkında cezaya hükmolunmayacaktır. Bu hükmün uygulanabilmesi için ilgili suç örgütü hakkında soruşturmaya başlanılmamış olması ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmemiş olması gerekmektedir.

Suç örgütü kurulmakla beraber herhangi bir amaç suç işlenmemiş fakat amaç suçları işlemek için bir takım hazırlık hareketi mahiyetinde fiillere girişilmiş ise diğer şartların da varlığı hâlinde bu hükmün uygulanması önünde herhangi bir engel yoktur. Örneğin suç işlemek amacıyla örgüt kuran kimseler işleyecekleri amaç suçlar için silah temin etme, plan program yapma gibi faaliyetlere girişmiş olabilirler. Kanun, amaç suçların işlenmemesini şart olarak koştuğu için bu şekilde hazırlık hareketinde kalmış fiillerin varlığına rağmen etkin pişmanlık hükümleri uygulanabilecektir. Fakat eğer hazırlık hareketi niteliğindeki fiiller ayrıca bir suç oluşturuyor ise faillerin, bu fiileri dolayısıyla cezai sorumlulukları saklıdır. Örneğin, ruhsatsız silah veya patlayıcı madde temin eden failin cezai sorumluluğu doğacaktır. Bunun ötesinde eğer hazırlık hareketleri aşaması da geçilerek örgütün amacı doğrultusunda bir suç işlenmiş ise örgüt kurucu ve yöneticilerinin bu etkin pişmanlık hükmünden yararlanmaları imkân dahilinde değildir.

TCK’nın 221. maddesinin birinci fıkrasının aradığı bir diğer şart ise, örgüt kurucu ve yöneticilerinin bizatihi örgütü dağıtması ya da vermiş oldukları bilgilerle örgütün dağılmasını sağlamalarıdır. Bu bağlamda, eğer örgüt kurucu veya yöneticilerinin vermiş oldukları bilgiler önemsiz veya önemli olmakla beraber örgütün dağılmasını sağlayacak nitelikte değil ise kurucu ve yöneticilerin bu hükümden yararlanması mümkün değildir.

Buna göre; TCK’nın 221. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilmesi için;

1- Fail örgütün kurucusu veya yöneticisi olmalıdır,

2- Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmamış ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmemiş olmalıdır,

3- Fail örgütü dağıtmalı veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlamalıdır.

TCK’nın 221. maddesinin ikinci fıkrasına göre; örgüt üyesi, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bir suça iştirak etmeksizin ve gönüllü olarak örgütten ayrıldığını yetkili makamlara bildirir ise etkin pişmanlık hükmünden yararlanacak ve ceza almayacaktır. Bu düzenlemede örgüt kurucu ve yöneticilerinde olduğu gibi “soruşturmaya başlanmadan önce” veya “örgütün dağılmasını sağlayacak bilgi verme” şartlarına yer verilmemiştir.

Yine ilk fıkrada örgüt kurucu ve yöneticilerinin etkin pişmanlıktan yararlanabilmesi için “örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmemiş olması” şart koşulmuş olmasına rağmen; ikinci fıkrada bu şart “örgüt üyesinin örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemesi” olarak düzenlenmiştir. Nitekim TCK’nın 221. maddesinin ikinci fıkrası gereğince örgüt faaliyeti çerçevesinde amaç suçlardan bazılarının işlenmiş olması, örgüt üyesinin bu fıkra hükmünden yararlanmasına engel değildir. Zira bu fıkra bakımından önemli olan örgüt faaliyeti çerçevesinde amaç suçların işlenmemesi olmayıp örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemesidir. Bir başka anlatımla, TCK’nın 221. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan koşullar gerçekleştikten sonra, örgütün faaliyeti çerçevesinde başkaları tarafından suç işlenmiş olmasının etkin pişmanlıktan yararlanma açısından bir önemi bulunmamaktadır.

TCK’nın 221. maddesinin ikinci fıkrasında, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen herhangi bir suça iştirak etmemiş örgüt üyesinin, örgütten gönüllü ayrılması yanında ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi de ceza almamasının koşulu olarak yer almaktadır. Gönüllü olarak örgütten ayrılma ise, güvenlik kuvvetleri tarafından yakalanmama, zorla ele geçirilmeme anlamını taşımaktadır.

Buna göre; TCK’nın 221. maddesinin ikinci fıkrasının uygulanabilmesi için;

1- İşlenen suçun örgüt üyeliğinden ibaret olması,

2- Sanığın örgüt faaliyeti kapsamında herhangi bir suçun işlenmesine iştirak etmemesi,

3- Gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi gerekmektedir.

TCK’nın 221. maddesinin üçüncü fıkrasına göre; suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesi hakkında, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi hâlinde ceza verilmeyecektir.

TCK’nın 221. maddesinin üçüncü fıkrasında, ikinci fıkradan farklı olarak yakalanmış olan örgüt üyesine ilişkin etkin pişmanlık hâli düzenlenmiştir. Kendiliğinden teslim olmaksızın yakalanan örgüt üyesi hakkında cezaya hükmolunmaması, amaç suçlara iştirak etmemiş olmasına ve pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesine bağlıdır. Çünkü bu durumda fail, yetkili makamlara kendiliğinden teslim olmamış, kolluk tarafından yakalanmıştır. Kanun; bu durumdaki örgüt mensuplarının da yetkili makamlara örgütün etkisizleştirmesi amacına matuf bilgiler sunması kaydıyla etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmasını kabul etmiştir.

Failin vermiş olduğu elverişli bilgilere rağmen örgütün dağılması veya mensupların yakalanması sağlanamamış olabilir. Önemli olan nitelikli bilginin verilmesi olup verilen bilginin, örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli olup olmadığını takdir yetkisi mahkemeye aittir.

Buna göre; TCK’nın 221. maddesinin üçüncü fıkrasının uygulanabilmesi için;

1- Fail örgüt üyesi olmalıdır,

2- Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olmalıdır,

3- Yakalanmış olmalıdır,

4- Pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermelidir.

TCK’nın 221. maddesinin dördüncü fıkrası, ilk üç fıkrada düzenlenen suçların faillerinin yanı sıra örgüte üye olmamakla beraber örgüt adına suç işleyen, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişileri de kapsamaktadır. Yine, ilk üç fıkrada düzenlenen etkin pişmanlık hâllerinden farklı olarak bu fıkrada etkin pişmanlığın “örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce” veya “örgüt üyesinin örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemesinden önce” ya da “soruşturmaya başlanmadan önce” vuku bulması şart koşulmamıştır.

TCK’nın 221. maddesinin dördüncü fıkrasının birinci cümlesine göre; örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden failin, gönüllü olarak teslim olup örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi hâlinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmayacaktır. Anılan fıkranın ikinci cümlesine göre ise; gönüllü olarak yetkili makamlara teslim olmamakla birlikte yakalandıktan sonra bahsedilen nitelikteki bilgileri veren failin cezasında üçte birinden dörtte üçüne kadar indirim yapılacaktır. Bu indirim oranı belirlenirken failin vermiş olduğu bilgilerin niteliği göz önünde bulundurulmalıdır.

Buna göre; TCK’nın 221. maddesinin dördüncü fıkrasının;

Birinci cümlesinin uygulanabilmesi için;

1- Fail, örgütün kurucusu, yöneticisi, üyesi ya da örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden olmalıdır,

2- Gönüllü olarak teslim olmalıdır,

3- Örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermelidir.

İkinci cümlesinin uygulanabilmesi için;

1- Fail, örgütün kurucusu, yöneticisi, üyesi ya da örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden olmalıdır,

2- Yakalanmış olmalıdır,

3- Örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermelidir.

Görüldüğü üzere; TCK’nın 221. maddesinin ilk dört fıkrasındaki açık düzenlemeler gereği, ancak örgüt kurma, yönetme veya üye olma suçlarında etkin pişmanlık hükümleri tatbik edilebilecek olup örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen diğer suçlar yönünden bu maddede belirtilen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Bu bakımdan, örgütün kurucusu, yöneticisi, üyesi ya da örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerekveisteyerek yardım eden fail hakkında TCK’nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabileceği suçlar, örgüt kurmak, yönetmek veya üye olmak suçlarından ibarettir.

Bununla birlikte, “pişmanlık” kavramının, TCK’nın 221. maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinin tatbiki bakımından irdelenmesine gelince;

TCK’nın 221. maddesinin uygulanabilmesi için, etkin pişmanlık kurumunun doğası ve anılan madde başlığının “etkin pişmanlık” olması karşısında; failin pişman olması esasen ön koşul niteliğindedir. Bu nedenle, TCK’nın 221. maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinin uygulanması bakımından failin yalnızca maddi gerçeğin ortaya çıkması için yararlı bilgiler vermesi yeterli olmayıp bu pişmanlığını yargılamanın her aşamasında sürdürmesi, bu bağlamda pişmanlık duyarak örgütün yapısı çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgileri içeren ifadesini inkar etmemesi gerekir. Pişmanlık duyarak verdiği ifadeyi inkar eden kişinin o aşamada pişmanlığından söz edilemez.

Diğer taraftan, “etkin pişmanlık” başlıklı 221. maddenin üçüncü fıkrasında “pişmanlık duyarak” ibaresi kullanıldığından, bu koşulun dördüncü fıkranın ikinci cümlesi bakımından aranmayacağı ileri sürülebilir ise de; Adalet Komisyonu raporunda da vurgulandığı üzere madde başlığının, maddenin tüm fıkralarının yorumu bakımından ayrılmaz bir parça olması, üçüncü fıkranın uygulanma koşullarının, dördüncü fıkranın ikinci cümlesine göre daha ağır şartlara bağlı tutulması ve madde gerekçesinde belirtildiği üzere, dördüncü fıkranın, üçüncü fıkrada belirtilen nitelikte bilgi verme imkânından yoksun failler bakımından ihdas edilen bir düzenleme olması nazara alındığında, dördüncü fıkranın ikinci cümlesinin uygulanması bakımından, diğer koşulların yanı sıra failin pişmanlık duyması koşulunun da gerçekleşmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, örgütlü suçluluğa ilişkin etkin pişmanlığı düzenleyen TCK’nın 221. maddesinde yer alan fıkraların her birinin uygulanabilmesi bakımından failin pişmanlık duyması ön koşul niteliğinde olduğundan, maddenin “pişmanlık duyarak” ibaresine yer verilmeyen fıkraları açısından da failin pişman olmasının gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 27.03.2018 tarihli ve 1118-121 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

II- SANIK MÜDAFİSİNİN AŞAMALARDAKİ USULİ İŞLEMLERE VE ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLÂLİNE DAİR İDDİA VE İTİRAZLARININ İNCELENMESİ

1- SAV: Sanık müdafisi; HSK’nın seçimle gelen Üyelerinin ağır cezayı gerektiren suçüstü hâli hariç yakalanamayacakları, sorguya çekilemeyecekleri ve tutuklanamayacakları kuralının ihlal edildiğini, suçüstü hâlinin de bulunmadığını, sanığa atılı suçun görev suçu olup yargılamanın Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince yapılması gerektiğini, kovuşturma makamlarının kanun hükmünde kararnameyle değiştirilmesinin ve yargılamanın Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasının bu yönüyle de kanuni hâkim ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

Değerlendirme;

Sanık müdafisinin söz konusu itirazlarının değerlendirilebilmesi açısından, konunun geniş bir perspektif içerisinde vebir kaç başlık hâlinde ayrıntılı olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.

A- Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK)

Hukuk devleti ilkesinin temel koşullarından biri olan yargı bağımsızlığının sağlanması açısından, hâkimlerin bağımsızlığını ve hâkimlik teminatını güvence altına alan kurumların da varlığı önem taşımaktadır. Bu doğrultuda, hâkimlerin bağımsızlığını sağlamak ve özlük haklarını güvence altına almak amacıyla, çeşitli ülkelerde farklı adlar altında yargı kurulları oluşturulmuştur.

Anayasa’da da yargı bağımsızlığının taşıdığı evrensel ve Anayasal değerlerin desteklenmesi için Anayasal bir idari kurul olarak Hâkimler ve Savcılar Kurulu düzenlenmiştir.

Önceden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu adıyla oluşturulan bu Kurul; 11.02.2017 tarihli ve 29976 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyet Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 14. maddesiyle, adındaki “Yüksek” ibaresi kaldırılarak Hâkimler ve Savcılar Kurulu adını almıştır.

Anayasa’nın 159. maddesinin birinci fıkrasında; Hâkimler ve Savcılar Kurulunun mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulup görev yapacağı, aynı maddenin sekizinci fıkrasında ise; Kurulun, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme vebirinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapacağı; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlayacağı; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getireceği hüküm altına alınmıştır. 18.12.2010 tarihli ve 27789 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu’nun 4. maddesinde de aynı yönde düzenlemelere yer verilmiştir.

HSK’nın Anayasa’da tanımlanan temel görevinin hâkim ve savcıların kadroları, statüleri, kariyerleri ve özlük işlerine ilişkin olduğu dikkate alındığında; özellikle hâkimlik statüsünün kendine özgü yönleri nedeniyle HSK’nın son derece özel ve hassas bir makam olduğu anlaşılmaktadır.

B- Kurulun Yapısı

2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği referandumu öncesinde, Anayasa’nın 159. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca; Adalet Bakanının Kurulun Başkanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarının da Kurulun tabiî üyesi olduğu, Kurulun üç asıl ve üç yedek üyesinin Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesinin Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçileceği hüküm altına alınmıştı.

Söz konusu değişiklik sonrasında Anayasa’nın 159. maddesine göre HSK’nın oluşumu;

“Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl vebir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.

Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde yapılır. Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden altmış gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır. Diğer üyeliklerin boşalması halinde, asıl üyenin yedeği tarafından kalan süre tamamlanır.

Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının; ancak bir aday için oy kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.

2017 yılında yapılan Anayasa değişikliği sonucunda ise, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun oluşumu açısından Anayasa’nın aynı maddesi;

“Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, üç üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, bir üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanınca; üç üyesi Yargıtay üyeleri, bir üyesi Danıştay üyeleri, üç üyesi nitelikleri kanunda belirtilen yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Öğretim üyeleri ile avukatlar arasından seçilen üyelerden, en az birinin öğretim üyesi ve en az birinin de avukat olması zorunludur. Kurulun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecek üyeliklerine ilişkin başvurular, Meclis Başkanlığına yapılır. Başkanlık, başvuruları Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona gönderir. Komisyon her bir üyelik için üç adayı, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler. Birinci oylamada aday belirleme işleminin sonuçlandırılamaması halinde ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. Bu oylamada da aday belirlenemediği takdirde, her bir üyelik için en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile aday belirleme işlemi tamamlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Komisyon tarafından belirlenen adaylar arasından, her bir üye için ayrı ayrı gizli oyla seçim yapar. Birinci oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu; bu oylamada seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. İkinci oylamada da üye seçilemediği takdirde en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile üye seçimi tamamlanır.

(Değişik fıkra: 21/1/2017-6771/14 md.) Üyeler dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler bir kez daha seçilebilir.

(Değişik fıkra: 21/1/2017-6771/14 md.) Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki otuz gün içinde yapılır. Seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden otuz gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır.” şeklinde yeniden düzenlenerek son hâlini almıştır.

C- Kurulun Seçimle Gelen Üyelerinin Hukukî Durumları ve Adli Suçlarıyla İlgili Soruşturma ve Kovuşturma Usulüne Dair 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nda Yer Alan Düzenlemeler

Adaletin kendisinin ve dağıtılmasının toplumdaki öneminin bir yansıması olarak hâkimlik mesleği, toplum hayatında her zaman çok önemli bir yere ve göreve sahip olmuştur. Hâkim; bir uyuşmazlığı çözerken, suçluyu tespit edip cezalandırırken, bir hakkı sahibine teslim ederken kişilerin hak ve özgürlüklerine, bireysel ya da toplumsal yaşam alanlarına herkesten çok daha fazla temas edebilmektedir. Yine hâkim, yargılama ve hüküm verme yetkisini kullanırken devlet ile bireyler arasındaki uyuşmazlıkları da çözüme bağlamakta ve bu bağlamda devlet organlarının kullandığı yetkinin hukukiliğini denetleyebilmektedir. Bu nedenle hâkimlik mesleği, özel bir statü olarak Anayasa ile teminat altına alınmıştır. Anayasa’nın 138. maddesinde “mahkemelerin bağımsızlığı”, 139. maddesinde “hâkimlik ve savcılık teminatı” konularında ayrıntılı güvencelere yer verilmiş, 140. maddesinde ise “hâkimlik ve savcılık mesleği” hakkında bu güvenceler doğrultusunda düzenlemeler getirilmiştir.

Hâkimlerin suç işlemeleri hâlinde cezai sorumluluklarının bulunduğu, çağdaş hukuk sistemlerinin ortak kabulüdür. Bir hâkimin göreviyle ilgili ya da kişisel bir suç işlemesi mümkün olup bu durumda kişinin hâkim olması nedeniyle işlediği suçun yaptırımsız kalması düşünülemez. Bu nedenledir ki, hukuk sistemimiz içinde hâkimlerin görevleriyle ilgili ya da kişisel nitelikte işledikleri ve suç oluşturan eylemlere ilişkin Anayasa, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu gibi kanunlarla kural olarak özel soruşturma ve kovuşturma usulleri ve mercileri öngörülmüştür.

Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerinin hukukî durumları 6087 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Aynı Kanun’un “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin (j) bendinde; Kurulun seçimle gelen üyesinin, suç tarihi itibarıyla Hâkimler ve Savcılar Kurulunun Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyelerinden her birini ifade ettiği belirtilmişken, suç tarihinden sonra 09.07.2018 tarihli ve 30473 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 208. Maddesiyle bu maddede yapılan değişiklik sonucunda, bu bentte yer alan “asıl” ibaresi madde metninden çıkarılmış ve “Müsteşarı” ibaresi de “ilgili bakan yardımcısı” şeklinde değiştirilmiştir.

Öte yandan, aynı Kanun’un “Üyelerin Hukukî Durumları, Haklarındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı beşinci kısmında yer alan “Üyelerin Hukuki Durumları” başlıklı birinci bölümünde düzenlenen 34. maddesi uyarınca, Kurulun seçimle gelen üyelerinin; görevleri süresince, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatta öngörülen tüm malî ve sosyal haklardan yararlanacakları hüküm altına alınmıştır.

Yine, 6087 sayılı Kanun’un Beşinci Kısmında yer alan “Üyeler Hakkındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı İkinci Bölümde, üyeler hakkında disiplin ve adli yönden yürütülecek soruşturma ve kovuşturma işlemlerine dair düzenlemelere yer verilmiştir.

HSK’nın seçimle gelen üyelerine atılı görev suçları, kişisel suçlar ve ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenen suçların soruşturulması ve kovuşturulması usulüyle bu hususlarda görevli ve yetkili makamların belirlenebilmesi açısından, öncelikle konuyla ilgili iç hukukumuzdaki düzenlemelere, bu düzenlemelerde yapılan değişikliklere ve söz konusu değişikliklere hâkim olan ilkelere değinmekte fayda bulunmaktadır.

6087 sayılı Kanun’un “Üyelerin adlî suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 38. maddesi suç tarihi itibarıyla;

“(1) (Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.

(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.

(3) (Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, üyeler arasından, gizli oyla, üç kişilik bir soruşturma kurulu seçilir. Soruşturma kuruluna, en yüksek oyu alan, oyların eşitliği hâlinde ise yaşça büyük olan başkanlık eder.

(4) Soruşturma kurulu, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur.

(5) (Değişik: 15/2/2014-6524/38 md.) Soruşturma kurulu, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir.

(6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.

(7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;

a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,

b) Kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna,

kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.

(8) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, Yargıtayın görevli ceza dairesine verir. Yargıtayın görevli ceza dairesi tarafından iddianamenin bir örneği 5271 sayılı Kanun hükümleri gereğince, ilgiliye tebliğ olunur. Bu tebliğ üzerine ilgili, on gün içinde delil toplanmasını ister veya kabul edilebilir istekte bulunursa bu husus göz önünde tutulur ve gerekirse soruşturma daire tarafından derinleştirilir. Yapılan bu işlemler sonucunda, kovuşturma açılmasına veya kovuşturma açılmasına yer olmadığına dair karar verilir. Kovuşturma açılmasına dair karar verilmesi durumunda evrak hemen bu Kanunda belirlenen kovuşturma mercilerine gönderilir. Kovuşturma açılmasına yer olmadığına dair karara karşı, kararı veren ceza dairesinin numara olarak kendisini izleyen ceza dairesine; kararı son numaralı ceza dairesi vermişse birinci ceza dairesine usulünce itiraz edilebilir.

(9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Kurula gönderilir.” biçiminde düzenlenmişken, 06.01.2017 tarihli ve 29940 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (680 sayılı KHK) 14. maddesiyle, 6087 sayılı Kanun’un 38. maddesinin yedinci fıkrasının (b) bendinde yer alan “Yargıtay Ceza Genel Kuruluna,” ibaresi “Yargıtay ilgili ceza dairesine,” şeklinde ve aynı maddenin sekizinci fıkrası da “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak üzere Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda ise Yargıtay ilgili ceza dairesine gönderir.” şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişiklikler 08.03.2018 tarihli ve 30354 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7072 sayılı Kanun’un 13. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.

Diğer yandan, 29.04.2017 tarihli ve 30052 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 690 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (690 sayılı KHK) 5. maddesiyle 6087 sayılı Kanun’un 38. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “Kurula” ibaresi “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına” şeklinde değiştirilmiş ve aynı fıkraya “Başsavcılık tarafından yerine getirilecek müteakip iş ve işlemlerde 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesinin altıncı fıkrası hükümleri uygulanır. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır.” cümlesi eklenmiştir. Bu değişiklikler de 08.03.2018 tarihli ve 30354 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7077 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.

Yine, 09.07.2018 tarihli ve 30473 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 208. maddesiyle, 6087 sayılı Kanun’un 38. maddesinin üçüncü fıkrasının üçüncü cümlesi “Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, Genel Kurul tarafından soruşturma yapmak üzere gizli oyla bir üye seçilir.” şeklinde değiştirilmiş, aynı fıkranın dördüncü cümlesi yürürlükten kaldırılmış, dördüncü fıkrasında yer alan “kurulu,” ibaresi “için seçilen üye,” şeklinde ve beşinci fıkrasına yer alan “Soruşturma kurulu,” ibaresi de “Soruşturmayı yürüten üye,” olarak değiştirilmiştir.

Böylelikle, 6087 sayılı Kanun’un 38. maddesi;

“Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.

(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.

(3) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, Genel Kurul tarafından soruşturma yapmak üzere gizli oyla bir üye seçilir.

(4) Soruşturma için seçilen üye, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur.

(5) Soruşturmayı yürüten üye, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir.

(6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.

(7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;

a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,

b) Kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine,

kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.

(8) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak üzere Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda ise Yargıtay ilgili ceza dairesine gönderir.

(9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Başsavcılık tarafından yerine getirilecek müteakip iş ve işlemlerde 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesinin altıncı fıkrası hükümleri uygulanır. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır.

…” biçiminde son hâlini almıştır.

Gelinen noktada, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun, HSK’nın seçimle gelen üyelerine atılı suçların kovuşturma usullerine ilişkin suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan ve sonradan değiştirilen hükümleriyle, bu hükümlerde yapılan değişikliklere dair gerekçelerin de irdelenmesi gerekmektedir.

Gerek Anayasa’nın 154. gerekse Yargıtay Kanunu’nun 1. maddelerine göre, bağımsız bir yüksek mahkeme olan Yargıtayın kuruluş amacı ve genel görevi, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup bu bakımdan Yargıtay Dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapması tali bir görevdir. Söz konusu tali görev, Yargıtay Kanunu’nun “Yargıtay Daire ve Kurullarının Görevleri” başlıklı ikinci bölümünde yer alan “Yargıtayın görevleri” başlıklı 13. maddesinin ikinci bendinde; “Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve bunların kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak” şeklinde tanımlanmıştır.

Bu doğrultuda, 2797 sayılı Kanun’un “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının Görevleri” başlıklı 15. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca; “Yargıtay Başkan ve üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ile yargılama görevi özel kanunlarınca Yargıtay Genel Kurullarına verilen kişilere ait davaları ilk mahkeme olarak görmek ve hükme bağlamak” Ceza Genel Kurulu’nun görevleri arasında sayılmışken, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 680 sayılı KHK’nın 4. maddesiyle yapılan ve 7072 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşan düzenlemeyle ilgili fıkrada yapılan değişiklik sonucunda, Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalarda Genel Kurulların görevi; “İlk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini yapmak”la sınırlandırılmış, böylelikle 2797 sayılı Kanun’da ve özel kanunlarda sayılan kişilerin işledikleri kişisel suçlar yönünden Genel Kurulların ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapma yetkisi kaldırılmıştır.

Bu düzenlemeyle bağlantılı olarak, 2797 sayılı Kanun’un, Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı yapılacak inceleme, soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen 46. maddesi de suç tarihi itibarıyla;

“Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir.

Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.

Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir.

Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder.

Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir.

Sanık, Ceza Genel Kurulunca verilen kararın tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yeniden incelenmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmişken, bu maddenin beşinci fıkrasında 680 sayılı KHK’nın 5. maddesiyle değişiklik yapılarak bu kişilerin kişisel suçlarında kovuşturma makamı “Yargıtay Ceza Genel Kurulu” yerine “Yargıtay ilgili ceza dairesi” olarak yeniden belirlenmiş ve maddenin altıncı fıkrası da yürürlükten kaldırılmıştır. Yine bu değişiklik de 7072 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.

Son olarak, 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesinin yürürlükten kaldırılan altıncı fıkrası bu kez 690 sayılı KHK’nın 2. maddesiyle yeniden düzenlenmiş ve bu fıkra;

“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Hâkim kararı gerektiren işlemlere dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara yapılan itirazlar hakkında, soruşturma konusu suçların en ağırına bakmakla görevli Yargıtay ceza dairesini numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı tarafından karar verilir. Suçun son numaralı ceza dairesinin görevine girmesi halinde talebi inceleme yetkisi Birinci Ceza Dairesi Başkanına aittir. Hâkim kararı gerektiren işlemlerde başkanın verdiği kararlara karşı yapılan itirazı numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı inceler. Son numaralı daire başkanının kararı, Birinci Ceza Dairesi Başkanı tarafından incelenir. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır.” biçiminde son hâlini almış ve bu düzenleme de 7072 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.

Söz konusu değişikliklerle birlikte, 2797 sayılı Kanun’un “Dairelerin Görevleri” başlıklı 14. maddesinde yine 680 sayılı KHK’nın 3. maddesiyle yapılan ve 7072 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşan değişiklik sonucunda bu maddeye “Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalarda, iş yoğunluğunun zorunlu kılması halinde Birinci Başkanlık Kurulu birveya birden fazla daireyi sadece bu işlere bakmak amacıyla görevlendirebilir. Bu durumda, görevlendirilen dairenin bakmakta olduğu işler, bir sonraki takvim yılı beklenmeksizin Birinci Başkanlık Kurulu tarafından başka dairelere verilebilir.” biçiminde (f) bendi eklenmiştir.

Bu suretle HSK’nın seçimle gelen üyelerinin kişisel suçlarına ilişkin yargılama makamlarının belirlenmesi açısından 6087 ve 2797 sayılı Kanun sayılı her iki Kanun birbiriyle uyumlu hâle getirilmiştir.

2797 sayılı Kanun’un 14 ve 46. maddelerinde yapılan değişiklikler üzerine toplanan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca öncelikle 11.07.2017 tarih ve 245 sayı ile; söz konusu düzenlemelere yer verildikten sonra “kovuşturma işlemlerini yürütmek üzere Yargıtay 9. Ceza Dairesinin görevlendirilmesine” karar verilmiş ve bu karar 18.07.2017 tarihli ve 30127 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş, ardından da aynı Kurul tarafından 03.10.2017 tarih ve 306 sayı ile; “18.07.2017 tarih, 30127 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 11.07.2017 tarihli ve 245 sayılı kararının gereği düşünüldü bölümündeki ‘Yukarıda sayılan düzenlemeler ışığında’ ibaresinden sonra gelmek üzere ‘2797 sayılı Yargıtay Kanunun 46. maddesi uyarınca diğer Dairelerin görev alanına girmeyen kişisel suçlarla ilgili yapılacak” ibaresinin eklenmesine karar verilerek Yargıtayın diğer ceza dairelerinin kendi görev alanlarına giren konularda ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapacakları hususuna açıklık getirilmiş ve Yargıtay ceza daireleri arasında bu konudaki yorum farklılıkları ortadan kaldırılmıştır.

Yargıtay Başkanlık Kurulunca yapılan bu düzenlemelerle, terör suçlarından kaynaklanan davalara ilişkin hem temyiz incelemesi, hem de çok sayıda ilk derece yargılaması yapmakta olan Yargıtay 16. Ceza Dairesinde bu davaların yarattığı iş yoğunluğundan kaynaklanan zorunluluk nedeniyle, bu davalara ve 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesi uyarınca yapılacak yargılamalara konu kişilerin makul sürede yargılanma haklarının korunması amaçlanmıştır. Öte yandan, söz konusu düzenlemeler olağanüstü mahkeme kurulması niteliğinde olmayıp herhangi bir dairenin bakmakla görevli olduğu suç açısından, örneğin sahtecilik suçu açısından yaşanacak bir iş yoğunluğunun getireceği zorunluluk karşısında, ilgili ceza dairesinin bu suçtan dolayı yapacağı ilk derece yargılamalarının da alınacak aynı türden kararlarla başka bir ceza dairesine devredilmesi söz konusu olabilecektir.

6087 ve 2797 sayılı Kanun’larda sayılan kişilerin işledikleri iddia olunan kişisel suçlarla, özellikle bu suçların ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenmesi durumuna ilişkin soruşturma ve kovuşturma usullerinde yapılan değişikliklerin gerekçeleri, söz konusu değişikliklere dair ilgili maddeleri sonradan aynen kabul edilerek kanunlaşan 680 ve 690 sayılı KHK’ların komisyon raporlarında açıklanmıştır.

680 sayılı KHK’nın komisyon raporlarında, Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarda sayılan diğer kişilerin kişisel suçlarına ilişkin kovuşturma makamının “Yargıtay Ceza Genel Kurulu” yerine “Yargıtay ilgili ceza dairesi” olarak değiştirilmesinde; bu kişilerin kişisel suçlarından dolayı yargılanmalarında etkinliği artırmanın amaçlandığı, Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalarda, iş yoğunluğunun zorunlu kılması halinde Birinci Başkanlık Kurulunun birveya birden fazla daireyi sadece bu işlere bakmak amacıyla görevlendirebileceğine ilişkin düzenlemeyle de Yargıtayın bu davalardan kaynaklanan iş yükünün hafifletilmesinin hedeflendiği belirtilmiştir.

690 sayılı KHK’nın komisyon raporlarında da, bu KHK ile yapılan söz konusu düzenlemelerle ağır cezalık suçüstü hâllerinde ilgili ceza dairesi tarafından yapılacak kovuşturmalarda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma ve iddianame düzenleme yetkisine açıklık getirildiği, hâkim kararlarının alınma usulü ile bu kararlar ve takipsizlik kararlarına itirazlara bakacak mercilerin belirlendiği ve HSK Üyeleri hakkında ağır cezalık suçüstü hâlinde genel hükümlere göre yürütülecek soruşturma akabinde yapılacak işlemler bakımından düzenlemeler yapıldığı ifade edilmiştir.

Söz konusu hukuki düzenlemeler birlikte ele alındığında;

Konumuza ilişkin olarak; HSK’nın seçimle gelen üyelerine atılı suçun “ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli” kapsamında işlenmesi durumunda, bu suçun görev suçu ya da kişisel suç olup olmadığının önemi bulunmamaktadır. Bu hâlde soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 6087 sayılı Kanun’da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.

Öte yandan, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun 38. maddesinde “görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlar” ve “kişisel suçlar”a dair kovuşturma makamları belirlenmiş, “ağır cezalık suçüstü hâli” bakımından ise kovuşturma makamları açıkça gösterilmemiştir. Ancak, anılan Kanun’un aynı maddesindeki yedinci fıkranın (a) ve (b) bentleri karşısında, ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenen suçlar yönünden kovuşturma makamları da, sanığa atılı suçun “görevden doğan veya görev sırasında işlenen” ya da “kişisel” suç olup olmadığına göre belirlenecektir.

Ç- Silahlı Örgüt Suçunun Niteliği, Soruşturma ve Kovuşturma Usul ve Makamlarına İlişkin CMK, 6087 ve 2797 sayılı Kanun’lardaki Düzenlemeler Bakımından Bu Suçun Değerlendirilmesi

1) Silahlı Örgüt Suçunun Nitelikleri

a) Genel Olarak

TCK’nın 314. maddesinin birinci fıkrasında yer alan suçları işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak veya yönetmek ya da bu örgüte üye olmak fiilleri, TCK’nın 220. maddesinde düzenlenen “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçuna nazaran daha ağır cezayı gerektiren müstakil suçlar olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla örgütlü suçluluğun özel bir türü olarak öngörülen “silahlı örgüt” suçu ile ihlâl edilen ve ceza ile korunan hukukî değer, devletin güvenliğine, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek için çeteleşerek oluşturulan tehlikeli suç ve suçluluk ortamının giderilmesine ilişkin kamusal yarardır (Zeki Hafızoğulları-Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Millete ve Devlete Karşı Suçlar, 1. Baskı, US-A Yayıncılık, Ankara, 2016, s. 398-399).

Nitekim Yargıtayın istikrar kazanan uygulamalarına göre; devletin güvenliğini, Anayasal düzeni ve bu düzenin işleyişini koruma amacıyla düzenlenen dava konusu suçun, herhangi bir kamu göreviyle bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenmesi zorunlu olmadığı gibi, “özgü suç” niteliği taşımayan bu suç açısından failin memur olması suçun kurucu unsuru da değildir. Dolayısıyla sanığa atılı silahlı terör örgütü üyeliği suçunun kişisel suç niteliğinde olduğunun kabulü gerekmektedir.

Yine, sanığın HSK Üyesi olarak görev yaptığı dönemde verilen Kurul kararlarına muhalefet şerhleri yazmasının görev suçu kapsamında olduğu iddia edilmekte ise de; gerekçeli kararda bu hususun yalnızca sanığın örgüt talimatıyla hareket ettiğine, dolayısıyla örgüt üyesi olduğuna dair kastının ortaya konulması açısından değerlendirildiği ve genel olarak değinilen muhalefet şerhlerinden, yalnızca sanığın örgütsel tavrını ve kastını ortaya koyan deliller olarak bahsedildiği, ayrıca sanık hakkında, yazdığı muhalefet şerhlerinin içeriği itibarıyla görevi kötüye kullanma suçu gibi açıkça görevden kaynaklanan bir suçtan da kamu davası açılmadığı anlaşılmaktadır.

Bu itibarla, sanık müdafisinin, sanığın eylemlerinin görev suçu kapsamında kaldığına dair itirazlarına itibar edilmemiştir.

Öte yandan, ağır ceza mahkemesinin görevi, 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 12. maddesiyle düzenlenmiş olup, bu maddeye göre; “Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332. maddeler hariç) ve 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri”nin görevli olduğu hüküm altına alınmıştır. Aynı madde ile Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler de saklı tutulmuştur. Söz konusu düzenleme karşısında, silahlı örgüt suçunun ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlardan olduğu da açıktır.

b) Suç Teorisi Bakımından Silahlı Örgüt Üyeliği Suçu

ba- Mütemadi Suç Kavramı

Ceza hukuku doktrininde; kendisine bağlı olan hukuki hükümler bakımından önem taşıyan ve hareket tarafından meydana getirilmek veya engel olunmamak suretiyle oluşturulan dış alemdeki değişiklik, “netice” olarak adlandırılmaktadır. Suçun maddi unsuru bakımından dikkate alınacak netice ise, sadece suçun kanuni tanımında yer alan, hukukî değer taşıyan dış alemdeki değişikliktir (Sulhi Dönmezer – Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, Cilt II, 14. Bası, Der Yayınları, İstanbul, 2019, s. 97; Kayıhan İçel – Füsun Sokullu Akıncı – İzzet Özgenç – Adem Sözüer – Fatih. S. Mahmutoğlu – Yener Ünver, Suç Teorisi, 2. Kitap, 2. Bası, Beta Yayınları, Eylül 2000, s. 67).

Doktrinde suçun sonuç alt unsuru bakımından yapılan ayrımlardan biri; anî ve mütemadi (kesintisiz-sürekli) suç ayrımıdır. Buna göre; hareketten doğan neticenin devam etmeyip derhal sona erdiği suçlara anî suç, neticenin devam ettiği suçlara ise mütemadi suç adı verilmektedir. Bununla birlikte, kesintisiz bir suçun varlığı için suçtan doğan hukuka aykırı durumun yani suçun eserinin bir süre devam etmesi yeterli olmamaktadır. Mütemadi suçta devam eden şey neticenin kendisi olup bu devam ettikçe suç da işlenmektedir. Dolayısıyla, kesintisiz suçlar, bu suçun hukukî konusunu oluşturan hak ve menfaatin ihlâline devam edildiği sürece icra edilmiş olmaktadırlar (Sulhi Dönmezer – Sahir Erman, s. 102). Diğer bir ifadeyle, bu suçların kanunî tanımında gösterilen sonucun her ân yeniden meydana gelmesi, devam etmesi gerekmektedir (Uğur Alacakaptan, Suçun Unsurları, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, s. 48). Alman doktrininde savunulan görüşlerden biri de; mütemadi suçlarda suç tipinde tarif edilen hareketin başlamasıyla suç kural olarak tamamlanmaktaysa da, hukuka aykırı durumun sonlanmasıyla bittiği yönündedir (Bernd Heinrich, Ceza Hukuku Genel Kısım – 1, Cezalandırılabilirliğin Temel Esasları Tamamlanmış ve Teşebbüs Edilen Suçlarda Suçun Yapısı, Editör: Yener Ünver, Adalet Yayınevi, Ankara – 2014, s. 95). Kunter’e göre de, suçun bitme anı tamamlanmasından sonra gelmekte olup bitme anı temadinin bittiği andır (Nurullah Kunter, Suçun Maddi Unsurları Nazariyesi (Hareket – Netice – Sebebiyet Alâkası, İstanbul 1955, s. 94).

Mütemadi suçun tanımına dair hem diğer yabancı hukuk doktrinlerinde, hem de Türk Hukukunda birlik bulunmamaktadır. Söz gelimi, bu suçlarda hareketin devam ettiği, neticenin devam ettiği, hem hareket hem neticenin devam ettiği ya da hukuka aykırılığın devam ettiği görüşleri öne sürülmektedir (M. Emin Artuk – Ahmet Gökcen – M. Emin Alşahin – Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara – 2017, s. 267). Nitekim doktrinde Özgenç ve Koca – Üzülmez; neticenin hareketin bir sonucu olduğunu, bu bağlamda, neticenin devamının hareketin sürdürülmesiyle mümkün olduğunu, dolayısıyla mütemadi suçta devam eden şeyin netice değil, esasen suçun kanuni tanımında gösterilen hareket olduğunu, böylelikle mütemadi suçun, kanuni tanımda gösterilen hareketin icrasının devam ettiği suçlar olduğunu ifade etmektedirler (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 13. Bası, Seçkin Yayıncılık, Eylül 2017, s. 176; Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, Seçkin Yayınları, Eylül 2017, s. 123).

Bununla birlikte, Alman Yüksek Mahkemesi 4. Ceza Dairesi, vergi suçlarına dair bir kararında mütemadi suçu; “Failin suç unsurlarını muayyen bir müddet devam ettirmek iradesi ile fiili ika etmesi ve iradesinin de buna müteveccih bulunması gerekmektedir” şeklinde; İsviçre Federal Mahkemesi ise; ”Gayri hukuki durumu bertaraf etmek failin iktidarı dahilinde olduğu hâlde, bu duruma nihayet vermediği müddet içinde suç işlenmektedir” şeklinde tanımlamıştır. İsviçre Federal Mahkemesi söz konusu ifadeyle, mütemadi suçta karakteristik olan özelliğin hukuka aykırı durumun devam etmesi olduğunu değerlendirmiştir (Ayhan Önder, Mütemadi Suç, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt 29, Sayı: 1-2, 1963, s. 82).

Mütemadi suçta hukuka aykırı durumun her an yeniden kendini yenilemesi failin iradi davranışının eseri olmalıdır. Dolayısıyla mütemadi suç, failin iradi davranışının kesintiye uğradığı anda işlenmiş olmaktadır. Kural olarak hukuka aykırı duruma son verilmesi anı, kesintinin gerçekleştiği, yani suçun işlendiği andır (Zeki Hafızoğulları – Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, US-A Yayıncılık, Ankara – 2016, s. 189-190). Bu doğrultuda doktrinde benzer biçimde, mütemadi suçlarda fiilin icrası devam ettiği sürece, fiilin ifade ettiği haksızlığın da işlenmeye devam ettiği, sadece haksız duruma sebebiyet vermenin değil, onun sürdürülmesinin de kanuni tipi gerçekleştirdiği kabul edilmektedir (Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, s. 124).

Mütemadi suçlarda temadinin ne zaman biteceği konusunda farklı ihtimaller gündeme gelebilmektedir. Nitekim suç, söz gelimi mağdurun ölümü gibi doğal nedenlerle sona erebileceği gibi, yine mağdurun kaçması ya da üçüncü kişilerin müdahalesiyle de son bulabilecektir. Diğer yandan, failin eylemine son verebilme iktidarını kaybetmesi de temadinin bitmesine neden olmaktadır. Failin yakalanması veya tutuklanması hâlinde temadinin bitmesi için, bu işlemlerin aynı zamanda onun temadiye son verme olanağını da ortadan kaldırmış olmasına bağlıdır.

bb- Sonuçları Açısından Silahlı Örgüt Üyeliği Suçu

Doktrinde örgüte üye olmakla ilgili çokça tanım yapılmakta olup bu tanımlardan biri de; örgütü kuranlar veya yönetenler dışında kalmakla birlikte, örgütün amaçlarını benimseyerek verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmak şeklinde ifade edilmektedir (Vesile Sonay Evik, Cürüm İşlemek İçin Örgütlenme, Prof. Dr. Çetin Özek Armağanı, İstanbul 2004, s. 256 vd).

Yargıtayın istikrar kazanan uygulamalarına göre de; örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.

Diğer bir ifadeyle, fail açık veya zımni beyanıyla örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde yer almayı, bu kapsamda, bu katılımının tek bir fiil için değil sürekli bir hâl almasını, örgütün amacı çerçevesinde verilen emirleri yerine getirmeyi, bu kapsamda kişisel iradesini örgütsel faaliyetlerde örgüt iradesinin emrine terk etmeyi kabul etmiş ise; örgüte üye olma iradesiyle hareket ettiği kabul edilmelidir (Önder Tozman, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu, 2. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara – 2017, s. 266; Erkan Sarıtaş, Suç İşlemek Amacıyla Örgütlenme Suçları, (TCK m. 220 – 221), 1. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul – 2018, s. 465 – 466).

Örgüt üyesinin, örgütsel eylemlere maddi bir katkı sunmuş olması gerekmemektedir. Bir kimsenin, örgütün emir ve komutası içerisinde yer aldığını bilmesi ve bu çerçevede verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olması, örgüt üyesi olarak kabulü için yeterlidir. Zira emir komuta zinciri içerisinde verilecek görevleri ifaya hazır olmak da asgari düzeyde de olsa örgütün hayatta kalmasına bir katkıyı yansıtmaktadır (Erkan Sarıtaş, s. 474).

Gerçekten de, suç örgütü, suçun konusunu oluşturan kamu düzeni, kamu barışı ve kamu güvenliği açısından başlı başına bir tehlike oluşturduğundan, suç için örgütlenme fiilleri bağımsız suç tipleri olarak düzenlenmiş olup bu tehlikelilik durumunu ilk kez meydana getiren kişiler örgütün kurucuları ve bu tehlikelilik hâlini yönlendiren kişiler de örgütün yöneticileri iken, örgütsel iradeye boyun eğerek bu tehlikeliliğin devamı ve somut eylemlere dönüştürülmesini sağlayan da örgütün üyeleridir. Dolayısıyla faillerin sürekli bir şekilde örgütsel iradenin emir ve talimatlarını yerine getirmeye hazır olmaları da örgütsel yapının mevcudiyeti yönünden son derece önemli olup ortaya çıkan tehlikeliliğe önemli bir katkı sağlamaktadır.

Doktrinde kabul edilen ortak görüş ve Yargıtay kararlarında istikrar kazanan uygulama; örgüt üyeliği suçunun mütemadi suçlardan olduğu yönündedir. Bu nedenle, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan bir örgüte katılma hâlinde suç, örgütün hiyerarşik yapısına bağlılık devam ettiği sürece işlenmeye devam edilmektedir. Dolayısıyla örgütün hiyerarşik yapısına bağlılığın sona erdiği anda temadi bitmektedir (İzzet Özgenç, Suç Örgütleri, 10. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara – 2017, s. 25). Bu bağlamda örgüte üye olma fiili, örgütün hiyerarşik bünyesine dahil olmakla birlikte tamamlanmakta ise de suç sona ermemekte ve fail, örgüt üyesi olarak kaldığı sürece suç da devam etmektedir (Fatih Yurtlu, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu (TCK m. 220), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara – 2013, s. 99; Erkan Sarıtaş, s. 480).

2) Suçüstü Hâli Kavramı ve Genel Olarak Mütemadi Suçlarda Uygulanması

a) Suçüstü Hâli Kavramı

Genel olarak bir ceza usul hukuku kurumu olarak düzenlenen suçüstü hâli kavramına Anayasa’da ve özel soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen birtakım kanunî düzenlemelerde hukukî sonuçlar atfedilmiştir. Bunlardan en önemlisi de, kural olarak adli suçların soruşturulması ve kovuşturulmasında genel hükümlere göre işlem yapılmasını düzenleyen normların uygulanmasını, bazı kamu görevlilerinin ifa ettikleri görevlerin niteliğinden kaynaklanan yasama dokunulmazlığı, hâkimlik teminatı gibi evrensel ilkelerin iç hukuka yansıması olarak öngörülen düzenlemelerle engelleyen güvenceleri ağır cezalık suçlar yönünden ortadan kaldırmasıdır.

5271 sayılı CMK’nın yürürlüğe girmesinden önce suçüstü hâli; 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (CMUK) “Tevkif, muvakkat yakalama ve salıverme” başlıklı Dokuzuncu Faslında yer alan 127. maddesinin üçüncü fıkrasında; “İşlenmekte olan suç, meşhud suçtur” şeklinde ve “asıl meşhud suç” olarak tanımlanmış, aynı maddenin dördüncü fıkrasında da “Henüz işlenmiş olan suç ile suçun işlenmesinden hemen sonra zabıta veya suçtan zarar gören şahıs yahut başkaları tarafından takib edilerek veya suçun pek az evvel işlendiğini gösteren eşya veya izlerle yakalanan kimsenin işlediği suç” biçiminde “suçüstü karinesi” öngörülmüştü. 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 01.06.2005 tarihli ve 25772 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 18. maddesiyle yürürlükten kaldırılan 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu’nda da, suçüstü hâlinde işlenen suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturma usulleri düzenlenmişti.

5271 sayılı CMK’nın “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin (j) bendinde de ‘Suçüstü hâli’nin benzer şekilde;

“1. İşlenmekte olan suçu,

2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,

3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu” ifade ettiği öngörülmüştür.

Doktrinde suçüstü hâlinin unsurları; belli bir suçun bulunması, failin geniş anlamda yakalanmış olması vefailin suçu işlediği an ile geniş anlamda yakalandığı an arasında uzun sürenin geçmemiş olması şeklinde sayılmaktadır. Geniş anlamda yakalama; failin suçu işlediğinin hiç bir şüpheye yer kalmayacak şekilde objektif ve apaçık belli olması şeklinde tanımlanmaktadır. Ancak suçüstü hâlinin varlığı için failin özgürlüğünün de kısıtlanmış olması gerekmemektedir. Nitekim yakalama, aynı zamanda failin suçu işlerken görülmesini ifade etmektedir. Bununla birlikte, suç sırasında sanığın yakalanması suçun apaçıklığını ve objektifliğini daha büyük oranda ortaya koyabilmektedir (Halûk Çolak, Türk Hukukunda Suçüstü Yargılaması, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul – 1998, s. 14).

Suçüstünün apaçıklığı, suç işlenirken hiç bir şüpheye yer olmaksızın failin görülüp işitilmesi ya da tüm duyusal algıların suçüstünün ortaya çıkarılmasına yardımcı olması (Bozulmuş gıdanın koklanarak ya da tadılarak belirlenmesi gibi) şeklinde gerçekleşebileceği gibi, yetkili makamların işlemleriyle de ortaya çıkarılabilmektedir. Bu anlamda, gizli bir suçta yetkili makamlar elde ettikleri bilgi ve belirtilerden bir suçun işlenmekte olduğunu bilebilmekte ya da tahmin edebilmektedirler. Dolayısıyla, suçüstü hâlinin varlığı için failin eyleminin her durumda herkes tarafından gözlemlenebilir olmasına gerek bulunmamakta, bu hususta yalnızca yetkili makamlarca bilgi edinilmiş olması da yeterli olabilmektedir.

Öte yandan, suçüstü hâlinin varlığı açısından hukukî düzenlemelerde açıkça bir zaman sınırı öngörülmediği göz önüne alındığında, bir zaman sınırlaması getirmek mümkün değildir. Bir olayın hangi ana kadar “suçüstü” olarak nitelendirilebileceği, o olayın özelliklerine, işlenen suça, türüne, işlenme biçimine, icra ile yer ve zaman bakımından gerçekleşen illiyet bağına göre takdir edilmelidir.

Suçüstü hâli doktrinde; dar anlamda ve geniş anlamda suçüstü olmak üzere ikili ayrıma tabi tutulmuştur (Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku, 5. Bası, Sevinç Matbaaası, Ankara – 1978, s. 692, 693). Konumuza ilişkin olarak, asıl suçüstü ya da dar anlamda suçüstü; CMK’nın 2. maddesinin (j) bendinde yer alan (1) numaralı alt bentteki “işlenmekte olan suç”u ifade etmektedir.

Hem 1412 sayılı CMUK, hem de 5271 sayılı CMK’da “suçüstü hâli”ne bağlanan en önemli hukuki sonuçlardan biri de; genelde koruma tedbirleri, özelde de yakalama işlemi açısından kendisini göstermektedir. Nitekim, toplum içinde etkileri, tepkileri ve sonuçları gözlenebilen sosyal bir olgu olarak “suçüstü hâli”nde işlenen bir eyleme ve bu eylemi gerçekleştirdiği iddia edilen kişiye yönelik yapılan ilk usul işlemi çoğunlukla yakalama işlemidir.

5271 sayılı CMK’nın “Yakalama ve Yakalanan Kişi Hakkında Yapılacak İşlemler” başlıklı 90. maddesinde bu durum;

“(1) Aşağıda belirtilen hâllerde, herkes tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir:

a) Kişiye suçu işlerken rastlanması

b) Suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması” biçiminde düzenlenmiştir.

1412 sayılı CMUK’un 127. maddesinde herkes tarafından yapılabilen yakalama işleminin şartları arasında sayılan asıl meşhud suçta, suçun bu hâlde işlenmesinin yanında failin kaçacağından korkulması veya hüviyetinin hemen tespitinin mümkün olmaması şartlarından biri aranmaktaydı. Ancak 5271 sayılı CMK’nın 90. maddesinin birinci fıkrasının aynı kavrama ilişkin (a) bendinde fiilin işlenmekte olması yeterli görülerek, herkes tarafından yakalama yapılabilmesi için 1412 sayılı CMUK’da öngörülen diğer şartların varlığı aranmamıştır. Söz konusu düzenlemelere göre de; işlenmekte olan bir suç açısından suçüstü hâlinin varlığı için eylemin mutlaka herkes tarafından bilinip görülmesi gerekmemekte olup işlenen suçun niteliğine ve işleniş şekline göre, bu suçtan vefailinden yalnızca yetkili makamlarca bilgi sahibi olunması ve yakalama işleminin doğrudan bu makamlarca yapılması da mümkündür.

b) Mütemadi Suçlarda Suçüstü Hâli

Doktrinde, bir suçun mütemadi suç olmasına bağlanan hukukî sonuçlar daha ziyade; ceza ve usul hukuku açısından, işlenen suçun sayısı, teşebbüs, iştirak, meşru savunma, af, suçun işlendiği yer, zaman, şikâyet ve zamanaşımı gibi hususlar üzerinden ele alınıp değerlendirilmektedir. Ancak, mütemadi suçların suçüstü hâli bakımından da irdelenmesi gerekmektedir.

Doktrinde genel kabul gören görüşe göre; mütemadi suçlar suçüstü hâlinde işlenebilen suçlardır. Dahası, Faruk Erem 1978 yılında, Halûk Çolak da 1998 yılında hazırladıkları eserlerinde, İtalyan CMUK’un 237. maddesinde, temadinin sona erdiği ana kadar mütemadi suçun suçüstü sayılacağı hususunun açıkça belirtildiğini ifade etmişlerdir (Faruk Erem, s. 694; Halûk Çolak, s. 21-22). Gerçekten de, 1930 tarihli İtalyan CMUK’un “Suçüstü” başlıklı 237. maddesinin birinci cümlesinde yer alan “Il reato permanente é flagrante fino a che sia cessata la permanenza.” ibaresi “Mütemadi suçta suçüstü, temadinin sona ermesine kadardır.” anlamına gelmektedir. Nitekim bu yöndeki düzenleme, 1988 tarihli İtalyan CMUK’un “Suçüstü Hâli” başlıklı 382. maddesinin ikinci fıkrasında da “Mütemadi suçta suçüstü hali, temadinin sona ermesine kadar devam eder.” anlamına gelecek şekilde “Nel reato permanente lo stato di flagranza dura fino a quando non è cessata la permanenza.” ibaresiyle yer almaktadır.

Nitekim Türk Hukuk doktrininde de benzer şekilde; mütemadi suçlarda, temadi devam ettikçe suçüstü hâlinin devam ettiği, icra hareketlerinin tamamlanmasının gerekmediği, mütemadi suçu oluşturan icra hareketlerinin bir kısmında, sanığın geniş anlamda yakalanmasının yeterli olduğu, kanuni düzenlemelerde bu konuda bir ayrıma gidilmediği görüşü (Hâluk Çolak, s. 23; Burhan Kuzu, Türk Anayasa Hukukunda ve Muhtelif Kanunlarda Yakalama Müessesesi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, S. 1-4, 1985, s. 159) ve suçüstü hâlinde temadinin sona ereceği görüşü savunulmaktadır (M. Emin Artuk – Ahmet Gökcen – M. Emin Alşahin – Kerim Çakır, s. 268).

Gelinen noktada, Türk Hukukundaki silahlı örgüt suçuna ve usul hukukuna ilişkin düzenlemelere ayrıca değinilecek olmakla birlikte, faile atılı mütemadi suçun niteliği, suçun işlenme şekli ve geniş anlamda yakalama şartlarının her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi koşuluyla, mütemadi suçlarda genel olarak failin o suça ilişkin devam eden icra hareketlerinin, bu hareketlerin meydana getirdiği hukuka aykırılığın devam ettiğinin, böylelikle o suçun işlenmekte olan bir suç olduğunun ve geniş anlamda yakalama sonucunda somut olayda dar anlamda suçüstü hâlinin var olabileceğinin kabulü gerekmektedir.

Bununla birlikte, objektif olarak suç, ilgili kamu görevlilerine bildirildiği andan sonra suçüstü niteliği kazanmaktadır. Delil ise, yargılama makamlarının görevlerini yaparken kullandıkları bir araçtır. Yargılama makamında yer alan hâkim, önüne getirilen delilleri inceleyerek veya kendi araştırması sonucunda bir hükme varmaktadır. Dolayısıyla bir olayın kanıtlanması, ancak hâkim önüne gelmesinde söz konusu olmaktadır. Suçüstü durumu ise, hâkim kararından sonra kanıtlanmış ya da kanıtlanamamış olabilmektedir. Bu hususta öncelikle kolektif bir yargılama yapılarak sonuca varılması gerekmektedir. Bu bakımdan suçüstü hâli, başlı başına suçun hukuken kanıtlanması anlamına gelmemektedir.

3) Silahlı Terör Örgütü Üyeliği Suçu Açısından Suçüstü Hâlinin ve Bu Bağlamda Sanığın Hukuki Durumunun Değerlendirilmesi

Özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi olan kamu görevlileri yönünden bu usullere konu olan hukuki teminatlardan faydalanmalarını engelleyen suçüstü hâli, hukuki sonuçları itibarıyla öncelikle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 5. maddesinde ifadesini bulan özgürlük ve güvenlik hakkı ile bağlantılı bir kurum olmakla birlikte, uygulandığı kişinin hâkim veya Cumhuriyet savcısı olması durumunda, söz konusu hakkın yanı sıra evrensel nitelikteki hâkimlik teminatı ilkesi bağlamında sonuçlar doğuran bir özelliği de taşımaktadır. Dolayısıyla suçüstü kurumunun somut olayda uygulanma koşullarının var olup olmadığına dair yorumlarda, söz konusu hak ve ilkeler bağlamında son derece özenli davranılması gerekmektedir.

Yüksek mahkeme üyeleri dışında görev yapan birinci sınıfa ayrılmış ya da birinci sınıf bazı hâkim ve Cumhuriyet savcıları hakkında Yerel Cumhuriyet Başsavcılıklarınca 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 93 ve 94. maddeleri gereğince genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda düzenlenen iddianamelerle; ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve suçüstü halinde işlendiği değerlendirilen silahlı terör örgütüne üye olma, Anayasayı ihlal, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarından cezalandırılmaları istemiyle Yerel Mahkemelere açılan davaların hangi mercide görüleceğine ilişkin Yerel Mahkemeler ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay arasında ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının çözümlenmesi amacıyla dosyaların gönderildiği Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.10.2017 tarihli ve 998-388 sayılı ile benzer uyuşmazlığa ilişkin diğer kararlarında istikrarlı olarak “mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda, daha önce örgütün kendisini feshetmesi, kişinin örgütten ayrılması gibi bazı özel durumlar hariç olmak üzere kural olarak temadinin yakalanma ile kesileceği, dolayısıyla suçun işlendiği yer ve zaman diliminin buna göre belirlenmesi gerektiği, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli konumunda bulunan hâkim ve Cumhuriyet savcıları yakalandıkları anda ‘ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli’nin mevcut olduğu ve 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi gereğince soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağı anlaşılmaktadır” sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu kararlara konu uyuşmazlığın ana eksenini, sanıklara atılı suçun görev suçu mu yoksa kişisel suç mu olduğunun belirlenmesi oluşturduğundan, bu kararlarda mütemadi suç ve suçüstü hâliyle ilgili açıklamalara yalnızca bu kavramların uyuşmazlıkla bağlantısıyla orantılı olarak değinilmiştir.

Gelinen noktada, sanık … müdafisinin olayda sanık yönünden suçüstü hâlinin bulunmadığına dair usuli itirazıyla ve bu itirazla bağlantılı diğer hususlarla ilgisi bakımından, 15.07.2016 tarihli darbe teşebbüsünden sonra, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülen ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinde aynı suçtan kamu davası açılan Anayasa Mahkemesi eski Üyesi …’ın, benzer olayda kendisi ve atılı suç yönünden suçüstü hâlinin bulunmadığına ve tutuklamanın bu yönüyle hukukî olmadığına dair yaptığı bireysel başvuru sonucunda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesince (İHAM) verilen kararın da irdelenmesi gerekmektedir.

Benzer olayda başvurucunun, hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülmek suretiyle, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesinde düzenlenen ve Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri hakkındaki adli soruşturmalar bakımından 6087 ve 2797 sayılı Kanun’larda öngörülen teminatlarla aynı doğrultudaki hukuki teminatlardan usule aykırı olarak yararlandırılmadığına dair başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesince 11.01.2018 tarih ve 15586 sayı ile; bu hususta bir ihlalin olmadığı ve başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.

Başvurucu …’ın sonrasında İHAM’a yaptığı bireysel başvuruda, olayda ağır cezalık suçüstü hâlinin bulunmadığı, bu nedenle hâkimlik teminatından yararlandırılmayarak yapılan yakalama, gözaltı ve tutuklama kararlarının hukukî olmadığına dair iddiayı inceleyen İHAM 16.04.2019 tarihli ve 12778/17 Başvuru numaralı kararında bu hususa ilişkin olarak;

“…

104.  Mahkeme, başvuranın 16 Temmuz 2016 tarihinde yakalandığını ve aynı gün gözaltına alındığını, daha sonra 20 Temmuz 2016 tarihinde silahlı terör örgütü üyesi olmak şüphesiyle tutuklandığını ve 6 Mart 2019 tarihinde aynı suçtan mahkûm edildiğini gözlemler.

105.  Başvurunun konusu, başvuranın ilk tutukluluğu olduğu için belirlenmesi gereken birinci husus, söz konusu zamanda Anayasa Mahkemesi üyesi olan başvuranın, 16 Temmuz 2016 tarihinde yakalandıktan sonra 20 Temmuz 2016 tarihinde tutuklanmasının, Sözleşme’nin 5 § 1 maddesi ile gerekli kılındığı üzere, ‘yasayla öngörülmüş bir usule uygun’ olup olmadığının belirlenmesidir. Başvuranın tutukluluğunun 5 § 1 madde amaçları dâhilinde ‘hukuka uygun’ olup olmadığını ve özgürlüğünden mahrumiyetinin ‘yasa ile öngörülen bir usul uyarınca’ olup olmadığının belirlemek için Mahkeme, ilk olarak, başvuranın tutukluluk halinin Türk hukukuna uygun olup olmadığını inceleyecektir.

106.  Mahkeme, taraflar arasında şu hususun ihtilaf konusu olmadığını belirtir: başvuran, ilgili mevzuat kapsamında Anayasa Mahkemesi üyelerine verilen güvencelere karşın, CMK’nın 100 ve devam maddeleri gereğince yakalanıp gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Tarafların iddiaları ve görüş ayrılıklarına ilişkin husus ise olayların meydana geldiği esnada Anayasa Mahkemesi üyesi olan ve bu itibarla özel bir statüye haiz olan başvuranın genel hükümler uyarınca tutuklanmasının ‘hukukun kalitesi’ (quality of the law) ilkesini karşılayıp karşılamadığıdır.

107.  Mahkeme, başvuranın bu husustaki iddiasını Anayasa Mahkemesi önünde dile getirdiğini ve Anayasa Mahkemesinin de Yargıtay içtihadına atıfta bulunarak mevcut davada genel hükümler uyarınca uygulanan tutukluluk tedbirinin ilgili mevzuata uygun olduğu tespitinde bulunduğunu gözlemler. Anayasa Mahkemesine göre, Anayasa ile 6216 sayılı Yasa gereğince Anayasa Mahkemesi üyelerine tanınan usuli güvencelere rağmen, soruşturma makamlarının ‘başvurana isnat edilen silahlı terör örgütü üyeliği suçunun suçüstü hâli olduğuna ilişkin tespitinin olgusal ve yasal dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılamaz’ (bk. yukarıdaki 42. paragraf).

108.  Mahkeme, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının düzenlediği 16 Temmuz 2016 tarihli dokümanda anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etme suçundan da bahsedilmiş olmasına rağmen, başvuranın 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimiyle alakalı bir suç işlerken yakalandığı veya bu nedenle tutuklandığına dair herhangi bir iddia olmadığını dikkate alır. Aslında, anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etme suçu, başvuranın daha sonra ifadesini alan ve tutuklanmasına karar veren ilgili sulh ceza hâkimi tarafından dikkate alınmamıştır (bk. yukarıdaki 19-20. paragraflar). Başvuran bu nedenle, temelde, soruşturma makamları ve Türk mahkemelerince darbe girişimini düzenleyen silahlı terör örgütü olarak kabul edilen bir yapı olan FETÖ/PDY üyesi olma şüphesiyle özgürlüğünden mahrum bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesi, bu hususların, soruşturma makamlarının suçüstü hâlinin mevcut olduğuna ilişkin tespitinin olgusal ve yasal dayanağını teşkil ettiğine hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesi, bu sonuca varırken, Yargıtay’ın ilgili içtihadına atıfta bulunmuştur (bk. yukarıdaki 42. paragraf).

109.  Bu bağlamda Mahkeme, 10 Ekim 2017 tarihinde verdiği öncü kararda Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, silahlı bir örgüte üye olmak şüphesiyle yakalanan hâkimler açısından suçüstü hâlinin söz konusu olduğu yönünde karar verdiğini dikkate alır (bk. yukarıdaki 63. paragraf). Bu öncü kararda, suç örgütü üyeliği şüphesi bulunan davalarda, yargı mensubu üyesi olan şüphelinin suçüstü hâli mevcut olduğu gerekçesiyle tutuklanması için CMK 100. maddede belirtilen koşulların karşılanmasının yeterli olduğu belirtilmiştir. Suçüstü hâli kavramının, başvuran tutuklandıktan uzun bir süre sonra yapılan bu yeni yargısal yorumunda, Yargıtay’ın mütemadi suçlara ilişkin yerleşik içtihadı temel alınmıştır.

110.  Bu bağlamda, Mahkeme, çoğu kez belirttiği üzere, ulusal hukukun yorumlanması ve uygulanması konusunda asli sorumlu olan ulusal mahkemelerin yaptığı iddia edilen olgusal veya hukuki hataları değerlendirirken sınırlı yetkisi bulunduğunu dile getirir. Ulusal mahkemelerin yorumu keyfi olmadığı veya açıkça makul olduğu sürece (bk. Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], no. 73049/01, § 86, AİHM 2007-I), Mahkemenin rolü, yapılan yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (bk. Waite and Kennedy/Almanya [BD], no. 26083/94, § 54, AİHM 1999-I, ve Rohlena/Çek Cumhuriyeti [BD], no. 59552/08, § 51, AİHM 2015). Mahkemenin, bu nedenle, önündeki davalarda ulusal hukukun yorumlanma ve uygulanma şeklinin Sözleşme’ye uygun olup olmadığını incelemesi gereklidir (bk., mevcut davaya uygulanabildiği ölçüde, Assanidze/Gürcistan [BD], no. 71503/01, § 171, AİHM 2004-II).

111. Bu hususta Mahkeme, genel olarak, yerel mahkemelerin yürürlükteki yasal hükümlere ters düşen istisnaları içtihatlarına dâhil etmeleri halinde yasal kesinlik ilkesinin tehlikeye düşebileceğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda Mahkeme, CMK’nın 2. maddesinin, suçun işlendiği esnada ya da işlendikten hemen sonra tespit edilmesi durumuyla bağlantılı olan suçüstü (in flagrante delicto) kavramının klasik bir tanımına yer verdiğini gözlemlemektedir. Bununla birlikte, yukarıda belirtilen Yargıtay içtihadına göre, CMK’nın 100. maddesi uyarınca, bir suç örgütüne üye olma şüphesi, herhangi bir fiili unsur veya devam eden cezai bir eylem belirtisine ihtiyaç duyulmaksızın suçüstü olarak nitelendirme bakımından yeterli görülebilir.

112. Mahkemeye göre bu, suçüstü kavramının kapsamlı bir yorumu olup, söz konusu kavramın genişletilmesi sonucunda, bir suç örgütüne dâhil olduğundan şüphelenilen hâkimlerin, Türk hukukunun yargı mensuplarına tanıdığı yargısal korumalardan (Anayasa Mahkemesi üyesi olan başvuran da 6216 sayılı Kanun uyarınca söz konusu korumaya tabidir) mahrum bırakılması durumu ortaya çıkar. Sonuç olarak, mevcut davadakine benzer koşullarda, bu kavramın geniş bir şekilde yorumlanması, yürütme organının müdahalelerine karşı yargı mensuplarına sağlanan usule ilişkin güvenceleri etkisiz hale getirmektedir.

113. Mahkeme, bu tür bir yargısal korumanın, hâkimlere, şahsi menfaatleri için değil, görevlerini bağımsız bir şekilde ifa edebilmelerini güvence altına almak amacıyla sağlandığını gözlemlemektedir (bk. yukarıda 102. paragraf). Hükümetin de haklı olarak belirttiği gibi, böyle bir koruma cezadan muaf olma anlamına gelmemektedir. Söz konusu korumanın amacı, genel olarak yargı sisteminin, özel olarak da yargı mensuplarının, adli görevlerini yerine getirirken yargı dışındaki organların ve hatta denetim görevi ifa eden hâkimlerin yasal olmayan kısıtlamalarına maruz kalmalarını engellemektir. Bu bağlamda, Türk mevzuatının, Anayasa’da ve 6216 sayılı Kanun’da yer alan güvencelerin gözetilmesi koşuluyla, Anayasa Mahkemesi üyelerinin tutuklanmaları konusunda bir yasaklama öngörmediğini kaydetmek gerekir. Nitekim söz konusu Kanun’un 16. ve 17. maddelerinde öngörülen usul uyarınca, yargısal dokunulmazlık Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırılabilmekte, kovuşturma açılabilmekte ve tutuklu yargılama gibi önleyici tedbirler uygulanabilmektedir.

114. Bunun yanı sıra, Mahkeme, Yargıtay’ın 10 Ekim 2017 tarihli kararından hareketle (bk. yukarıda 63. paragraf), Yargıtay’ın devam eden suç kavramına ilişkin yerleşik içtihadında, CMK’nın 2. maddesinde öngörüldüğü üzere geçerli bir cezai eylemin varlığını temsil eden suçüstü kavramının kapsamının genişletilmesinin nasıl haklı görülebildiğini anlayabilmiş değildir (bk. yukarıda 52. paragraf). Yargıtay’ın önceki kararlarına bakıldığında, devam eden suçların mahiyetlerinin, ceza mahkemelerinin yargı yetkisinin ve bu tür davalarda kovuşturma bakımından süre kuralının uygulanabilirliğinin belirlenmesi amacıyla böyle bir yaklaşımı benimsediği anlaşılmaktadır (bk. Yukarıda 60-62. paragraflar).

115. Yukarıdakiler ışığında Mahkeme, ulusal mahkemelerin suçüstü kavramının kapsamını genişletmelerinin ve mevcut davada iç hukuku uygulamalarının, sadece yasal kesinlik ilkesi bağlamında bir sorun teşkil etmediği (bk. yukarıda 103. paragraf), aynı zamanda bariz bir şekilde mantıksız olduğu kanaatine varmıştır.

Dolayısıyla, başvuranın Anayasa Mahkemesi üyelerine sağlanan usule ilişkin güvencelerden mahrum bırakılmak suretiyle, CMK’nın 100 maddesi uyarınca tutuklanması, Sözleşme’nin 5 § 1 maddesi gereğince kanunda öngörülen bir usul doğrultusunda gerçekleştirilmemiştir” sonucuna varmıştır.

Burada öncelikle ifade etmek gerekir ki; doktrinde suç niteliğine dair veya başkaca bir ayrım yapılmaksızın, mütemadi suçların salt işlenmeye devam eden suçlardan olduğu gerekçesiyle bu suçlarda suçüstü hâlinin bulunduğuna dair görüşlerin de mevcut olması bir yana, bu genel kabulün haricinde öncelikle değinilmesi gereken husus; örgüt üyeliğine ilişkin genel açıklamalarda da belirtildiği üzere, örgüt üyeliğinin varlığı için failin delillendirilebilir somut hareketleriyle örgütün hiyerarşik yapısına kendi iradesini sürekli olarak teslim etmesinin yeterliliğidir. Dolayısıyla, kişinin gizli bir yapılanma ve somut tehlike suçu niteliğindeki suç örgütünün üyesi olduğunu her an suç teşkil eden başkaca eylemlerle göstermesine gerek olmadığı gibi, bu yöndeki eylemleri zaten ayrı bir suçu oluşturacak ve bu suçları işlerken yakalanması hâlinde o suçlar yönünden de suçüstü hâli gündeme gelecektir. Diğer yandan, failin suç örgütü üyesi olduğuna dair yetkili makamlarca şüphe oluşturan delil ya da delillere ulaşılması vefailin örgüt üyeliğindeki devamlılığın o anki delillere göre saptanması durumunda, örgütün kendisini feshettiğine ya da failin örgütten ayrıldığına dair başkaca delile ulaşılamaması hâlinde, failin örgüt üyeliği hususundaki icra hareketlerine devam ettiğinin, böylelikle bu durumdan bilgisi olan yetkili makamlarca faile CMK’nın 2. maddesinin (j) bendinin birinci alt bendi ve 90. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca bu suçu işlerken rastlandığının, dolayısıyla görünüşteki haklılık unsuru gereğince suçüstü hükümleri doğrultusunda fail hakkında işlem yapılabileceğinin kabulünde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Burada failin cezai eyleminin muhakkak herkes tarafından görülmesi gerekmemekte, yakalama anı itibarıyla örgüt üyeliğinin sürekliliğine dair icra hareketlerinin devam ettiğinin vefailin örgütten ayrılmaya dönük bir eyleminin bulunmadığının yetkili makamlarca bilinmesi yeterlidir. Bunun ötesinde, failin gerçekte örgüt üyesi olup olmadığı veya hakkında CMK’nın 100. maddesinde öngörülen tutuklama şartlarının bulunup bulunmadığı ise farklı bir durumdur. Fail soruşturma evresinde sunacağı deliller doğrultusunda tutuklanmayacağı ya da adli kontrole dahi tabi tutulmayabileceği gibi, kovuşturma evresinde hakkında beraat kararı da verilebilecektir.

Diğer yandan, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17.07.2016 tarihli ve 244/a sayılı kararında; aralarında sanık …’un da bulunduğu Yargıtay Üyeleri hakkında genel hükümlere göre başlatılıp yürütülen adli soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca idari yönden gereği için Yargıtay Başkanlığına bildirilmesi sonucunda; “133 Yargıtay Üyesine isnat edilen ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ön gördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs’ suçunun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, eylemin halen tamamen sona ermemesi ile bu bağlamda ağır cezalık ve suçüstü gibi ağır bir suç soruşturmasının, tehlikenin boyutu ile haklarında gözaltı kararı çıkarılmış olması gözetildiğinde, bu denli ağır bir suç soruşturmasının varlığı karşısında ve ayrıca aynı örgüt kapsamında bir kısım üyeler hakkında Birinci Başkanlığımızca sürdürülen soruşturmaların kapsamı da dikkate alınarak adları geçen üyelerin göreve devamlarının soruşturmanın selameti ve yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceği gözetilerek Yargıtay Kanununun 18/1, 2, 4 fıkraları ile 46. maddeleri gereğince mevcut yetkilerinin kaldırılmasına” karar verildiği ve içeriği itibarıyla bu kararda sanık hakkında ağır cezalık suçüstü hâli nedeniyle genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin usule uygun olduğunun belirtildiği de gözden uzak tutulmamalıdır.

İHAM tarafından Yargıtayca hukuka aykırı olarak geniş yorumlandığı sonucuna varılan suçüstü hâline ilişkin değerlendirmenin salt Yargıtayın yorumundan mı ibaret olduğu, aksi hâlde söz konusu yorumun, konumuza ilişkin olarak iç hukukumuzda yürürlükten kaldırılan ve halen yürürlükte bulunan düzenlemelerle de uyumlu olup olmadığının irdelenmesine gelince;

01.06.2005 tarihinde yürürlükten kaldırılmakla birlikte, suçüstü hâlinde işlenen suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen 3005 sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu’nun 1. maddesi;

“Faili suçu işlediği sırada veya pek az sonra yakalanan:

A) Ağır ceza mahkemesinin vazife gördüğü yerlerdeki belediye sınırları içinde işlenen ağır cezalı meşhud cürümler;

B) (Değişik: 1/12/1980 – 2349/1 md.) Asliye teşkilatı olan yerlerdeki belediye sınırları içinde ve panayırlarda işlenen ağır ceza mahkemelerinin vazifeleri dışındaki meşhud cürümlerle Türk Ceza Kanununun 529, 534, 536, 537, 539, 545, 547, 548, 551, 565, 567, 568, 571, 572, 573, 574, 575 ve 576 ncı maddeleri ile 540 ncı maddenin ikinci fıkrasında yazılı meşhud olarak işlenen kabahatlar hakkında takip ve duruşma bu Kanun hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Bununla birlikte, yine yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun Ek 1. maddesinde;

“1) Anayasa’da yer alan temel hak ve hürriyetlere ideolojik amaçlarla, Devletin Ülkesi ve Milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrılığına dayanılarak nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak maksadiyle işlenen suçlarla, bunlara murtabıt suçları;

2) Türk Ceza Kanununun 179, 180, birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ayrı olmak üzere 188, 201, 254, 255, 256, 257 ve 264 üncü maddelerinde veya 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkındaki Kanunun değişik 12 nci yahut aynı Kanunun ek maddesinin, birinci bendinde yazılı suçlar;

İşleyenler hakkında yapılacak soruşturma ve kovuşturmalar, 3005 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin (A) bendindeki mahal ve aynı Kanunun 4 üncü maddesinde yazılı zaman kayıtlarına bakılmaksızın, bahis konusu kanun hükümlerine göre yapılır.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Bu düzenlemeler doğrultusunda, uyuşmazlık konusuyla bağlantılı olarak, terör suçları bakımından yürütülecek soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde suçüstü hükümlerine göre işlem yapılması öngörülmekteydi.

Diğer yandan, özel soruşturma ve kovuşturma usulleri öngören düzenlemelerden; yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasa’nın 83. maddesi, hâkim ve Cumhuriyet savcılarına ilişkin 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine ilişkin 6087 sayılı Kanun’un 38. maddesi, 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesi ile diğer kamu görevlilerine ilişkin 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 2. maddesinde “ağır cezalık suçüstü hâli” ortak bir kavram olarak kullanılmaktadır. Aynı kavram, suç tarihinden sonra 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesine 680 sayılı KHK ile eklenen ve 7072 sayılı Kanun’la aynen kabul edilerek kanunlaşan altıncı fıkrada da yer almaktadır. İç hukuk düzenlemesi niteliğinde olan ve kişisel suçları nedeniyle Yargıtayın yargılayacağı kişilere yönelik bu düzenlemeyle de, 15.07.2016 tarihinden sonra haklarında örgütlü suçluluk nedeniyle ağır cezalık suçüstü hükümlerine göre işlem yapılan bu kişiler hakkında yetkili makamlarca uygulanan genel hükümlerin ve dolayısıyla fiili durumun suçüstü hâliyle uyumlu olduğu öngörülerek bu doğrultuda yapılacak soruşturma ve kovuşturma işlemleri hüküm altına alınmıştır.

Açıklanan nedenlerle, genelde mütemadi suçlarda temadinin yakalama ile kesileceğine ve o anda suçüstü hâlinin var olduğuna, özelde de olumsuz görev uyuşmazlıklarına konu kararlarda FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi oldukları iddiasıyla yakalanan hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden suçüstü hâlinin bulunduğuna dair Yargıtayca varılan kanaat salt suçüstü hâlinin yargısal, mantıksız ve keyfî yorumuna değil, doktrindeki görüşlere, örgütsel suçluluğun teorisine, dahası ve en önemlisi, yasama organınca istikrarlı vebirbiriyle uyumlu olarak hüküm altına alınan iç hukuk düzenlemelerine dayanmaktadır. Varılan sonuç sonrasında Anayasa Mahkemesince de benimsenmiştir.

İHAM’ın anılan ihlal kararında ise, konunun yalnızca Yargıtayın yorumu üzerinden irdelendiği, bu yorumun aynı zamanda 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesinde yapılan ve kanunlaşan düzenlemelere dayandığının ve bu düzenlemelerle uyumlu olduğunun dikkate alınmadığı ve söz konusu kararda, ülkenin milli egemenliğini temsil eden yasamanın bu düzenlemelerinin İHAS’a ve evrensel hukuk ilkelerine aykırılık teşkil edip etmediği hususunda değerlendirme yapılmadığı görülmektedir.

Uyuşmazlığın çözümünde ayrıca, mütemadi suç ve suçüstü hâli kavramlarından, bu kavramların yukarıda belirtilen hukuki dayanaklarından ve söz konusu kavramların somut olaya uygulanma koşullarından bağımsız olarak; başlı başına suçun niteliği dikkate alınarak failler hakkında özel soruşturma usullerinin uygulanmasına yasal düzenlemelerle bir istisna getirilip getirilmediği hususuna da değinmek gerekmektedir.

Bu bağlamda ele alınması gereken ve 6087 ile 2797 sayılı Kanun’ların yürürlük tarihinden sonra, somut olayımızda suç tarihinden önce 06.03.2014 tarihli ve 28933 sayılı Mükerrer Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15. maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesine eklenen sekizinci fıkrada; “Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” hükmüne yer verilmiştir. Söz konusu düzenlemede görüleceği üzere, aralarında silahlı örgüt suçunun da sayıldığı bazı suçların vahameti ve bu suçlarla korunan hukuki değer dikkate alınarak 2937 sayılı Kanun’da sayılan kişilere yönelik istisna haricinde, bu suçların soruşturmasının genel hükümlere göre yürütüleceği açıkça hüküm altına alınmıştır.

Nitekim özel soruşturma usulllerine istisna getiren benzer bir hükme, Yükseköğretim üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu ve sözleşmeli öğretim elemanlarının ve bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlarının görevleri dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçlarla ilgili yine kural olarak özel soruşturma usulleri uygulanmasının ve buna bağlı hukuki teminatların öngörüldüğü 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun “Disiplin ve Ceza İşleri” başlıklı Dokuzuncu Bölümünde yer alan “Genel Esaslar” başlıklı 53. maddesinin yedinci fıkrasında da “İdeolojik amaçlarla Anayasada yer alan temel hak ve hürriyetleri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrılığına dayanılarak nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak maksadıyla işlenen suçlarla bunlara irtibatlı suçlar, öğrenme ve öğretme hürriyetini doğrudan veya dolaylı olarak kısıtlayan, kurumların sükün, huzur ve çalışma düzenini bozan boykot, işgal, engelleme, bunları teşvik ve tahrik, anarşik ve ideolojik olaylara ilişkin suçlar ile ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinde, yukarıda yazılı usuller uygulanmaz; bu hallerde kovuşturmayı Cumhuriyet Savcısı doğrudan yapar.” şeklinde yer verilmiştir.

Her iki düzenleme birlikte ele alındığında, konumuza ilişkin olarak özellikle de 6087 ve 2797 sayılı Kanun’larda kural olarak özel soruşturma usulleri öngörülmüş olmasına rağmen, sonradan CMK’nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasının yürürlüğe konulması karşısında, yasa koyucunun salt bu fıkrada sayılan suçların niteliğini gözeterek, ayrıca suçüstü hâlinin varlığını araştırmaya gerek bulunmaksızın, 2937 sayılı Kanun’da sayılanlar dışında bu suçları işleyen kişiler hakkında, ilgili kanuni düzenlemeler uyarınca özel soruşturma usulleri uygulanmasının istisnasını öngören bir hüküm ihdas ettiği ve bu yönde bir sistem oluşturduğu anlaşılmaktadır. Ancak İHAM kararında silahlı terör örgütü üyeliği suçunda genel hükümlere göre yürütülen soruşturma işlemlerinin hukukîliği değerlendirilirken söz konusu uygulamanın aynı zamanda CMK’nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasına da uygun olup olmadığı, dolayısıyla uygulamanın bu yönüyle de yargısal ve keyfi yorumun ötesinde iç hukuk düzenlemesine dayanıp dayanmadığı hususunda bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında, sanık müdafisinin olayda suçüstü hâline ilişkin koşulların bulunmadığına ve soruşturmayı yürüten makamların yetkili olmadığına dair usule yönelik itirazı değerlendirildiğinde;

Sanık …’un Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyesi olarak görev yapmaktayken, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensupları tarafından 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü sonrasında, kendisinin de bu örgüte üye olduğu iddiasıyla ve kişisel suç niteliğindeki bu suç açısından suçüstü hâlinin de varlığına dayalı olarak hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütüldüğü ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianame düzenlenerek hakkında Yargıtay 9. Ceza Dairesine kamu davası açıldığı olayda; itiraza konu uygulamanın, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğuna, bu örgütten ayrılmaya dair icrai bir davranışta bulunmadığına ve elde edilen mevcut deliller itibarıyla yetkili makamlarca sanığın cezai eylem niteliğindeki örgüt üyeliğine ilişkin fiilinin icrasına devam ettiği, böylelikle sanığa atılı suçun işlenmekte olduğu hususunda resmi makamlarca edinilen bilgi kapsamında gerçekleştirildiği,

Bununla birlikte, silahlı terör örgütü üyeliği/yöneticiliği suçunun mütemadi suç ve bu suçlar yönünden yakalama anına kadar suçüstü hâlinin söz konusu olduğunu kabul ederek Yargıtayın yargılayacağı kişilere atılı bu suçlarla ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenen diğer kişisel suçların soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin 2797 sayılı Kanun’da değişiklik öngören ve sonradan aynen kanunlaşan hukuki düzenlemelerde, önceden beri 2797 ve 6087 sayılı Kanun’larda öngörülen hukuki teminatların istisnasını teşkil eden “ağır cezalık suçüstü hâli” tabirinin, Yargıtayın yargılayacağı söz konusu kişilere atılı bu suçların da benzer nitelikte olduklarını ortaya koyacak ve bu suçları da kapsayacak şekilde yeniden kullanıldığı,

Diğer yandan, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin usule uygun olduğunun, hem aralarında sanığın da bulunduğu benzer durumdaki yüksek yargı eski üyelerine yönelik Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun kararıyla, hem de sonradan yürürlüğe konulan ulusal hukuk düzenlemeleriyle de kabul edilerek mevcut uygulama sonrasında adli ve idari açıdan devam edecek diğer işlemler öngörüldüğü gibi, aynı zamanda itiraza konu uygulamanın, CMK’nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasında hüküm altına alınan ve sanık hakkında öngörülen özel soruşturma usullerinin istisnasını teşkil eden düzenlemeyle de uyumlu olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; HSK’nın seçimle gelen üyelerinin işledikleri suçlara dair özel soruşturma usullerinin uygulanmasını öngören 6087 sayılı Kanun’un 38. maddesinin uygulanma koşullarının somut olayda oluşmadığı, dolayısıyla, dava konusu olayda sanık hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin doğrudan doğruya iç hukuk düzenlemelerinin verdiği yetkinin kullanılması niteliğinde olduğu, kanunların genişletici ve keyfî olarak yorumlanmasından kaynaklanmadığı, bu hâliyle “hukukun kalitesi” ilkesine de uygun olan itiraza konu uygulamanın hukuka aykırı olmadığı sonucuna ulaşıldığından, sanık müdafisinin bu yöndeki itirazına itibar edilmemiştir.

D- Hakimler ve Savcılar Kurulunun Seçimle Gelen Üyelerinin İşledikleri İddia Olunan Suçlar Bakımından Kovuşturma Makamlarının Belirlenmesi

Anayasanın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. maddesi;

“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir”

“Kanuni hâkim güvencesi” başlıklı 37. maddesi de;

“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.

Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz” şeklinde düzenlenmiştir.

Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarında da, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin, “insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlet” olduğu ifade edilmiş ve “hukuk devletinin temel ilkelerinden biri ‘hukuk güvenliği’ ilkesidir. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Hukuk devletinde kanun metinlerinin ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. ‘Belirlilik’ ilkesine göre ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir” sonucuna varılmıştır.

Hukuk devletinin en önemli unsurlarından birini kanuni hâkim güvencesi oluşturmaktadır. Zira hukuk devletinin alt unsurlarından biri olan hukuk güvenliğinin sağlanmasının ön koşullarından biri kanuni hâkim güvencesidir. Kanuni hâkim güvencesinin sağlanmadığı bir sistemde bireylerin güven içinde hareket edebilmeleri mümkün olamaz. Bireyler herhangi bir hukuki uyuşmazlıkta hangi yargı merci tarafından hangi kurallar uygulanarak yargılama yapılacağını önceden bilmelidir. Aksi bir durumda hukuki öngörülebilirlik ve güvenlik ortadan kalkar. Eğer hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılıyorsa, bu durumda hukuk güvenliğinin zorunlu ön koşulu olan kanuni hâkim güvencesi mutlak anlamda tesis edilmelidir.

Kanuni hâkim güvencesi 1982 Anayasası’nda özel olarak düzenlenmiştir. Anayasa’nın 37. maddesi gereğince herkes kanuni hâkim güvencesine sahiptir. Yine Anayasa Mahkemesinin istikrarlı kararlarında belirtildiği gibi, “kanuni hâkim güvencesi” suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesi olarak tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla “kanuni hâkim güvencesi”, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra özel olarak kurulmasına veya hâkimin atanmasına engel oluşturmaktadır.

Bu noktada, bir yargı yerinin, kuruluş, görev, işleyiş ve izleyeceği yargılama usulü itibarıyla hukuki yapılanmasının, doğal hâkim ilkesine uygunluğunun sağlanabilmesi için, bu alana ilişkin belirlemenin kanunla yapılmış olması tek başına yetmez. Ayrıca sözü edilen belirlemenin, yargılanacak olan uyuşmazlığın gerçekleşmesinden önce yapılmış olması da gerekir. Bu nedenle, doğal hâkim ilkesinin bünyesinde, “kanuniliğin” yanı sıra “önceden belirlenmiş” olmaya da yer verilmiştir.

Öte yandan, olağanüstü mahkeme kurma yasağı içeren kanuni hâkim güvencesi özel soruşturma ve kovuşturma usulleri izleyen özel/uzman mahkemelerin kurulmasına engel oluşturmamaktadır. Diğer bir ifadeyle olağanüstü mahkeme ile özel/uzman mahkeme kavramları aynı anlama gelmemektedir. Bir hukuk sisteminde bazı suçlarla etkin bir şekilde mücadele etmek için özel soruşturma ve kovuşturma usulleri izleyen yargı mercileri kurulabilir. Örneğin terör ve organize suçlarla etkin bir şekilde mücadele etmek bu tür özel/uzman yargı mercilerin kurulmasını gerekli kılabilir.

Kanuni hâkim güvencesi tüm yargılamalarda geçerli olan bir ilke olmakla beraber ceza yargılamalarında çok daha önemli olmaktadır. Nitekim ceza soruşturma ve kovuşturmaları özgürlük gibi bireylerin en temel haklarından birine yapılmış doğrudan ve radikal bir müdahale niteliğindedir. Dolayısıyla kişi hürriyetinin sahip olduğu önem, bireylere ceza yargılamalarında daha yüksek güvencelerin sağlanmasını gerektirmektedir. Kanuni hâkim güvencesi söz konusu güvencelerin ilk basamağını oluşturmaktadır. Zira adil ve güvenceli bir yargılama için her şeyden önce yargı yetkisi kullanacak merci olması gerektiği şekilde kurulmalı ve görev yapmalıdır. Aksi takdirde adil yargılanma hakkı kapsamında bireylere sağlanan bağımsız ve tarafsız bir yargı yerinde makul sürede yargılanma, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama gibi güvencelerin bir önemi kalmayacaktır. Zira tüm bu güvenceler ancak olağan mahkemelerin varlığı halinde işlevsel olabilecektir.

Gelinen aşamada, suç tarihi itibarıyla Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılayacağı kişilere atılı ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenen kişisel suçlar bakımından kovuşturma makamı Yargıtay Ceza Genel Kurulu iken, sonradan olağanüstü hâl döneminde yürürlüğe konulan 680 sayılı KHK bu makamın Yargıtay ilgili ceza dairesi olarak değiştirilmesinin ve yargılamanın bu doğrultuda Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasının tabii hâkim ilkesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.

Bilindiği üzere; 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün savuşturulmasından hemen sonra Milli Güvenlik Kurulu 20.07.2016 tarihinde yaptığı toplantıda “demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla” Hükûmete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunmayı kararlaştırmıştır. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20.07.2016 tarihinde, ülke genelinde 21.07.2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21.07.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin karar, aynı gün TBMM tarafından onaylanmıştır. TBMM Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında Hükûmet adına söz alan Adalet Bakanı, olağanüstü hâl ilan edilme nedenini “… darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi, bundan sonra da demokrasimiz ve hukuk devletimiz, milletimiz, millî irade ve ülkemiz için tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması, bir daha hiçbir şekilde darbe teşebbüsünün tekrarlanmaması ve bu konuda bu amaçla alınması gereken tedbirlerin hızlı ve kararlı bir biçimde alınıp hayata geçirilmesini sağlamak maksadıyla olağanüstü hâl ilan edilmesi yönündeki görüş … Bakanlar Kuruluna iletilmiştir. Cumhurbaşkanımızın başkanlığında Anayasa gereği toplanan Bakanlar Kurulumuz, bu görüş doğrultusunda Türkiye’de üç ay süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir … Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini korumak, temel hak ve hürriyetleri korumak, genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarını önlemek, başarısız kılınan darbe teşebbüsünün tekrarı ile bundan sonra Türkiye’de darbe teşebbüslerine teşebbüs edilebilmesinin önüne geçmek, halkımıza en büyük kötülüğü yapan, kamu düzenimizi bozan, ekonomimize zarar veren, demokrasimizi, hukuk devletimizi, millî irademizin tecelligâhı Meclisimizi ve seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Hükûmetimizi darbe teşebbüsüyle yok etmeye çalışan, devletimizi âdeta bir kanser hücresi gibi sarmış bulunan bu Fetullahçı terör örgütüyle ve bu örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, Emniyet ve üniversitelerimiz başta olmak üzere, kamu içindeki bütün uzantılarının kamudan temizlenmesi ve demokrasimizin, devletimizin, milletimizin, hukuk devletimizin emniyeti bakımından tam emniyetli hâle getirilmesi ve bunların ülkemiz için, demokrasimiz ve hukuk devletimiz için bir daha tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması maksadıyla bu karar alınmıştır.” sözleriyle ifade etmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti 21.07.2016 tarihinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne; Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir.

Olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 05.10.2016, 03.01.2017 ve 17.04.2017 tarihlerinde alınan kararlarla üçer ay daha uzatılmıştır.

Olağanüstü hâl KHK’lar konu, amaç, yer ve süre bakımından olağan KHK’lardan farklı özellikler taşımaktadır. Her şeyden önce, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl KHK’ları, olağan KHK’lar bakımından Anayasa’nın, söz konusu düzenlemelerin yapıldığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 91. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen “…sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.” şeklindeki sınırlamaya tabi tutulmamıştır. Başka bir ifadeyle, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümünde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler de 680 sayılı KHK’nın kabul edildiği ve yürürlüğe konulduğu tarih itibarıyla olağanüstü hâl KHK’ları ile düzenlenebilmekteydi. Hatta bu hususlarda düzenleme yapılabilmesinden de öte, söz konusu KHK’larla, Anayasa’nın 15. maddesi uyarınca, bu maddenin ikinci fıkrasındaki çekirdek temel haklara dokunmamak kaydıyla, temel hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilmekte veya bunlar için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmekteydi.

Buna karşın, olağanüstü hâl KHK’ların “sebebe bağlı” işlem olmaları nedeniyle, Anayasa’nın yine söz konusu 680 sayılı KHK’nın yürürlüğe konulduğu dönemde yürürlükte bulunan 121. maddesi uyarınca sıkıyönetim veya olağanüstü hâlin gerekli kıldığı konularda çıkarılabileceği düzenlenmişti. Ayrıca Anayasa’nın 15. maddesi uyarınca, bu düzenlemelerin “milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi” ve “durumun gerektirdiği ölçüde” olması da anayasal bir zorunluluktu.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen 148. maddesinin birinci fıkrasının, 680 sayılı KHK’nın yürürlüğe konulduğu tarih itibarıyla uygulanması gereken hâlinde; olağanüstü hâllerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamayacağı hükme bağlanmıştır.

Bu durumda öncelikle belirtmek gerekir ki; kovuşturma makamlarına dair değişikliklerin yapıldığı tarih itibarıyla uygulanması gereken söz konusu Anayasal düzenlemeler karşısında; kural olarak olağanüstü hâl KHK’ları ile Anayasa’nın 37. maddesinde güvence altına alınan kanuni hakim güvencesiyle ilgili düzenlemeler yapılmasında hukuka aykırı bir durumun söz konusu olmadığı ve bu düzenlemelere karşı soyut norm denetimi yoluna gidilemeyeceği anlaşılmaktadır.

Kovuşturma makamına dair KHK ile yapılan değişikliğin, Yargıtayın iç işleyişine dair olağan bir düzenleme olmanın ötesinde, yargılanacak kişilerin kanuni hâkim ilkesini Anayasal sınırlar içerisinde dahi kısıtlayan bir yönünün olup olmadığı hususunun irdelenmesine gelince;

Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere kanuni hâkim güvencesi; yeni kurulan mahkemelerin veya kurulu bulunan mahkemelere yeni atanan hâkimlerin, önceden işlenen suçlara ilişkin olarak hiçbir şekilde yargılama yapamayacakları biçiminde anlaşılamaz. Belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmamak kaydıyla, yeni kurulan bir mahkemenin veya kurulu bulunan bir mahkemeye yeni atanan hâkimin kurulma veya atanma tarihinden önce gerçekleşen uyuşmazlıklara bakması kanuni hâkim güvencesine aykırılık teşkil etmez (AYM, E. 2014/164, K. 2015/12, 14.01.2015). Bu kapsamda bir kuralın belirli bir suçun işlenmesinden sonra bu suça ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamaması, yürürlüğü müteakip kapsamına giren tüm davalara uygulanması hâlinde doğal hâkim ilkesine aykırılık söz konusu olamaz (AYM, E. 2009/52, K. 2010/16, 21.01.2010).

Anayasa’nın 154. maddesinin birinci fıkrasında, Yargıtayın kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı; aynı maddenin beşinci fıkrasında da Yargıtayın kuruluşunun, işleyişinin, Başkan, Başkanvekilleri, Daire Başkanları ve Üyeleri ile Cumhuriyet Başsavcısının ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin niteliklerinin ve seçim usullerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır.

Bu düzenlemeler doğrultusunda yürürlüğe konulan 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 1. maddesinde de Yargıtayın bağımsız bir yüksek mahkeme olduğu açıkça ifade edilmiştir.

Öte yandan, hem Yargıtay Daireleri, hem de Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2797 sayılı Kanun’un 3. maddesinde Yargıtayın karar organları arasında sayılmış, aynı Kanun’un 4. maddesi uyarınca Yargıtay dairelerinde bir başkan ve yeteri kadar üye bulunacağı, 7. maddesi uyarınca da Ceza Genel Kurulunun ceza dairelerinin başkan ve üyelerinden oluşacağı öngörülmektedir.

Yargıtay Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevi, 2797 sayılı Kanun’un 15. maddesinde suç tarihi itibarıyla;

“1. Yargıtay dairelerinin bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek,

2. a) (Ek: 26/9/2004-5235/51 md.) Aynı veya farklı yer bölge adliye mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar bakımından hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında uyuşmazlık bulunursa,

b) Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunursa, c) Yargıtay dairelerinden biri; yerleşmiş içtihadından dönmek isterse, benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunursa, bunları içtihatların birleştirilmesi yoluyla kesin olarak karara bağlamak,

3. Yargıtay Başkan ve üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ile yargılama görevi özel kanunlarınca Yargıtay Genel Kurullarına verilen kişilere ait davaları ilk mahkeme olarak görmek ve hükme bağlamak ve ilk mahkeme olarak özel dairelerce verilen hüküm ve kararların temyiz ve itiraz yoluyla incelenmesini yapmak,

4. Kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek.

Hukuk ve Ceza Genel Kurullarına katılmak zorunda olan Başkan ve üyelerin belirlenmesine ilişkin esaslar, görüşmelerin gündemi, yönetimi, çalışma gün ve saatleri, oylama ve karar, ön sorun ve öncelikle karara bağlanacak hususlar, kararın çıkmış sayılması, kanun hükümleri çerçevesinde Yargıtay İç Yönetmeliği ile düzenlenir.” biçiminde düzenlenmişti.

Aynı Kanun’un “Yargıtay Üyelerinin Nitelikleri ve Seçimi” başlıklı 29. maddesinde ise; Yargıtay üyelerinin, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra en az üç yıl süre ile başarılı görev yapmış vebirinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından seçileceği hükme bağlanmıştır.

Bununla birlikte; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2018 tarihli ve 389-420 sayılı kararında; Yargıtay Daireleri arasındaki görev ilişkisinin, adli yargı ilk derece mahkemeleri arasında var olan ve kamu düzenine ilişkin bulunan görev ilişkisi niteliğinde olmayıp 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 6545 sayılı Kanun’la değişik 14. maddesinde yer alan “hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında iş bölümü esasına göre çalışır” şeklindeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere; idari nitelikte iş bölümü ilişkisi olduğu, ancak kamu düzenine ilişkin görev ve bu husustaki uyuşmazlığın değerlendirilmesi açısından ilk derece yargılamasına konu dosyayı ele alan ve davaların birleştirilmesi hususunda farklı görüş bildiren Özel Dairelerin birbirinden farklı mahkemeler değil, istisnai hâllerde ilk derece yargılaması yapan “Yargıtay”, dolayısıyla tek mahkeme olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Anayasa’nın ilgili hükümleri, 2797 sayılı Kanun ve Ceza Genel Kurulunun 09.10.2018 tarihli ve 389-420 sayılı kararı birlikte değerlendirildiğinde; temelde bağımsız bir mahkeme olarak kurulan Yargıtayın karar organları olan daireleri ile genel kurulların oluşumu ve çalışma usulleri itibarıyla, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılacak yargılamalar yönünden bu organlar arasında mahkemenin bağımsızlığını ve tarafsızlığını ortadan kalkmasına dair bir nedenin bulunmadığı, diğer yandan, suç tarihinden önce ve genel nitelikteki düzenlemelerle hem bu karar organlarının oluşturulup çalışma usullerinin düzenlendiği, hem de dairelere ve genel kurullara katılacak üyelerin bu düzenlemeler doğrultusunda seçilerek aynı güvence ve hukuki statüyle görev yaptıkları, söz konusu düzenlemelerle, mevcut dosyaların yoğunluğu itibarıyla özelde ve çoğunlukla kişisel suç niteliğindeki FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubiyeti iddiasıyla haklarında genel hükümlere göre soruşturma yürütülen yüksek mahkeme eski üyelerine atılı bu suçlardan dolayı yapılacak kovuşturma işlemleri belirlenmiş ise de, sonradan aynen kabul edilerek kanunlaşan bu usullerin aynı zamanda 2797 sayılı Kanun’da sayılan kişilerin ağır cezayı gerektiren ve suçüstü hâlinde işlenen tüm suçları açısından da uygulanacak olması, yine bu kişiler yönünden kovuşturma yapma yetkisinin suç tarihindeki düzenlemeden farklı olarak “Yargıtay” dışında farklı bir makama devredilmemesi hususları birlikte değerlendirildiğinde; kovuşturma yapma yetkisinin Genel Kuruldan alınarak ilgili ceza dairesine verilmesine yönelik düzenlemenin, suç tarihinden sonra olağanüstü mahkeme kurulması niteliğinde olmadığı, böylelikle kanuni hâkim ilkesine aykırı olarak yargılama yapılmadığı ve bu düzenlemenin temel hak ve özgürlüklere müdahale niteliği dahi taşımayan, salt Yargıtayın iç işleyişine yönelik usulî bir düzenleme olduğu anlaşılmaktadır.

Son olarak, 2797 sayılı Kanun’da ve diğer özel kanunlarda sayılan kişilerin kişisel suçları bakımından Yargıtay 9. Ceza Dairesinin kovuşturma yapmakla görevlendirilmesine ilişkin düzenlemelerin İHAS’ın 6. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı yönünden de irdelenmesi gerekmektedir.

Terör suçlarına ilişkin davalara yönelik kanun yolu incelemeleri Yargıtay 16. Ceza Dairesince yapılmakta iken, bu suçlardan kaynaklanan davalardaki artış, bu artışın Yargıtayın tali ve istisnai görevi olan ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapma görevine de yansıması ve bu nedenle oluşan ciddi iş yoğunluğu, beraberinde daireler arasında bu hususta da iş bölümü yapılması sonucunu doğurmuştur. Bu bağlamda 2797 sayılı Kanun’da ve diğer özel kanunlarda sayılan kişilerin kişisel suçlarında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılması hususunda Yargıtay 9. Ceza Dairesi görevlendirilmiş, Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanınca hazırlanan Çalışma Yönergesine göre ise; iş yoğunluğu nedeniyle Dairede birden fazla heyet oluşturularak çalışma usulüne gidilmiştir.

Suç tarihinden önce ve sonrasında da 2018 yılının Eylül ayına kadar Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise, 2797 sayılı Kanun’da ve Yargıtay İç Yönetmeliği’nde düzenlenen çalışma usulleri gereğince, değişken üyelerle haftada ancak bir kez toplanabilen ve zamanaşımı yakın, tutuklu iş niteliğinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının mahiyeti ve infaza dair olası hukuki sonuçları vb. nedenlerle önceliği bulunan dosyaların yoğun olarak görüşüldüğü bir karar organı olarak faaliyet göstermekteydi. Söz gelimi, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen sayısal verilere göre; 2017 yılında özetle 271’i itiraz, 877’si direnme olmak üzere esasa kaydedilen toplam 1148 dosyanın toplam 524’ü karara bağlanmış, karara bağlanan dosya sayısı 2018 yılında da 698 olarak ortaya çıkmaktadır.

24.12.2017 tarihli ve 30280 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 696 sayılı KHK’nın 45. maddesiyle, 2797 sayılı Kanun’a eklenen geçici 16. madde ile;

“Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulunun içtihadı birleştirme toplantılarına ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla, 31/12/2022 tarihine kadar bu kurulların oluşumu ve çalışma usulü hakkında aşağıdaki hükümler uygulanır.

a) Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulu, her hukuk ve ceza dairesinden en az bir üye olmak kaydıyla Birinci Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen yirmişer üyeden oluşur. Bu kurullara, Birinci Başkan veya ilgili başkan vekili, bunların bulunmaması halinde kurulların en kıdemli üyesi başkanlık eder.

b) Üyeler Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulunda sürekli olarak görev yaparlar. Ancak, iş durumu göz önüne alınmak suretiyle üyelerin daire çalışmalarına katılmalarına Büyük Genel Kurul tarafından karar verilebilir.

c) Kurullarda toplantı ve görüşme yeter sayısı onbeştir. Toplantıda bulunanların üçte ikisinin oyu ile karar verilir. Birinci toplantıda üçte iki oy çoğunluğu sağlanamazsa ikinci toplantıda bulunanların çoğunluğuyla karar verilir

Bu maddede hüküm bulunmayan hallerde, Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulunun çalışmasına ilişkin bu Kanunun mevcut hükümleri uygulanmaya devam olunur.” biçimindeki düzenleme, 08.03.2018 tarihli ve 30354 sayılı mükerrer Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7079 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 40. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır. Böylelikle 2018 yılının Eylül ayından itibaren Yargıtay Ceza Genel Kurulu, mevcut görevlerinin yerine getirilmesi hususunda sabit heyetle toplanıp karar vermeye başlamıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunda suç ayrımı yapılmaksızın tüm dairelerden gelen dosyaların karara bağlanmasına, derdest dosyaların çokluğu ve niteliğine, çalışma usulleri gereği önceden değişken tek heyet, sonradan ise sabit tek heyet hâlinde ve haftada en fazla 1-2 gün toplanabilmesine karşın, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bir uzmanlık mahkemesi biçiminde faaliyet göstermesi, bu Dairenin dahi yargılamaların makul sürede tamamlanabilmesi için haftanın bir çok günü vebirden fazla heyetle toplanarak yargılama yapıyor olması, mevcut çalışma prensipleri ve suç tarihinden sonra ortaya çıkıp belirginleşen iş yoğunluğu da dikkate alındığında, kişisel suçları nedeniyle Yargıtay’da yargılanacak kişilerin kovuşturma makamının Yargıtay Ceza Kurulu olarak belirlenmesi, bu Kurulun önceden istisnai görevi olarak öngörülen yargılama yapma yetkisini asli görevi hâline getireceği, bu nedenle hem derdest dosyaların, hem de kovuşturma yapılmak üzere gelen dosyaların adil yargılanma hakkına uygun olarak makul sürede tamamlanmasının imkânsızlaşacağı, dolayısıyla kovuşturma yapma yetkisinin Yargıtay ilgili ceza dairesine devredilmesine dair düzenlemenin, salt Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bu görevin yerine getirilmesindeki zorluk yerine, adil yargılanma hakkının sağlanması gibi evrensel hukuk ilke ve kuralları açısından uluslararası üst normlardan kaynaklanan zorunluluğun gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu değişiklik üzerine kovuşturmanın Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılmasının usul ve kanuna uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Bu nedenle; sanık müdafisinin, sanığın kanuni hâkim ilkesine aykırı şekilde Yargıtay 9. Ceza Dairesinde yargılandığına ilişkin usuli itirazı da yerinde görülmemiştir.

2- SAV; Sanık müdafisi; Türk Hukukunda Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle üç dereceli yargı sistemine geçildiğini, bu bakımdan sanık hakkında iki dereceli yargı sisteminin uygulanmasının hukuka aykırı olduğunu ve bu suretle sanığın adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.

Değerlendirme;

Sanığa atılı kişisel suç yönünden kovuşturma makamının ilk derece mahkemeleri olmayıp görevli mercinin Yargıtay 9. Ceza Dairesi olması, 25.03.2016 tarihi itibarıyla iç hukukumuzun bir parçası hâline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) Ek 7 nolu Protokolünün 2. maddesinde; ilgili kişinin, hakkında kurulan hükmü daha yüksek bir mahkemeye inceletme hakkının bulunduğunun belirtilmesi, CMK’nın 304. maddesinin dördüncü fıkrasının; ilk derece mahkemesi tarafından verilen ve doğrudan temyiz yolu açık bulunan hükümlere ilişkin usul kurallarını ihtiva etmesi ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 41. maddesinin ikinci fıkrası ile aynı Kanun’un 15. maddesinin üçüncü fıkrasında, ilk derece mahkemesi olarak Özel dairelerce verilen hükümlerin Ceza Genel Kurulunca temyiz yoluyla inceleneceğinin belirtilmesi karşısında; sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün “temyiz” kanun yoluna tâbi olduğu ve somut olayda üç dereceli yargı sisteminin söz konusu olmayıp istinaf kanun yolu denetiminden geçmesi gereken bir hüküm bulunmadığı açıktır.

Bu itibarla, sanık müdafisinin bu yöndeki usulî itirazına da itibar edilmemiştir.

Burada ifade etmek gerekir ki; sözlülük, yüz yüzelik ve doğrudan doğruyalık ilkelerini uygulayarak geçmişte olan bir olayın nasıl meydana geldiğini ortaya çıkarmak suretiyle öğrenme muhakemesi yapan ilk derece mahkemesince yapılan tespitlerin ve varılan kanaatin, belirsiz, eksik, çelişkili, mantık ve deneyim kurallarına aykırı olmadığı müddetçe, temyiz kanun yolunda temyiz mahkemesince maddi olgu yönüyle yeniden tespit ve kanaat oluşturulup değiştirilmemesine özen gösterilmesi gerekmektedir.

3- SAV; Sanık müdafisi; soruşturma aşamasında sanığın iş yerinde yapılan arama işlemi sonucunda el konulan materyaller üzerindeki arama işleminin CMK’nın 134. maddesine aykırı yapıldığını, bu nedenle söz konusu materyaller üzerinde yapılan inceleme sonucu elde edilen delillerin CMK’nın 217. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu ve hükme esas alınmaması gerektiğini ileri sürmüştür.

Değerlendirme;

Özel Dairece yapılan yargılama sonucunda, sanığın iş yerinde ele geçirilen materyaller üzerindeki incelemelerde suç unsuruna rastlanılmadığı gerekçesiyle, elde edilen delillerin sanığa atılı suçun sübutunda ve uygulanan kanun maddelerinin belirlenmesinde dikkate alınmadığının gerekçeli kararda açıkça belirtilmesi karşısında; söz konusu materyallerin elde ediliş biçimine dair hukukî tespitlerde bulunulmasının temyiz incelemesinin kapsamı ve amacı yönünden gerekli ve sonuca etkili olmadığı anlaşıldığından; sanığın iş yerinde ve buradaki materyaller üzerinde gerçekleştirilen arama işleminin ve elde edilen delillerin hukuka uygun olup olmadığı hususunda değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

4- SAV; Sanık müdafisi; sanık hakkında düzenlenen iddianamenin kabulü şartlarının oluşmadığını, bu nedenle iddianamenin iadesi gerektiğini, buna karşın iddianamenin iadesine ilişkin talebin hukuka aykırı olarak reddedildiğini ve gerekçe belirtilmeksizin iddianamenin kabul edilerek kovuşturma aşamasına geçildiğini, sonrasında da Özel Dairece bir çok yere müzekkere yazılarak delil araştırması yapıldığını ileri sürmüştür.

Değerlendirme;

5271 sayılı CMK’nın 170. maddesinin birinci fıkrasında kamu davasını açma görevinin Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirileceği belirtildikten sonra, aynı maddenin devam eden fıkralarında; soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısının bir iddianame düzenleyeceği, görevli ve yetkili mahkemeye hitaben düzenlenen iddianamede; şüphelinin kimliğinin, varsa müdafisinin, maktul, mağdur veya suçtan zarar görenin kimliğinin, mağdurun veya suçtan zarar görenin vekilinin veya kanunî temsilcisinin, açıklanmasında sakınca bulunmaması halinde ihbarda bulunan kişinin kimliğinin, şikâyette bulunan kişinin kimliğinin, şikâyetin yapıldığı tarihin, yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddelerinin, yüklenen suçun işlendiği yerin, tarihin ve zaman diliminin, suçun delillerinin, şüphelinin tutuklu olup olmadığının; tutuklanmış ise, gözaltına alma ve tutuklama tarihleri ile bunların sürelerinin gösterileceği hüküm altına alınmıştır.

Yine bu madde uyarınca; iddianamede, yüklenen suçu oluşturan olayların, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanacağı, iddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususların değil, lehine olan hususların da ileri sürüleceği, iddianamenin sonuç kısmında da, işlenen suç dolayısıyla ilgili kanunda öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangilerine hükmedilmesinin istendiğinin; suçun tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, ilgili tüzel kişi hakkında uygulanabilecek olan güvenlik tedbirinin açıkça belirtileceği öngörülmüştür.

Aynı Kanun’un “İddianamenin iadesi” başlıklı 174. maddesi uyarınca ise; mahkeme tarafından, iddianamenin ve soruşturma evrakının verildiği tarihten itibaren on beş gün içinde soruşturma evresine ilişkin bütün belgeler incelendikten sonra, eksik veya hatalı noktalar belirtilmek suretiyle; 170. maddeye aykırı olarak düzenlenen, suçun sübûtuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut bir delil toplanmadan düzenlenen, ön ödemeye veya uzlaşmaya tâbi olduğu soruşturma dosyasından açıkça anlaşılan işlerde ön ödeme veya uzlaşma usulü uygulanmaksızın düzenlenen iddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığına iadesine karar verileceği, ancak suçun hukukî nitelendirilmesi sebebiyle iddianamenin iade edilemeyeceği düzenlenmiştir.

Cumhuriyet savcısı, CMK’nın 170. maddesinde belirtilen koşullar doğrultusunda iddianame düzenleyerek kanunda öngörülen amacına ulaşmış olduğundan, Cumhuriyet savcısının mahkemece verilecek iddianamenin kabulü kararına karşı mantıken bir itiraz yetkisi bulunmamaktadır. Bununla birlikte CMK’da, aynı hususta şüpheliye de herhangi bir itiraz hakkı tanınmamıştır. Şu halde, mahkemece yasal süre içerisinde verilen iddianamenin kabulü kararı kesin niteliktedir.

Bununla birlikte, CMK’nın 191. maddesinde “iddianamenin kabulü kararının okunarak anlatılması” durumundan söz edilmekteyse de, bu kararın içeriğinin nasıl olması gerektiğine ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması durumu Anayasal bir zorunluluk arz ettiğine göre; her ne kadar iddianamenin kabulü kararının gerekçeli olmasına ilişkin özel bir düzenlemeye yasada yer verilmemişse de, mahkeme ister iddianamenin kabulüne ister iadesine karar vermiş olsun, hangi gerekçelerle ilgili kararı verdiğini açıkça belirtmek durumundadır. Ayrıca iddianamenin kabulü kararlarının gerekçeli olması durumu; esas mahkemesinin savcılık iddiasını yeterli şüphe olarak ele alıp almadığının, ve detaylı inceleme yapmaksızın eleştirisiz iddiayı kabul ederek iddianamenin kabulüne karar vermesi şeklindeki kurumun fonksiyonunu yitirici uygulanmaların denetlenmesi bakımından önem taşımaktadır. Çünkü kanun koyucu iddianamenin değerlendirilmesi yetkisi ve görevini esas mahkemesine vermekle, esas mahkemesini Cumhuriyet savcılığının delil araçlarını takdirinden bağımsız, yeterli şüphenin incelenmesine zorlamıştır. Bu bakımdan, iddianamenin kabulü kararı verilmesi durumunda, mahkemenin ön yargı hâlinde bulunmadığını teyit için özellikle gerekçeye ihtiyaç vardır. Bu nedenle, hangi sebeplerle iddianamenin kabulüne karar verildiği açıkça belirtilmelidir. Ancak bu durumda karar kriteri esas olarak tek başına “yeterli şüphenin” mevcudiyeti olarak dahi gösterilebilecektir. Zira, mahkemenin esas yapması gereken inceleme, “iddiada aktarılan geçmişteki olayın bütününün bir suç fiilinin şüphelisini yeterli derecede şüphe gösterip göstermediği”, yani yapılacak yargılama sonucunda bir mahkûmiyetin muhtemel olup olmadığı hususundadır (Burcu Ertem, Kamu Davasının Açılması ve İddianamenin İadesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara – 2007, s. 180-181).

Ayrıca ifade etmek gerekir ki; ceza muhakemesi hukukumuzda duruşmanın doğrudan doğruyalığı (yüz yüzelik) ve sözlülük ilkeleri esas alınmış olup hüküm verecek olan mahkeme hâkimi sanık, tanık ve olayın tüm delilleri ile birebir karşı karşıya gelecektir. Böylece, belirtilen ilkeler ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yer alan “adil yargılama” hakkının temel gerekleri ve CMK’nın 217. maddesi uyarınca hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilecektir.

Yine, ceza yargılamasında hangi hususun hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp delil serbestisi içinde yargılama yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delili kullanmak suretiyle sanığın aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de araştırıp değerlendirerek kuşkudan arınmış bir sonuca ulaşmalıdır. Yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilir.

Ceza muhakemesinin amacı, usul kurallarının öngördüğü ilkeler nazara alınarak, somut gerçeğin her türlü şüpheden uzak biçimde kesin olarak ortaya çıkarılmasıdır. Bu bağlamda 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu; adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılarak maddi gerçeğe varmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle, ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle, adaletin tam olarak tecelli edebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.

Bu doğrultuda, 5271 sayılı CMK’da delillere ilişkin düzenlemelerde mahkemenin de her bir delile re’sen ulaşıp o delili tartışmaya açmasına imkân tanınmıştır. Çözümü özel ve teknik bilgiyi gerektiren hâllerde re’sen bilirkişiye başvurulabilmesi, naip veya istinabe olunan hâkim tarafından keşif yapılabilmesi gibi düzenlemeler de bu yöndeki kabulü doğrular niteliktedir. Aynı şekilde, CMK’nın 332. maddesi uyarınca, mahkemenin çeşitli kurumlardan yazılı olarak bilgi isteyebilmesi de talep koşuluna bağlanmamıştır. Dolayısıyla, medeni muhakemeden farklı olarak ceza muhakemesinde benimsenen en önemli prensibin, hâkimin de delil araştırabilmesi olduğu anlaşılmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında sanık müdafisinin usulî itirazları değerlendirildiğinde;

Mahkemece iddianamenin kabulüne karar verildikten sonra yargılamanın durdurularak iddianamenin iadesine karar verilmesine kanunen imkân bulunmadığı gibi, sübuta etki eden delillerin toplanması ve hükmün kurulmuş olması karşısında bu yöndeki talebin sonuca etkisinin de olmadığı,

Öte yandan, sanık hakkında düzenlenen iddianame üzerine Özel Dairece “İncelenen iddianamede Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 170/3. maddesindeki bilgilerin yer aldığı, atılı suçu oluşturan olayların mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklandığı, sanığın lehine ve aleyhine olan hususların ileri sürüldüğü, işlenen suç dolayısıyla ilgili kanunda öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinin hangilerine hükmedilmesinin talep edildiği” gerekçesiyle verilen iddianamenin kabulü kararında; sanıkla ilgili aktarılan maddi olayla, bu olayın vasıflandırıldığı cezai eylem arasında yeterli şüphenin bulunduğu hususunda açıklamaya yer verilmesinin yeterli olması karşısında; söz konusu kararda yeterli gerekçenin bulunduğu, yine, yargılamanın geldiği aşama itibarıyla bu yöndeki bir itirazın da sonuca etkili olmadığı,

Ayrıca, ceza muhakemesine hâkim olan re’sen araştırma ve delillerin serbestçe değerlendirilmesi ilkesi doğrultusunda, kovuşturma makamınca gerekli görüldüğü takdirde sanığın hem aleyhine hem de lehine olabilecek tüm delillerin toplanmasına dair işlemlerinin makul sürede ve adil yargılanma hakkının gereği olduğu,

Değerlendirildiğinden, sanık müdafisinin söz konusu itirazlarının da kabulü mümkün görülmemiştir.

5- SAV; Sanık müdafisi; soruşturma aşamasında dosyaya erişimlerinin engellendiğini, savunma hazırlanması ve yapılması sürecinde sanığın yeterli imkânlara kavuşamadığını, keza genel olarak soruşturma ve kovuşturma aşamalarında savunma hakkının kısıtlanarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Değerlendirme;

Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir (AYM; B. No: 014/9817, 26.02.2015), AİHM de bu kapsamda hakkaniyete uygun bir yargılama için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince kullanılması ile uyumlu olması ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik şekilde yorumlanması gerektiğini vurgulamaktadır (Ludi/İsviçre, B.No:12433/86, 15.06.1992; Artico/İtalya, B.No:6694/74, 13.05.1980).

Öte yandan, delillerin yerindeliği incelemesi yapmayan ve bu konunun ulusal yargı organlarının takdirinde olduğunu belirten AİHM, elde edilen deliller dâhil olmak üzere yargılamayı bir bütün olarak inceleyip bu çerçevede ilgilinin adil yargılanma hakkının ihlâl edilip edilmediğine karar vermektedir (AİHM, Khan/Birleşik Krallık, 12.05.2000, B.No: 35394/97, § 34). AİHM, delillerle ilgili olarak, başvurucuya delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini esas almaktadır (Bykov/Rusya, 10.03.2009, B.No: 4378/02, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, 25.07.2013, B.No: 11082/06, 13772/05, § 700). Bu manada esas olan, delilin keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olacak şekilde sanık aleyhine kullanılmaksızın, yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmasıdır.

Sanığa soruşturma aşamasında yöneltilen suçlamaların; FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi ve bu örgütün yargı yapılanmasında yer aldığına ilişkin olduğu, bu suçlamaların içeriğinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ifade alma işlemi sırasında sanığa sorulan sorularda açıklandığı ve sanığın farklı tarihlerde alınan ifadelerinde anılan suçlamalarla ilgili ayrıntılı bir şekilde beyanlarda bulunduğu, öte yandan, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 22.07.2016 tarihinde düzenlenen tutuklama talep yazısında, sanığa isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı şekilde açıklamalara yer verildiği, bu bağlamda, suça konu edilen olaylarla ilgili bilgi ve delillere yer verildiği, bu eylemlerin hukuki niteliğine yönelik olarak da değerlendirmelerde bulunulduğu, anılan talep yazısının sorgu işlemi öncesinde Ankara 9. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından sanığa okunduğu, ayrıca sorgu tutanağında sanığa isnat edilen suçun okunup anlatıldığı, sanığın sorgu sırasında suçlama konusu olaylarla ilgili anlatımda bulunduğu, sorulan sorulara cevap verdiği, ayrıca sanık müdafisinin tutukluluğa itiraz dilekçesinde de usul ve esasa ilişkin ayrıntılı bir biçimde beyanda bulunulduğu, dolayısıyla sanık ve müdafisinin isnat edilen suçlamalara ve tutukluluğa temel teşkil eden bilgilere gerek sorgu öncesinde gerekse sorgu sonrasında erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve tutuklamanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin sanığa veya müdafisine bildirilmiş ve sanığa bunlara karşı savunma ve itirazlarını ileri sürme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında; soruşturma aşamasında dosyanın incelenmesine izin verilmemesi nedeniyle sanığın; tutukluluğa karşı etkili bir şekilde itirazda bulunamadığının ve genel olarak soruşturma aşamasında savunma hakkının kısıtlandığının kabulü mümkün görülmemiştir.

Kovuşturma aşamasında ise sanığa ve müdafisine geniş bir şekilde savunma yapma imkân ve fırsatı tanındığı, zira kovuşturma evresinde yapılan beş oturumda ayrıntıları SEGBİS kayıtlarından da anlaşılacağı üzere sanık ve müdafisinin ayrıntılı bir şekilde savunmalarını yaptıkları, tüm iddia, argüman ve delillere karşı etkin bir şekilde itiraz etme haklarının tanındığı görülmekle, sanık müdafisinin bu aşamada da savunma hakkının kısıtlandığına ve adil yargılanma hakkının ihlâl edildiğine yönelik iddialarına itibar edilmemiştir.

III- Bu Açıklamalar Işığında Esasa İlişkin Uyuşmazlık Konuları Değerlendirildiğinde;

Örgüt liderinin talimatı doğrultusunda ve bu talimatla uyumlu tarihlerde Bank Asya’ya para yatırılması tek başına değerlendirildiğinde, eylemin silahlı terör örgütüne yardım etme niteliğinde olduğu, ayrıca sanığın savunmaları ve bu bankada tespit edilen hesabın da sanığın eşi adına açılıp kullanılması hususları birlikte değerlendirildiğinde; yalnızca söz konusu hesabın varlığından ve bu hesaptaki işlemlerden hareketle de sanığa atılı örgüt üyeliği suçunun sabit olduğundan söz edilemeyeceği,

Öte yandan, sanığın ByLock programını kullandığını ikrar etmesi ve 18.05.2017 tarihli ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağına göre sanığın kullanımındaki ADSL ve GSM numarası aboneliklerinin “228928” ByLock User-ID numarasıyla eşleştirilmiş olması karşısında; sanığın ByLock User-ID numarası almak suretiyle sisteme dahil olduğu ve böylelikle ancak bir örgüt üyesinin sahip olabileceği gizli haberleşme imkânına kavuştuğu,

Hükme esas alınan diğer delillere göre de; sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımına sunulan ByLock iletişim sistemine dahil olduğunun anlaşılmasının yanı sıra, sanığın 15.07.2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsüne kadar cemaat olarak adlandırdığını söylediği örgüt içerisinde yer aldığını açıkça kabul ettiği, özellikle Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak atandığı 2001 yılından başlayıp 2014 yılında seçimle geldiği HSK Üyeliği sürecinde de örgüt mensubu olduğunu bildiği diğer kişilerce çağrıldığı ve mahiyeti itibarıyla örgütsel nitelikte olduğunu bildiği toplantılara katılıp bu toplantılarda himmet adı altında para verdiği,

Sanıkla arasında önceye dayalı husumet bulunmayan tanık …’un aşamalardaki istikrarlı beyanlarına göre; örgütün yargıdaki kadrolaşma faaliyetleri kapsamında, hâkim adaylığı için yapılacak sözlü sınavlar öncesinde kendisine başvuran örgüt mensuplarını, bu sınavı kazanabilmeleri için kendilerine referans olabilecek diğer örgüt mensuplarına yönlendirdiğini,

2010 yılında yapılan HSK Üyeliği seçimleri sürecinde aldığı örgütsel tavır doğrultusunda, Kurulda örgüt adına faaliyette bulunacak Üye adaylarının belirlenmesi ve seçim sürecinde bu adayların seçilmelerinin sağlanması hususunda izlenecek politikaların tespiti için örgüt tarafından düzenlenen toplantılara kendisine yapılan çağrıya uyarak katıldığı,

Sanık … her ne kadar 2011 yılında Yargıtay Üyeliğine seçilecek örgüt mensuplarına dair, örgüt mensuplarınca oluşturulan ilk listede yer almadığını ve dönemin HSK Üyesi …’ın çabaları sonucunda Yargıtay Üyesi seçildiğini beyan etmişse de; haklarında aynı örgüte mensup oldukları iddiasıyla ayrı adli işlem yapılan tanıklardan …’un ve …’in beyanlarına göre; sanığın da sonradan Yargıtay Üyeliğine seçilmeleri planlanan örgüt mensuplarına dair hazırlanan listeye eklendiği ve bu listenin oluşturulmasına ilişkin toplantıya katılan örgüt mensuplarınca sanığa ilişkin bir itirazda bulunulmadığı,

Örgüte mensup olduklarını, hatta örgütün mahrem yapısı içerisinde de üst konumda olduklarını değerlendirdiği kişilerle meslekî ve sosyal ilişkinin ötesinde, birlikte yürüttükleri faaliyetler itibarıyla gizli bir oluşumun içerisinde olduğunu fark etmesine rağmen irtibatını sürdüren sanığın, bu bağlamda Yargıtay ve HSK Üyeliği sürecinde örgütsel toplantılara katılıp himmet vermeye devam ettiği, söz konusu toplantılarda kendisine bir sohbet grubuna bağlı olduğu söylenip o grupta yapılacak toplantılara katılması istenildiğinde, bu talepleri de kabul edip yerine getirdiği,

Örgütün yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında önem atfettiği 2014 yılındaki HSK seçimlerinde de örgüt mensubu olduklarını bilip kabullendiği kişilerin kendisine; örgüt lehine kararlar alınabilmesi için Yargıtay kontenjanından seçilecek kişiler arasından HSK Üyeliğine aday olması istenildiğinde bu talebi de kabullendiği ve yine bu kişilerin kendisinin seçilebilmesi adına yaptıkları çalışmalar sayesinde HSK Üyesi olarak seçilip göreve başladığı, Kuruldaki görevi esnasında da örgütün mahrem yapılanmasındaki üst düzey mensuplarından olduğunu belirttiği…’nin kendisine, örgüt mensubu diğer hâkim ve Cumhuriyet savcılarıyla ilgili Kurulda görüşülen dosyalarda örgüt lehine muhalefet şerhleri yazmasına dair verdiği talimatları yerine getirdiğini, böylelikle örgütsel motivasyonla hareket ettiğini kabul ettiği,

Sanığın dijital platform aboneliği devam etmekte iken, örgüte müzahir televizyon kanallarının bu platformlardan çıkarılmasından sonra, özellikle Digitürk müşteri temsilcisiyle yaptığı görüşmeden de anlaşılacağı üzere, örgüte mensubiyete ilişkin genel tavırla uyumlu olarak, bu kanalların çıkarılması nedeniyle üyeliğini sonlandırma talebinde bulunduğu,

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; sanığın örgütün üyesi sıfatıyla ve örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik herhangi bir kamu göreviyle bağdaşmayan nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında Yargıtay ve sonrasında HSK Üyeliğine yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyon ile hareket ederek örgüt adına çalışmalar yaptığı, bu suretle sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği anlaşılmaktadır.

Suç tarihi itibarıyla FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, neticeyi bilerekveisteyerek tipik hareketi gerçekleştiren sanığın kanuni yönden sorumlu tutulmalarına engel teşkil etmeyecektir. Ayrıca örgüt piramidi içindeki konumu itibarıyla “mahrem alan” yapılanmasında yer alması, telefonuna başkası tarafından yüklendiğini kabul ettiği ByLock programının örgütsel faaliyetlerde kullanıldığını öğrendiği hâlde belirli bir süre daha kullanmaya devam edip bu programda, haklarında aynı örgüte mensup oldukları iddiasıyla ayrı soruşturma yürütülen diğer yüksek yargı eski üyelerinin bulunduğu “KHRMNLR” adlı gruba üye olması, savunmasında da mensubu olduğu örgüt lideri …’in devletteki kadrolaşmaya yönelik talimatından haberdar olduğunu kabul etmesi ve sanığın eğitim düzeyi, yaptığı görev nedeniyle edindiği bilgi ve tecrübeleri ile örgütteki konumu itibarıyla bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda olduğu anlaşıldığından; sanık hakkında TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen hata hükmünün uygulanma olanağı bulunmamaktadır.

Bu sebeplerle, sanık … yönünden TCK’nın 314. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğunun kabulü gerekmektedir.

Bununla birlikte, sanığın örgütte kaldığı süre ve bu süre içerisindeki örgütsel eylemlerinin çeşitliliği itibarıyla suç kastının yoğun olması, örgütün mahrem yapılanmasında ve bu yapılanmanın da Yargıtay ve HSK gibi örgüt tarafından büyük önem taşıyan Anayasal kurumlar içerisindeki örgütlenmesinde yer alması ve özellikle HSK Üyeliği sırasında örgütün talimatlarını yerine getirdiğini kabul etmesi, böylelikle sanığın örgüt içerisindeki konumu ve örgütsel tavırla gerçekleştirdiği eylemler karşısında: işlediği suçla meydana gelen tehlikenin ağır olması birlikte değerlendirildiğinde; alt sınırı beş yıl hapis cezasını gerektiren bu suçta temel cezanın alt sınırdan bir miktar uzaklaşılarak altı yıl olarak tayin edilmesi dosya kapsamına uygun olup TCK’nın 3. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen “orantılılık” ilkesine de aykırılık oluşturmamaktadır.

Diğer yandan, sanığın soruşturma evresinde tutuklandıktan sonra, hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması talebiyle başvuruda bulunması üzerine savcılıkta alınan ifadesinde; örgütün yapısı, örgüt üyeliği sürecinde örgüt mensubu olduklarını ve örgüt içerisinde irtibatlı olduğunu söylediği kişiler, bu kişilerle gerçekleştirdiği örgütsel faaliyetler ile örgüt mensubu olduklarını bildiği ya da düşündüğü diğer kişilerin kimler olduğu hususlarında detaylı açıklamalarda bulunduğu, örgütün yapısı ve irtibatlı olduğu kişilere dair ifadelerini kendisi hakkında yürütülen davadaki ifadelerinde tekrarladığı, savcılık ifadesinde adları geçen kişiler hakkında aynı örgüte mensup oldukları iddiasıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesinde görülmekte olan davalarda ise bu kişiler hakkında tanık sıfatıyla ifade verdiği, altmış iki farklı dosyada alınan vebirer örneği dosya arasına konulan bu ifadelerinde genel olarak yine söz konusu kişilerle ilgili çoğunlukla benzer ifade verip önceki ifadelerini tekrar ettiğini beyan ettiği, bu bağlamda sanığın etkin pişmanlığını kovuşturma aşamasında da sürdürdüğü, dolayısıyla sanık hakkında TCK’nın 221. maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma koşullarının oluştuğu anlaşılmaktadır.

Yine, sanığın örgütte kaldığı süreyle, örgütteki konumuyla, yerleştirildiği yargısal ve idari kurumların önemiyle büyük oranda uyumlu olarak hem örgütün yargı yapılanması, hem de bu yapılanmaya dahil olduğunu belirttiği çok sayıda kişi hakkında bilgi vermiş ve bu ifadelerini sürdürmüş olması, ancak aynı kriterlere ve dosyadaki delillere göre; sanığın referans olduğu örgüt mensuplarına, HSK Üyeliği sürecinde konumu itibarıyla kendisiyle irtibat kurup örgüt ve mensupları lehine talepte bulunan diğer kişilere ilişkin açıklamalarda bulunmadığı, dolayısıyla örgütle ilgili muhakkak vakıf olduğu değerlendirilen tüm bilgileri paylaşmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde; Özel Dairece sanık hakkında etkin pişmanlık nedeniyle uygulanan indirim oranının üst sınırdan olmamakla birlikte, 5/8 oranında üst sınıra yakın olarak belirlenmesinin de isabetli olduğu değerlendirilmiştir.

Bu itibarla, sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmüne ilişkin Özel Daire kararı isabetli olup sanık müdafisinin soruşturma aşamasında hukuka aykırı işlemler yapıldığına, soruşturma makamlarının yetkisiz olduğuna, mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli veya yetkili gördüğüne, hükmün hukuka aykırı yöntemle elde edilen delillere dayandığına, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine, savunma hakkının kısıtlandığına, avukatlarının hukuki yardımından yararlanma haklarının sınırlandırıldığına, dosyaya erişim haklarının engellendiğine, suçun unsurlarının oluşmadığına, eksik araştırma ile hüküm kurulduğuna, hata hükümlerinin uygulanması gerektiğine, temel cezanın alt sınır aşılarak belirlenmesinin ve etkin pişmanlık hükümleri nedeniyle yapılan indirim oranının üst hadden uygulanmamasının kanuna aykırı olduğuna ilişkin temyiz itirazları ve diğer tüm temyiz itirazlarının tamamının reddi ile sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mâhkumiyet hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ :

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 11.02.2019 tarihli ve 76-8 sayılı; sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün ONANMASINA,

2- Dosyanın, Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 02.07.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.

Son Gönderiler

Yorum Yap